وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ وَق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوِ ادْفَعُواۜ قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْا۪يمَانِۚ يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلِيَعْلَمَ | ve bilmesi içindir |
|
2 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
3 | نَافَقُوا | iki yüzlülük edenleri |
|
4 | وَقِيلَ | dendiği halde |
|
5 | لَهُمْ | onlara |
|
6 | تَعَالَوْا | gelin |
|
7 | قَاتِلُوا | savaşın |
|
8 | فِي |
|
|
9 | سَبِيلِ | yolunda |
|
10 | اللَّهِ | Allah |
|
11 | أَوِ | ya da |
|
12 | ادْفَعُوا | savunun |
|
13 | قَالُوا | dediler |
|
14 | لَوْ | eğer |
|
15 | نَعْلَمُ | bilseydik |
|
16 | قِتَالًا | savaş (olacağını) |
|
17 | لَاتَّبَعْنَاكُمْ | sizinle gelirdik |
|
18 | هُمْ | onlar |
|
19 | لِلْكُفْرِ | küfre |
|
20 | يَوْمَئِذٍ | o gün |
|
21 | أَقْرَبُ | yakın idiler |
|
22 | مِنْهُمْ | ondan |
|
23 | لِلْإِيمَانِ | imandan (çok) |
|
24 | يَقُولُونَ | söylüyorlar |
|
25 | بِأَفْوَاهِهِمْ | ağızlarıyla |
|
26 | مَا |
|
|
27 | لَيْسَ | olmayanı |
|
28 | فِي | içinde |
|
29 | قُلُوبِهِمْ | kalblerinin |
|
30 | وَاللَّهُ | halbuki Allah |
|
31 | أَعْلَمُ | çok iyi bilmektedir |
|
32 | بِمَا | şeyi |
|
33 | يَكْتُمُونَ | içlerinde sakladıkları |
|
وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ
وَ atıf harfidir. لِ harfi, يَعْلَمَ fiilini gizli اَنْ ile nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harfi ile birlikte önceki masdar-ı müevvele müteallıktır.
يَعْلَمَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansuptur. İsm-i mevsûlun sılası نَافَقُوا ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
نَافَقُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
نَافَقُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. Sülâsîsi نفق ‘dır. Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peş peşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوِ ادْفَعُواۜ
وَ atıf harfidir. İstînâfiyye olması da caizdir. ق۪يلَ meçhul mazi fiildir. لَهُمْ car mecruru ق۪يلَ fiiline müteallıktır.
Mekulü’l kavli, تَعَالَوْا’dir. تَعَالَوْا fiili, ق۪يلَ fiilinin naibu faili olarak mahallen merfûdur.
تَعَالَوْا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
قَاتِلُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru قَاتِلُوا fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَوِ atıf harfidir. ادْفَعُوا fiili نَ ’un hazfiyle mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ
Fiil cümlesidir. قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavli, لَوْ نَعْلَمُ قِتَالًا’dir. قَالُوا fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. لَوْ gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur.
نَعْلَمُ şart fiilidir. Merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. قِتَالًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Şartın cevabı لَاتَّبَعْنَاكُمْ ’dur. لَ harfi, şartın cevabının başına gelen vakıadır.
اتَّبَعْنَاكُمْ sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْا۪يمَانِۚ
İsim cümlesidir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. لِلْكُفْرِ car mecruru اَقْرَبُ ’ye müteallıktır.
يَوْمَئِذٍ zaman zarfı, اَقْرَبُ’ye müteallıktır. Muzafun ileyh olan ئِذٍ kelimesinin sonundaki tenvin ise mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. اَقْرَبُ haberdir. مِنْهُمْ car mecruru اَقْرَبُ ‘ye müteallıktır. لِلْا۪يمَانِ car mecruru aynı şekilde اَقْرَبُ ‘ye müteallıktır.
يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ
Fiil cümlesidir. يَقُولُونَ fiili, نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاَفْوَاهِهِمْ car mecruru يَقُولُونَ ‘deki failin mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَیۡسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir.
ف۪ي قُلُوبِ car mecruru لَیۡسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَۚ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْلَمُ haberdir.
مَا müşterek ism-i mevsûl, بِ harf-i ceriyle birlikte اَعْلَمُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَكْتُمُونَ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَكْتُمُونَ fiili, نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ
Ayetin ilk cümlesi önceki ayetteki وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ’ye matuftur. Masdar tevilindeki lam-ı ta’lil ile birlikte mahzuf fiile müteallıktır.
Fiilin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.Takdir edilen فعل fiiliyle birlikte cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası müspet mazi fiil sıygasında gelmiş haberî isnaddır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
Münafıkların, ism-i mevsûlle ifade edilmesi tahkir amacına matuftur.
