فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ
Dünya hayatında sınav ortamının icaplarından olmak üzere müminler ve inkârcılar bir arada yaşarlarken, mahşer günü bu birliktelik sona erecek, insanlar iki kesim halinde birbirinden ayrılacaklar, iman edip Allah’ın hoşnutluğuna uygun yararlı işler yapanlar Allah katında itibarlı bir mevki kazanmanın ve cennet nimetlerine kavuşmanın mutluluğunu yaşayacaklar, inkâr edip ilâhî bildirimleri yalan saymayı inatla sürdürenler ise âhiret azabı ile baş başa bırakılacaklardır. 14. âyetin “insanlar birbirinden ayrılacaklar” diye çevrilen kısmı, müminlerin görecekleri muamele açısından kâfirlerden ayırt edileceği veya müminlerin bir daha bir araya gelmemek üzere kâfirlerden ayrılacakları şeklinde de açıklanmıştır (İbn Atıyye, IV, 331). 15. âyetin “ağırlanırlar” şeklinde çevirdiğimiz kısmına “sevindirilirler, nimetlere mazhar kılınırlar, kendilerine iyi muamele yapılır, ikramda bulunulur” anlamları da verilmiştir (Şevkânî, IV, 250-251).
Raveda روض : رَوْضٌ sözcüğü suyun biriktiği yer ve yeşilliğe sahip arazi demektir. Bu köke ait رِياضَةٌ kavramı ise söz dinler, uysal, itaatkar veya yumuşak başlı olması, ve ustalık, maharet kazanması için çokça kullanmak/işletmek manasına gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de isim olarak sadece 2 kere geçmiştir. (Mucemul Müfehres)
Türkçede kullanılan şekilleri Ravza, riyazet ve riyaziyedir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ
فَ istînâfiyyedir. اَمَّا tafsil manasında şart harfidir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ’dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Şart, tafsil ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başındaki ف harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında ف harfi varsa o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ atıf harfidir. عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bihtir. Aslında أعمالا (Ameller) şeklindeki mahzuf mef'ûlun bih’in sıfatıdır. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
ف şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪ي رَوْضَةٍ car mecruru يُحْبَرُونَ fiiline mütealliktir.
يُحْبَرُونَ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يُحْبَرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû, meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
الصَّالِحَاتِ kelimesi sülâsî mücerred olan صلح fiilinin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاَمَّا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ فَهُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ
فَ istînâfiyyedir. Şart ve tafsil harfi اَمَّا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, şart üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.
اَمَّا harf-i şart, tafsil ve tekid için kullanılır. Şart harfi olması için kendisinden sonra فَ harfinin gelmesi zorunludur. Zemahşerî ‘’ اَمَّا cümleye tekid anlamı kazandırır’’, demiştir. (Suyûtî, İtkan, c. 1, s. 419)
اَمَّا , haberin mübtedaya isnadını tekid eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Câsiye/31, C. 6, s. 267)
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedadır. Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi söz konusu kişilere tazim ve teşvik ifade eder.
Sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında gelerek hudûs, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.
Aynı üsluptaki وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle sılaya atfedilmiştir.
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesi olan هُمْ ف۪ي رَوْضَةٍ يُحْبَرُونَ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümle اَمَّا ’nın cevabı aynı zamanda الَّذ۪ينَ ’nin de haberidir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. ف۪ي رَوْضَةٍ car mecruru, önemine binaen amili olan يُحْبَرُونَ ’ye takdim edilmiştir.
صَالِحاً , mef’ûlun bihtir veya mahzuf mef’ûlu mutlaktan naibdir. Yani mahzuf masdarın sıfatıdır. Takdiri; عمل عملاً صالحاً (Salih bir amel yaptı)’dır.
رَوْضَةٍ ‘deki tenvin kesret ve tazim içindir. Ayrıca bahçenin hayal edilemeyecek güzelliğine işaret olabilir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يُحْبَرُونَ fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
Allah Teâlâ, ayette fiil sıygasıyla يُحْبَرُونَ buyurmuş, ama محبرون dememiştir, Çünkü fiil sıygası teceddüt ifade eder, isim ise teceddüde delalet etmez. Mana, "Onların kendisiyle mesrur olacakları şeyler yenilenerek tekrarlanır.” şeklindedir.
الَّذ۪ينَ ‘de cem’ edilenlerin, iman edenler ve salih amel yapanlar şeklinde sayılmaları, sonra da bahçede sürur içinde olmalarının açıklanması cem' ma’at-taksim ve tefrik sanatıdır.
