لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لِيَجْزِيَ | mükafatlandırması için |
|
2 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
3 | امَنُوا | inanan(ları) |
|
4 | وَعَمِلُوا | ve yapanları |
|
5 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
6 | مِنْ | -ndan |
|
7 | فَضْلِهِ | lutfu- |
|
8 | إِنَّهُ | doğrusu O |
|
9 | لَا |
|
|
10 | يُحِبُّ | sevmez |
|
11 | الْكَافِرِينَ | kafirleri |
|
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
لِ harfi, يَجْزِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يَمْهَدُونَ fiiline müteallıktır.
يَجْزِيَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile irablanır.
مِنْ فَضْلِ car mecruru يَجْزِيَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الصَّالِحَاتِ kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
İsim cümlesidir. Ta’liliyyedir. Takdiri; يجزي الكافرين إنّه لا يحبّهم (Kâfirleri cezalandırır, çünkü onları sevmez.) şeklindedir.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُحِبُّ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْكَافِر۪ينَ mef’ûlun bih olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
يُحِبُّ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi حبب ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta’riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
الْكَافِر۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi كفر olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِيَجْزِيَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْ فَضْلِه۪ۜ
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lil ve akabindeki cümle, masdar teviliyle önceki ayetteki يَمْهَدُونَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيَجْزِيَ fiilinin mef’ûlü konumundaki ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafât, S.107)
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا ’ya atfedilmiştir.
يَجْزِيَ fiiline müteallik olan car mecrur مِنْ فَضْلِه۪ۜ izafetinde Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan فَضْلِ şan ve şeref kazanmıştır.
Burada عملوا الصالحات ibaresinin aslı عَمِلُوا الأعمال الصالحات şeklindedir. Mevsûf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcâz-ı hazif sanatıdır.
لِيَجْزِيَ kelimesi يَمْهَدُونَ filine müteallik olup, onun niçin yapıldığını gösterir. مِنْ فَضْلِه۪ yani onlara verilmesi gereken sevap ve karşılığını tam olarak verdikten sonra fazladan vererek. Bu ifade, kinayeye benzemektedir; çünkü fazlalık, asıl sevaba tabidir. Dolayısıyla bu ancak, tabi olduğu sevap hasıl olduktan sonra olur. Veya Allah bununla, sevabı demek olan bağış ve ihsanını (atasını) kastetmiştir; çünkü Araplara göre füzul ve fevazıl, bağış ve ihsanlar anlamındadır.
İman edip salih amel işleyenler ifadesinin, (daha önce geçtiği halde) yerine zamir kullanılmayarak sarih isim halinde tekrar edilmesi, salih müminden başkasının Allah katında felah bulamayacağını iyice anlatmak içindir. O, inkârcı nankörleri elbette sevmez! sözü, mefhûm-i muhalifleriyle biri diğerinin anlamını gösteren sözleri karşılıklı kullanmak (tard ve aks) suretiyle, tekrar tekrar anlatmak içindir. (Keşşâf)
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, haberi menfi muzari fiil cümlesi olan faide-i haber inkâri kelamdır.
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde bu terkip; hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Allah, onları iki fırkaya ayırır ki, her fırkaya ameline göre karşılık versin. Maksut olan bizzat müminlerin mükâfatı olduğu için, gaye konusunda o zikredilmiştir. Bu mükâfat, lütuf olarak ifade edilmiş; çünkü mükâfatlar, zorunluluk değil lütuf kabilindendir.
İkinci fırkanın cezasına da, "şüphesiz Allah, kâfirleri sevmez’’ cümlesiyle işaret edilmiştir. Zira Allah'ın sevmemesi, O'nun öfkelenmesinden kinayedir ki, o da, mutlaka cezayı gerektirmektedir. (Ebüssuûd)
اٰمَنُوا - كَافِر۪ينَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْكَافِر۪ينَ cümlesi, kendisinden önce gelen cümleye ta’lil olarak kafirlerin lütuftan mahrum bırakılacaklarını bildirmektedir. Yani mü’minlerin mükafatı kendilerine lütuf ve ihsan olarak bol bol verilecek, kafirlerin cezası ise belirli olup adilane bir şekilde o cezaya uğratılacaklardır. (Âşûr)