هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | هَا أَنْتُمْ | işte siz böylesiniz |
|
2 | هَٰؤُلَاءِ | o kimseler ki |
|
3 | حَاجَجْتُمْ | tartışıyorsunuz |
|
4 | فِيمَا | olan şey |
|
5 | لَكُمْ | sizin |
|
6 | بِهِ | onun (hakkında) |
|
7 | عِلْمٌ | biraz bilginiz |
|
8 | فَلِمَ | ama neden? |
|
9 | تُحَاجُّونَ | tartışıyorsunuz |
|
10 | فِيمَا | hakkında |
|
11 | لَيْسَ | olmayan |
|
12 | لَكُمْ | sizin |
|
13 | بِهِ | onun (hakkında) |
|
14 | عِلْمٌ | bilginiz |
|
15 | وَاللَّهُ | Allah |
|
16 | يَعْلَمُ | bilir |
|
17 | وَأَنْتُمْ | ve siz |
|
18 | لَا |
|
|
19 | تَعْلَمُونَ | bilmezsiniz |
|
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ
İsim cümlesidir. هَٓا tenbih harfidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i işaret هٰٓؤُ۬لَٓاءِ mübteda olarak mahallen merfûdur. حَاجَجْتُمْ fiili haber olarak mahallen merfûdur. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur
مَا müşterek ism-i mevsûl, ف۪ي harf-i ceriyle birlikte حَاجَجْتُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur. لَكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. بِه۪ car mecruru عِلْمٌ mahzuf haline müteallıktır. عِلْمٌ muahhar mübtedadır.
فَ atıf harfidir. مَ istifham isminin ism-i mevsûl olmadığı anlaşılsın diye elifi hazf edilmiştir. لِ harf-i ceriyle تُحَٓاجُّونَ fiiline müteallıktır. تُحَٓاجُّونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَا müşterek ism-i mevsûlu, ف۪ي harf-i ceriyle birlikte حَاجَجْتُمْ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
لَيْسَ nakıs camid fiildir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder. لَكُمْ car mecruru لَيْسَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. بِه۪ car mecruru عِلْمٌ ’un mahzuf haline müteallıktır. عِلْمٌ kelimesi لَيْسَ’nin muahhar ismidir.
Burada geçen هَٓا tenbih anlamında kullanılan bir edattır. اَنْتُمْ [Siz] zamiri ile ehli kitaba hitap edilmiştir. هٰٓؤُ۬لَٓاءِ kelimesi اَنْتُمْ (siz) ifadesini tekiddir. Bir görüşe göre ayetin manası şöyledir: İşte [peygamberle] tartışan sizler böyle kimselersiniz. Bir görüşe göre buradaki هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ifadesi “Ey şu kimseler” şeklinde bir hitaptır. Yani sizler Musa’nın ve İsa’nın dini konusunda Hz. Muhammed’e (sav) karşı geliyorsunuz. Çünkü Tevrat ve İncil, o ikisine indirilmiştir. Siz de Hz. Muhammed’in davet ettiği dinin, Musa’nın ve İsa’nın dinlerine muhalif olduğunu iddia ettiniz. Çünkü siz Tevrat’ın ve İncil’in hükümlerini bilmektesiniz ve Hz. Muhammed’den (sav) bunlara aykırı gibi görünen bazı şeyler duydunuz. Her ne kadar (dininizin Hazreti Musa ve İsa’nın dini olduğu konusunda) (Tevrat ve İncil’den öğrendiğiniz) bilgi ile Peygamberle mücadele ettiyseniz de / etseniz de Hz. İbrahim’in Yahudi mi yoksa Hristiyan mı olduğu konusunda mücadele edemezsiniz. Çünkü bu konuda Tevrat’ta da İncil’de de bu meseleye dair herhangi bilgi yoktur. Dolayısıyla bu konuda tartışmak, bilgisizce çekişmek anlamına gelir. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr- Ebüsuûd - Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
İsim cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. ٱللَّهُ lafza-i celâli mübteda olup lafzen merfûdur.
یَعۡلَمُ muzari fiili haber olarak mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. Munfasıl zamir أَنتُمۡ mübteda olarak mahallen merfûdur.
لَا تَعۡلَمُونَ haber olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَعۡلَمُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur.
