وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذ۪يقَكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمِنْ | -nden (biri de) |
|
2 | ايَاتِهِ | O’nun ayetleri- |
|
3 | أَنْ |
|
|
4 | يُرْسِلَ | göndermesidir |
|
5 | الرِّيَاحَ | rüzgarları |
|
6 | مُبَشِّرَاتٍ | müjdeler olarak |
|
7 | وَلِيُذِيقَكُمْ | size tattırması için |
|
8 | مِنْ | -nden |
|
9 | رَحْمَتِهِ | rahmeti- |
|
10 | وَلِتَجْرِيَ | ve yürümesi için |
|
11 | الْفُلْكُ | gemilerin |
|
12 | بِأَمْرِهِ | buyruğuyla |
|
13 | وَلِتَبْتَغُوا | ve aramanız için |
|
14 | مِنْ | -ndan |
|
15 | فَضْلِهِ | O’nun lutfu- |
|
16 | وَلَعَلَّكُمْ | belki |
|
17 | تَشْكُرُونَ | şükredersiniz (diye) |
|
Her gün iç içe yaşadığımız ve çoğu defa sıradan durumlar olarak algıladığımız tabiat olaylarının gerçekte Allah’ın birliğinin ve kudretinin açık kanıtları olduğu ve aklını işleten kimselerin bunlardan önemli sonuçlar çıkarabileceği Kur’an’da değişik vesilelerle belirtilmiştir. Doğal çevrede ortaya çıkan bozulmaya değinilen 41. âyetten sonra bu hususa dikkat çekilmesi de oldukça mânidardır. Buna göre tabiat, Allah’ın verdiği düzenle işlerken yaratanına kanıt değeri taşıyacak kadar mükemmeldir; ne var ki bu, insan eliyle bozulabilmektedir (rüzgârların estirilmesi, gemilerin yüzmesinin sağlanması, bulutların harekete geçirilmesi, yağmurun yağdırılması, ölümünden sonra toprağa can verilmesi ile ilgili açıklamalar için bk. Bakara 2/164; İbrâhim 14/32-34; Hicr 15/22-23; Nahl 16/10-11, 14-16; İsrâ 17/66; 49. âyette geçen müblisûn kelimesinin açıklaması için bk. 12. âyetin tefsiri).
47. âyette yer alan ve “İnananlara yardım etmek de bize düşer” şeklinde tercüme edilen cümlenin lafzına bakarak, müminlerin Allah’a karşı hak iddia edebilecekleri ve O’nun da kendilerine karşı görevinin bulunduğu gibi bir anlam çıkarmamak gerekir. Zira bu, inananların Allah katındaki dereceleriyle ilgili bir iltifat ifadesi olup onlara moral verme ve onları onurlandırma amacı taşımaktadır. Hz. Peygamber’in, “Şayet müslüman bir kimse din kardeşinin namusunu müdafaa ederse, Allah’ın da kıyamet günü mutlaka onu cehennem ateşinden korumasını hak eder” buyurduktan sonra âyetin bu cümlesini okuduğu rivayet edilmiştir (Zemahşerî, III, 207).
51. âyetteki “onu” anlamına gelen zamirin, bitkinin ve rüzgârın veya bulutun yerini tuttuğuna dair görüşler vardır (Şevkânî, IV, 265). Bütün bu yorumların ortak noktası şudur: Allah Teâlâ insanları sınamak üzere onlara bazı sıkıntılar verdiğinde, meselâ onlara zarar veren bir rüzgâr gönderdiğinde hemen tavırları değişir, kendilerine verilen nimetleri unutup inkâra kalkışırlar veya nankörlüğe yeltenirler (52 ve 53. âyetlerin açıklaması için bk. Neml 27/80-81. âyetlerin tefsiri).
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذ۪يقَكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪
وَ istînâfiyyedir. مِنْ اٰيَاتِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مِنْ harf-i ceri mecruruna ibtidaiyye, ba’z, tebyin, karşılaştırma, zaid, sebep, bedel – karşılık, iki şeyi birbirinden ayırt etmek gibi manalar kazandırabilir. Burada baz (bir kısım) manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَنْ ve masdar-ı müevvel muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
يُرْسِلَ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الرِّيَاحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مُبَشِّرَاتٍ hal olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, يُذ۪يقَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mukadder fiile müteallıktır. Takdiri; يرسلها (Onları gönderir.) şeklindedir.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى) ’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ) ‘den sonra, 6) Sebep fe (فَ) ’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُذ۪يقَ mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مِنْ رَحْمَتِه۪ car mecruru يُذ۪يقَكُمْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يُرْسِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi رسل ’dir.