وَلِيَعْلَمَ الْمُؤْمِن۪ينَۙ cümlesiyle وَلِيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ نَافَقُواۚ cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
Burada علِم fiilinin ikinci kez tekrar edilmesi müminleri teşrif, onları münafıkların kapsamına dâhil olmaktan tenzih ve ilm-i ilâhînin iki fırkaya taallûk cihetinden farklı olduğunu bildirmek içindir. “O gün size isabet eden musibet, imanda sebat edenleri ve nifak gösterenleri birbirlerinden ayırmak için idi.”demektir. (Ebüssuûd)
وَق۪يلَ لَهُمْ تَعَالَوْا قَاتِلُوا ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ اَوِ ادْفَعُواۜ
Müstenefe cümlesidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede fiil, mef’ûle dikkat çekmek için meçhul bina edilmiştir.
قيل fiilinin mekulü’l-kavli, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Fasılla gelen … قَاتِلُوا ve اَوِ atıf harfi ile makabline atfedilen ادْفَعُواۜ cümleleri de aynı üslupta inşâî isnadırlar.
ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla Allah’ın yolu, içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü Allah yolu hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak Allah’ın emrine uymanın önemini ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olması سَب۪يلِ için tazim ve şeref ifade eder.
سَب۪يلِ اللّٰهِ ibaresinde istiare vardır. سَب۪يلِ kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.
Mütekellimin Allah Teâlâ olduğu ayette lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.
قَاتِلُوا - ادْفَعُواۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
تَعَالَوْا قَاتِلُوا ayetinde aralarında atıf harfi olmadan peş peşe gelmiş iki emir fiil vardır. Bunun nedeni de kastedilen şeyin tek bir tane olmasıdır, o da savaştır. تعالوا emri, ardından gelen emre hazırlık, savaşa teşvik etmek, istek ve arzuyu oluşturmak amacıyla getirilmiştir. İkinci emir olan قاتلوا ifadesi onlardan savaşmaları isteğinin dile getirmektedir. (Şeyma Çetinkaya, Kur’an-ı Kerimde Cihad Kavramı (Meâni İlmi Açısından Semantik Bir İnceleme)
قَالُوا لَوْ نَعْلَمُ قِتَالاً لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ
Fasılla gelmiş müstenefe cümlesidir. Müspet fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede mekulü’l-kavl, şart üslubunda gelmiş haberî isnaddır.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan نَعْلَمُ قِتَالًا , şart cümlesidir.
Lam-ı vakıanın dâhil olduğu, aynı üslupla gelen لَاتَّبَعْنَاكُمْۜ cümlesi لَوْ ’in cevabıdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
[Savaşı bilseydik size tabi olurduk.] sözü kizbî haberdir.
هُمْ لِلْكُفْرِ يَوْمَئِذٍ اَقْرَبُ مِنْهُمْ لِلْا۪يمَانِۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümlede هم mübteda, اقرب haberdir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
Car mecrur لِلْكُفْرِ ve zaman zarfı يَوْمَئِذٍ, amili olan اَقْرَبُ’ya takdim edilmiştir.
يَوْمَئِذٍ izafetinde muzâfun ileyh olan إذٍ’in muzâfun ileyhi mahzuftur. Kelimedeki tenvin muzâfun ileyh olan cümleden ivazdır. Cümlenin takdiri şöyledir: هم للكفر يوم إذ قالوا لو نعلم قتالا لاتبعناكم أقرب منهم للإيمان (Savaşmayı bilseydik size tabi olurduk dedikleri gün onlar imandan çok küfre yakındırlar.)
لِلْكُفْرِ - لِلْا۪يمَانِۚ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
[İmandan çok küfre daha yakındırlar.] sözünde istiare vardır.
Onlar, bu sözleri söyledikleri gün imandan daha çok küfre yakın idiler. Zira bundan önce onlar imanlarını izhar ediyorlardı ve onların küfürlerini bildiren bir emare, kendilerinde görülmemişti. Fakat onlar Müslüman askerlerinden ayrılıp o sözleri sarfedince haklarında beslenen zandan, imandan uzaklaştılar ve küfre yaklaşmış oldular.
Bir görüşe göre o gün onlar iman ehlinden daha çok küfür ehline yardıma daha yakın idiler. Çünkü Müslümanlardan ayrılarak mevcudu azaltmaları, müşrikleri takviye oldu. (Ebüssuûd, Fahreddin er-Râzî)
قرب, küfrü açığa çıkarmak anlamında mecazdır. (Âşûr)
يَقُولُونَ بِاَفْوَاهِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ
Fasılla gelen müstenefe cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hal cümlesi olduğu da söylenmiştir.
Tevcih ihtiva eden, müşterek ism-i mevsûl يَقُولُونَ ,مَا fiilinin mef’ûlü olup mahallen mansubtur. Sılası, لَيْسَ’nin dâhil olduğu faide-i haber ibtidai kelam olan menfi isim cümlesidir.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ ’in amili olan لَيْسَ’nin haberi mahzuftur.
ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ ibaresinde istiare vardır. Bilindiği gibi ف۪ي harfinde zarfiye manası vardır. Kalp, içi olan bir nesneye benzetilmiştir. Câmi’ her ikisindeki mutlak irtibattır.
