ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۚ
Riyazus Salihin, 141 Nolu Hadis:
Adî İbni Hâtim radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre “Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim” demiştir:
“Yarım hurma ile de olsa, cehennemden korunmaya bakın!”
Buhârî, Edeb 34, Zekât 10, Rikak 51, Tevhîd 36; Müslim, Zekât 66-70. Ayrıca bk. Tirmizî, Kıyâmet 1, Zühd 37; Nesâî, Zekât 63-64; İbni Mâce, Mukaddime 13, Zekât 28
Buhârî (Zekât 10, Rikak 31, Tevhid 36) ve Müslim’in (Zekât 97) Adî İbni Hâtim’den bir başka rivayetlerinde, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah, sizin her biriniz ile tercümansız konuşacaktır. Kişi sağ tarafına bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Soluna bakacak, âhirete gönderdiklerinden başka bir şey göremeyecektir. Önüne bakacak, karşısında cehennemden başka bir şey göremeyecektir. O halde artık bir hurmanın yarısı ile de olsa, kendinizi cehennem ateşinden koruyun. Bunu da bulamayan, güzel bir söz ile kendisini korusun.”
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۚ
İsim cümlesidir. İşaret ismi ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. ل harfi buud yani uzaklık bildiren harf, ك ise muhatap zamiridir.
مَا ve masdar-ı müevvel, بِ harf-i ceriyle birlikte mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. بِ sebebiyyedir.
بِ harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık/bedel, istiane, zaman - mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada sebep manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِ harf-i ceri bu azabın büyüklüğü hakkında uyarmak için “sebebiyye” manasında gelmiştir. Çünkü o gün görülecek olan azaptan bir korkutma vardır. (Âşûr)
قَدَّمَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تۡ te’nis alametidir. اَيْد۪يكُمْ fail olup ی üzere mukadder damme ile merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, önceki masdar-ı müevvele matuftur.
وَ atıf harfidir. اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. ٱللَّهَ lafza-i celâli إِنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَيْسَ بِظَلَّامٍ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَيْسَ ’nin ismi müstetir olup takdiri هُو ’dir. بِ zaiddir. ظَلَّامٍ lafzen mecrur, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubtur.
ظَلَّامٍ mübalağalı ism-i faildir. Mübalağalı ismi fail, bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid بِ harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ب harf-i ceri mecruruna ilsak, sebep, musahabe, zaid, karşılık/bedel, istiane, zaman - mekân zarfı gibi manalar kazandırabilir. Burada zaid manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, zaiddir. اَلْعَب۪يدِ lafzen mecrur olup mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۚ
Ayet müstenefe olarak fasılla gelmiştir. İsim cümlesi formunda gelen ilk cümlenin müsnedün ileyhinin işaret ismi olması, işaret edilene tahkir ifade eder. İşaret isminde tecessüm sanatı vardır. Muhatabın kalın kafalı olduğuna işaret eder.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mecrur mahaldeki ismi mevsûl مَا’nın müteallakı olan haber mahzuftur. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
Mevsûlün sılası قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ذٰلِكَ’de istiare vardır. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belagat Dersleri, Beyân İlmi)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman müşarun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan/57, s. 190)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ’nin dâhil olduğu وَاَنَّ اللّٰهَ لَيْسَ بِظَلَّامٍ لِلْعَب۪يدِۚ cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahaldeki mevsûle matuftur. بِظَلَّامٍ’deki zaid بِ ve اَنَّ ile tekid edilen menfi isim cümlesi sübut ifade eder. Lafza-i celâlin müsnedün ileyh olması, konunun önemini vurgulayarak muhatabı ikaz içindir.
Masdar tevilindeki son cümle mesel tarikinde tezyîldir. Öncesini tekid etmek kastıyla gelen tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
[Ellerinizin takdim ettikleri sebebiyle] cümlesinde muhatap zamiri kullanılmış, [Allah kullarına zulümkâr değildir.] cümlesinde “size” yerine “kullara” şeklinde açık isim getirilerek muhataptan gaibe iltifat yapılmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)
ظَلَّامٍ kelimesi mübalağa kalıbıdır. Günahsız birine azap etmenin ağır bir zulüm olduğunu ifade ederek Allah Teâlâ’yı tenzih manasını tekid eder. Kullar kelimesinin çoğul oluşuna riayet için yani kemiyet ifadesi için olduğu da söylenmiştir. (Ebüssuûd)
“Rabbin, kullarına zulümkâr değildir.” (Fussilet Suresi, 46) ayeti, Cenab-ı Hakk’ın, ظَلَّامٍ (çok zalim) olmadığını gösterir. Bir sıfatın olmadığını söylemek, o sıfatın aslının bulunduğu vehmini verir. Bu da zulmün aslının (Allah Teâlâ’da) bulunduğu manasına gelir, diyebilir. Kâdî buna şu şekilde cevap vermiştir: Cenab-ı Hakk’ın kullarına yapacağı tehdidinde bulunduğu o azap eğer bir zulüm olursa bu zaten büyük olur. Böylece Cenab-ı Hakk var olması halinde o zulmü, olabilecek büyüklüğü ile nefy etmiştir. Bu da onların günahsız olmaları halinde onlara ceza vermenin zulüm olacağı şeklindeki görüşümüzü tekid eder. (Fahreddin er-Râzî)
ذٰلِكَ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يكُمْ [Bu, ellerinizin yaptığı şeyin karşılığıdır. ] Burada mecaz-ı mürsel vardır. Bir kısmının zikredilip bütünün kastedilmesi kabilindendir. İşlerin çoğu ellerle yapıldığı için burada eller zikredilmiştir. (Safvetu’t Tefasir, Fahreddin er-Râzî)
Cümlesinde اَيْد۪ي [eller] zikredilerek tağlîb yapılmıştır. Çünkü iyi ya da kötü amellerin çoğu eller ile meydana gelmektedir. Ellerle yapılanlar bir araya getirilerek tağlîb meydana gelmektedir. (Ömer Yılmaz, Zerkeşî’nin el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’an Adlı Eserinin Belagat İlmi Açısından Değerlendirilmesi)