لِيُذ۪يقَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi ذوق ‘dır.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), ta'riz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪
وَ atıf harfidir. لِ harfi, تَجْرِيَ fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mukadder fiile müteallıktır. Takdiri, يرسلها (Onları gönderir.) şeklindedir.
تَجْرِيَ mansub muzari fiildir. الْفُلْكُ fail olup lafzen merfûdur. بِاَمْرِه۪ car mecruru تَجْرِيَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِتَبْتَغُوا atıf harfi وَ ‘la لِتَجْرِيَ ‘a matuftur.
لِ harfi, تَبْتَغُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte mukadder fiile müteallıktır. Takdiri; يرسلها (Onları gönderir.) şeklindedir.
مِنْ فَضْلِه۪ car mecruru تَبْتَغُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِتَبْتَغُوا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi بغي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
İsim cümlesidir. Atıf harfi وَ ‘la mukadder ta’lil cümlesine matuftur. Takdiri; فعل ذلك لعلّكم تفلحون ولعلّكم تشكرون (Felaha ermeniz ve şükretmeniz için bunu yaptı.) şeklindedir.
لَعَلَّ , terecci harfidir. Vukuu mümkün durumlarda kullanılır. İsim cümlesinin önüne gelir. إنّ gibi ismini nasb haberini ref eder.
Tereccî, husûlü arzu edilen ve sevilen, imkân dahilinde olan bir şeyin istenmesidir.
كُمْ muttasıl zamir لَعَلَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubdur. تَشْكُرُونَ fiili لَعَلَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
تَشْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذ۪يقَكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪
وَ istînâfiyyedir. İlk cümle sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ ibaresi, bu sûrede 7. kez geçmiştir. Öncekilerle arasında tekrîr ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Adeta bu mana zihnimize kazınmıştır.
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur مِنْ اٰيَاتِه۪ٓ mahzuf mukaddem habere mütealliktir.
Masdar harfi اَنْ ve akabindeki يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ cümlesi, masdar teviliyle muahhar mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
الإرْسالُ (göndermek) kelimesi, الوُصُولِ (ulaşma)’ya takdiren müsteardır. Yani rüzgârların oluşumunu ve onları yağmura ihtiyacı olan bir beldelere yönlendiren nizamı takdir etmek demektir. (Âşûr)
الرِّيَاحَ için hal olan مُبَشِّرَاتٍ , zi-l halin durumuna işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
المُبَشِّراتُ (Müjdeler): Hayır ve bereketin habercisidir. O da yağmurdur. Müjdenin aslı: Mutluluk veren haberdir. Bu sebeple rüzgârlar, sevindirici haberler veren elçilere benzetilmiştir. (Âşûr)
Bu rüzgarlardan murad, sabâ, kuzey ve güney rüzgârlardır. Zira bunlar rahmet rüzgarlarıdır. Günbatısı rüzgarı ise, azap rüzgarıdır. Peygamberimizin: "Allah'ım! Onları rüzgârlar (üç rüzgar) kıl; tek rüzgâr kılma!" hadisi de, bunu anlatmaktadır. (Ebüssuûd)
Sebep bildiren harf-i cer lam-ı ta’lil ve akabindeki لِيُذ۪يقَكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ cümlesi, masdar teviliyle, takdir edilen يرسلها (Onları gönderir.) fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
ولِيُذِيقَكُمْ sözü مُبَشِّراتٍ ‘e matuftur. Çünkü مُبَشِّراتٍ (müjdeciler) kelimesi ulaştırma(gönderme) kelimesi için ta’lil olarak gelmiştir. (Âşûr)
مِنْ ibtidaiyye manasındadır. Allah’ın rahmeti ise, yağmurdur. (Âşûr)
Aynı üslupta masdar-ı müevvel olan وَلِتَجْرِيَ الْفُلْكُ بِاَمْرِه۪ cümlesi ve وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ cümlesi ilk masdar-ı müevvele matuf ve onun gibi mukadder يرسلها (Onları gönderir.) fiiline mütealliktir.
Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olmaları فَضْلِ , اَمْر , رَحْمَتِ için tazim ve teşrif ifade eder.