Söz zaten ağızla söylendiği için بِاَفْوَاهِهِمْ kelimesinin zikri, imanlarının gerçek olmadığını vurgulamak için yapılmış ıtnâb sanatıdır.
ق۪يلَ - يَقُولُونَ - قَالُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Ağızlarıyla söylüyorlar] yani onların imanları ağızlarından ve harflerin mahreçlerinden öteye gitmez; kalpleri ondan habersizdir. Burada kalple birlikte ağzın da zikredilmesi, onların nifaklarını tasvir etmekte ve imanlarının, müminlerin iman konusunda kalplerinin ağızları ile uyumlu olmasının aksine ağızda mevcut ama kalpte yok olduğunu ifade etmektedir. (Keşşâf)
Ayet, faide-i haber olarak gelmiştir. Allah, münafıkların kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylediklerine ilişkin olarak ayetin muhatabı Hz. Peygamber ve sahabeyi bilgilendirme gereği duymuştur. Çünkü münafıkların söylediği sözler ağızlarından başka bir yere gitmiyordu, sadece ağızlarında ve harflerin çıktığı yerde kalıyordu. Kalplerinde bu sözlere ait bir şey yoktu. Ağızlarla kalpleri birlikte zikretmesinin sebebi de onların münafıklığını tasvir etmek içindir. Böylece münafıkların söylediklerine ilişkin olarak Hz. Peygamber ve sahabe bilgi sahibi yapılmıştır. Ayet dikkatle incelendiğinde hiçbir tekid ifadesinin olmadığı, buna da gerek duyulmadığı görülmektedir. (Şeyma Çetinkaya, Kur’an-ı Kerimde Cihad Kavramı (Meâni İlmi Açısından Semantik Bir İnceleme)
Bu sözden maksat, ya bazen dillerinde bazen de kalplerinde oluşan kelamın kendisidir. Buna göre ispat ve nefyedilen sözlerin yerleri değişik ise de kendileri aynıdır. Ya da yalnız ağızlarıyla söyledikleri sözlerdir. Bu takdirde nefyedilen, sözlerin menşei ağızdır, söylenen söz de ondan ayrı değildir. Bu takdirde sözün menşei olan ağzın söz olarak ifade edilmesi, aralarındaki sıkı bağlılıktan dolayıdır. Bunun anlamı şudur: “Onlar öyle batıl sözler sarf etmişlerdir ki o sözlerin kalplerinde yeri yoktur. Nitekim onlar bu sözleriyle kalplerinde asla mevcut olmayan iki şeyi izhar ettiler:
1- Savaşmayı bilmediklerini,
2- Savaşmayı bilmiş olsalardı o takdirde Müslümanların peşlerinden gideceklerini.
Oysa onlar her iki halde de apaçık yalan söylüyorlardı. Çünkü onlar, savaşmayı biliyorlardı ve Müslümanların peşlerinden gitmeye de niyetleri yoktu.
Hayır, onlar Müslümanlara yardım etmemekte kararlı ve irtidad etmeye azimli idiler.” (Ebüssuûd)
وَاللّٰهُ اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَۚ
Ayetin وَ ’la gelen son cümlesi müstenefedir. Hal olduğu da söylenen, mübteda ve haberden oluşmuş bu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük haşyet uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı, kalplerde haşyet duygularını artırmak için yapılan tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
اَعْلَمُ بِمَا يَكْتُمُونَۚ [Gizlediklerini bilir] ifadesi, bilmekle kalmaz karşılığını da verir anlamında lâzım-melzûm alakasıyla, mecaz-ı mürseldir.
Yine [gizlediklerini bilir] ifadesinin mefhumu muhalifi “Allah’ın bilmediği hiç bir şey yoktur. Yani gizlediklerini bilir ama açığa vurduklarını da bilir.” manasıdır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا’da tevcih sanatı vardır.
Sıla cümlesi olan يَكْتُمُونَۚ muzari fiil olarak gelmiştir. Muzari fiil hudûs, tecessüm ve teceddüt ifade eder.
نَعْلَمُ - اَعْلَمُ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Onların gizlediklerini Allah çok iyi bilir!] Allah, onların nifaklarını ve beraberce işledikleri “müminleri kötüleme, onları cahil bulma, fikirlerini yanlışlama, onların başına gelenlere sevinme” vb. durumlarını daha iyi bilir. Yani “Siz onların bir kısmını bazı emarelerle kısaca bilirsiniz. Ben ise bütün tafsilatı ve her yönüyle tam bir ihata ile bilirim!” (Keşşâf)
“Allah en iyi bilendir.” buyurulmak suretiyle bilme fiilinde tafdîl kipi kullanılmıştır. Çünkü o münafıkların, müminleri zemmetmeleri, görüşlerini yanlış saymaları, başlarına musibetler gelmesine sevinmeleri gibi nifak hükümlerinden gizledikleri şeyleri müminler de icmâl olarak biliyorlardı. Bunların tafsilat ve keyfiyetlerinin bilgisi ise ilm-i ilâhîde mevcuttur. (Ebüssuûd)