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ حَاجَجْتُمْ ف۪يمَا لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ فَلِمَ تُحَٓاجُّونَ ف۪يمَا لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayetin ilk cümlesi isim cümlesi formunda lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Müsnedin işaret ismiyle gelmesi işaret edilenleri tahkir ifade eder.
هَٓا اَنْتُمْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ [Siz öyle kimselersiniz ki] ifadesindeki هَٓا; dikkat çekme, tenbih veya taaccüp ifadesi, اَنْتُمْ mübteda, هٰٓؤُ۬لَٓاءِ ise haberdir. ْحَاجَجْتُمْ [münakaşa ediyorsunuz] ifadesi ilk cümleyi açıklayan yeni bir cümle olup “siz öyle ahmak insanlarsınız ki ahmaklığınız, akıl yetersizliğinizin izahı, münakaşa ediyor olmanızdır.” şeklindedir. (Keşşâf)
Müstenefe olarak fasılla gelen cümle müspet mazi fiil sıygasında lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır. Bu cümlenin اَنْتُمْ için haber olmasına da cevaz vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا’nın sıla cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَكُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عِلْمٌ’un muahhar mübteda olduğu bu cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bildikleri şeyde tartışmaları bilginin doğru olmadığını ifade eder. Hakla batılı karıştırmışlardır.
لَكُمْ ve ف۪يمَا ifadelerinin tekrarında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Cümle فَ ile istînâfa atfedilmiştir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama ve azarlama anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûlün sıla cümlesinde, takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَيْسَ لَكُمْ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
عِلْمٌ’un لَيْسَ’nin muahhar mübtedası olduğu bu cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لَيْسَ لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌۜ cümlesiyle لَكُمْ بِه۪ عِلْمٌ cümlesi arasında mukabele vardır.
[Haydi, bilginiz olan şeyler üzerinde] yani Tevrat ve İncil’in bildirdiği konularda [münakaşa ediyorsunuz! Peki, bilginiz olmayan bir şey üzerinde] yani kitaplarınızda söz konusu edilmeyen, İbrahim’in dini meselesinde [niçin münakaşa ediyorsunuz?] (Keşşâf)
Ayet-i kerimede bilgisi olmayanlarla tartışmanın ve konu ile ilgili yeterince araştırması bulunmayan kimsenin, o konuda tartışmasının yasak kılındığına dair delil vardır. Bununla birlikte bilen ve yakîn sahibi olan kimsenin tartışacağına dair de emir varid olmuştur. (Kurtubî)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ
وَ istînâfiyyedir. Mübteda ve haberden müteşekkil cümlenin müsnedün ileyhi tüm esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil Allah ismiyle gelmiştir.
Müsned ise muzari fiille gelerek teceddüt, hudûs ve hükmü takviye ifade etmiştir.
Ayetin isim cümlesi formunda gelen son cümlesinde ise müsned, menfi fiil cümlesidir. Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip, hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karîneler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.
يَعْلَمُ - لَا تَعْلَمُون kelimeleri arasında tıbâk-ı selb vardır. علم kelimesi bir kere olumlu bir kere olumsuz gelmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهَ isminde tecrîd sanatı vardır.
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ ve اَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.
يَعْلَمُ kelimesinde irsâd sanatı vardır.
Ayette عِلْمٌۜ fiili 4 kere geçmiştir. Aralarında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu cümle Bakara Suresi 233. ayetin fasılasıyla aynıdır. İki cümle arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Bu ayette mezhebu’l-kelamî sanatı vardır. Kur’an-ı Kerim bu ve buna benzer ayetlerle, insanın aklını kullanarak gerçeğe ulaşma konusunda varsayımları eleyerek mantıklı bir düşünce sistemi içerisinde hakikatı bulma yolunu göstermektedir. Meẕhebu’l-kelamî sanatı açısından da güzel bir örnek oluşturmaktadır. (Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Hasan Uçar Doktora Tezi)
وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ [Oysaki Allah her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.] Yani Allah Teâlâ, Hz. İbrahim’in sizin iddia ettiğiniz gibi olmadığını bilir. Sizler ise onun iddia ettiğiniz gibi olduğunu bilmiyorsunuz. Allah gaibi de gaip olmayanı da bilir. Siz ise sadece gördüklerinizi ya da size haberi ulaşan şeyleri bilirsiniz. İbrahim sizin yanınızda değildi. Yahut onun haberi doğru bir şekilde size ulaşmamıştı. (Ömer Nesefî, et-Teysîr fi’t Tefsîr-Keşşâf)