Rüzgârı gönderme sebeplerinin sıralanması taksim sanatıdır.
Rahmeti tattırmak ifadesinde istiare vardır. Rahmet arzu edilen lezzetli bir yemeğe benzetilmiştir.
Tattırılan rahmetten murad, ilâhi rahmetin sonuçlardır. Diğer bir rivayete göre ise, yağmur yağmasına bağlı olarak meydana gelen bolluktan yahut rüzgârın esmesiyle beraber hasıl olan ferahlıktır. (Ebüssuûd)
مُبَشِّرَاتٍ - رَحْمَتِه۪ - فَضْلِه۪ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Atıf da مُبَشِّرَاتٍ 'in gösterdiği mahzuf illete veya mana itibariyle مُبَشِّرَاتٍ 'adır ya da sebep bildiren fiili gizlemekle (يُرْسِلَ ( لِتَجْرِيَ fiilinedir ki, onu da gemilerin onun emriyle akması ve onun lütfundan aramanız için kavli göstermektedir. (Beyzâvî)
Aranan rızıktan murad da deniz ticaretiyle elde edilen rızıktır. (Ebüssuûd)
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ٓ اَنْ يُرْسِلَ الرِّيَاحَ مُبَشِّرَاتٍ وَلِيُذ۪يقَكُمْ مِنْ رَحْمَتِه۪ [Rüzgârları müjdeleyici olarak göndermesi onun delillerindendir. Rahmetinden size tattırması... için böyle yaptı] ayetinde ıtnâb vardı. Bu ıtnâb, birçok nimeti saymak için yapılmıştır. Halbuki وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ (lütfunu aramanız için) demek yeterliydi. Fakat Allah, kullarına nimetlerini hatırlatmak için sözü uzattı. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
تَبْشيرألرِّياح ifadesinde istiare vardır. Bununla kastedilen, yağmurlardan önceki olağan rüzgâr esmeleridir. Burada الرِّيَاحَ , müjdeler söyleyen konuşma رَحْمَتِ ‘ten (yağmurdan) önce gelmesi beklenen yağmur yerine kullanılmıştır. Birçok ayette geçen rahmet yağmurdan kinayedir. Rahmet yağmura sebep olduğundan, onun yağmur anlamında kullanılması sebebiyye ilgisi ile mürsel mecaz olur. (Şerîf er-Râdî, Kur’an Mecazları)
وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ
Ayetin fasılası, takdiri فعل ذلك لعلّكم تفلحون (Felaha ermeniz için bunu yaptı.) olan, mukadder istînâfa matuftur. Vukuu mümkün durumlarda kullanılan tereccî harfi لَعَلَّ ‘nin dahil olduğu isim cümlesi, gayrı talebî inşâî isnaddır.
Cümlede müsned olan تَشْكُرُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
“Umulur ki” anlamında olan لَعَلَّ , Allah Teâlâ’ya isnad edildiğinde “...olsun diye, ...olması için” şeklinde tercüme edilir. Dolayısıyla cümle vaz edildiği inşâ formundan çıktığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
لَعَلَّ gerçek kullanımında ümit ve beklenti tesis etmek içindir. Bazen mecâz-ı mürsel yoluyla inkâr ve tahzir (sakındırma) manasında da kullanılabilmektedir. (İbn Âşûr)
لَعَلَّ kelimesi ihtimal ilişkisi kurar. َTevakku anlamı da vardır. Tevakku istenilen bir şeyin gerçekleşmesini ummak/beklemek, istenmeyen bir şeyden de endişe duymaktır.
لَعَلَّ edatı gerçekleşmesi mümkün olan şeylere hastır. لَعَلَّ ’nin ifade ettiği ihtimal, bir şeyin gerçekleşmesiyle gerçekleşmemesinin eşit olması durumudur. el-Mâleki İbn Hişâm gibi bazı nahivciler buna tevakku demektedirler. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
تَشْكُرُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
يُذ۪يقَ /Tattırma ifadesinin, az olan şeyler hakkında kullanıldığını daha evvel söylemiştik. Binaenaleyh dünyanın işi ve menfaati aslında az, rahatı geçici ve yetersiz olduğu için, burada يُذ۪يقَ kullanılmıştır. Ahirette ise Cenab-ı Hak, onları bol bol rızıklandıracak ve onlara beka verecektir. (Fahreddin er-Râzî)