Şart, tafsil (açıklama) ve tekid bildiren اَمَّا edatı, cevabının başına gelen فَ harfi ile ayırt edilir. Zira cevabının başında فَ harfi varsa, o şart edatıdır ve tekid bildirir, yok ise tafsil ifade eder. (Nida Sultan Çelikkaya, Haber Üslubu ve Haberin Muktezâ-i Zâhire Uygun Gelmemesi Durumu)
ف۪ي رَوْضَةٍ bir bostanda, yani cennette demektir. Kelimenin (mutena bir bahçe) diye nekre söylenmesi, durumunu kapalı göstermek ve büyüklüğünü ifade etmek içindir. Yeşilliği ve suyu olan her çeşit arazi Araplar için ravzadır. Arap deyimlerinden biri de احسن من بيض في روضة (Ravzadaki yumurtadan daha güzel) ifadesi olup, devekuşu yumurtasını kastetmektedirler. Sevindirilirler: Bir kimse birisini yüzünde gülücükler açacak ve sevinç eseri görülecek şekilde sevindirdiği zaman حبره (yüzünü neşeyle parlattı) denir. Bu kelime bütün sevinç şekillerini taşıyabileceği için, daha sonraları bununla ilgili farklı sözler söylenmiştir. Mücahid’e (v. 103/721) göre ‘ikram görürler’; Katâde’ye (v. 117/735) göre ‘nimetlendirilirler’ demektir. (Keşşâf)
Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki و- نَ , ي - نَ harfleriyle oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir.
Ravza; aslında sulu, yeşillikli güzel bostan demek olup, burada maksat, cennet bahçelerinden bir bahçedir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Cenab-ı Hak konu aslında mücrimlerle ilgili olmasına rağmen, söze iman edenlerin halini anlatarak başlamıştır. Çünkü kâfirin müminin sevap elde ettiğini görerek, daha fazla pişman olması için, kâfire azap verilmeden önce müminlere mükâfatları verilir. Eğer önce kâfir cehenneme girdirilmiş olsaydı, herkesin bu azapta kendisi gibi olduğunu sanırdı. İşte böylece Allah Teâlâ, kâfirin pişmanlığını ve azabını artırmak için, işe önce müminlere mükâfat vermeden başlamıştır.
Allah Teâlâ, müminlerin amel-i salihlerinden bahsetmiş, ama kâfirlerin kötü amellerini burada zikretmemiştir. Çünkü imanın yanısıra amel-i salih da, nazar-ı dikkate alınır. Sırf iman, derecelerin yükselmesini değil, sadece kurtuluş sağlar, halbuki mümin, o yüksek dereceye imanı ve ameli salih ile birlikte ulaşır. Kâfire gelince o, sırf küfrü sebebiyle cehennemin en alt tabakasındadır. Binaenaleyh, şayet Cenab-ı Hak, “kâfir olup da kötü amel yapanlar azapta hazır tutulacaklardır” demiş olsaydı, o zaman bu azap, bu iki şeyin kendisinden südur ettiği kimse için söz konusu olmuş olurdu. Buna göre şayet, “Cenab-ı Hak, burada, “Kim iman ederse, kötü amel işlerse” diyerek, bu iki kısım arasında üçüncü bir kısım zikretmemiştir” denilirse, biz deriz ki, bu kimse, için Mu’tezile’nin dediği manada olmamak şartıyla, bu iki makam arasında üçüncü bir makam bulunur. Bu kimse başlangıçta (kötü amelinden dolayı) azabın içindedir ama devamlı azap içinde tutulanlardan da değildir. Bu kimse de ahirette, bahçeler ve bağlar içindedir. Ancak ne var ki bu, tamamiyle sevinci tatmış kimselerden değildir. Bütün bunlar vaat hükmüne göredir.
Cenab-ı Hak, birinci ifadede fiil sıygasıyla يُحْبَرُونَ buyurmuş ama مُحْبَرُونَ dememiştir... Diğer ifadede isim sıygasıyla مُحْضَرُونَ buyurmuş, fiil sıygasıyla يحضرون dememiştir.
Çünkü fiil sıygası teceddüt ifade eder, ikisi ise buna delalet etmez. O halde bu demektir ki manası, "Onlara anbean, kendisiyle mesrur olacakları şeyler getir, yenilir. Ama kâfirlere gelince, onlar o azaba girdiler mi hep orada hazır tutulurlar" şeklindedir. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kelam, anılan iki fırkanın halini beyan etmektedir. Bu bahçeden murad, cennettir. (Ebüssuûd)