Secde Sûresi 10. Ayet

وَقَالُٓوا ءَاِذَا ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ بَلْ هُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ  ...

(Kâfirler dediler ki:) “Biz toprakta yok olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacakmışız? Hayır, onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالُوا ve dediler ق و ل
2 أَإِذَا sonra mı?
3 ضَلَلْنَا biz kaybolduktan ض ل ل
4 فِي
5 الْأَرْضِ toprakta ا ر ض
6 أَإِنَّا biz mi?
7 لَفِي içinde olacağız
8 خَلْقٍ bir yaratılış خ ل ق
9 جَدِيدٍ yeni ج د د
10 بَلْ doğrusu
11 هُمْ onlar
12 بِلِقَاءِ kavuşmayı ل ق ي
13 رَبِّهِمْ Rablerine ر ب ب
14 كَافِرُونَ inkar edenlerdir ك ف ر
 

İnkârcıların toprağa karışıp gittikten sonra yeniden yaratılmayı alaycı bir üslûpla eleştirmelerine değinilmekte ve “Gerçek şu ki, onlar rablerinin huzuruna çıkacaklarını inkâr etmekteler” denilerek, onların Allah’ın huzurunda hesaba çekileceklerini, bir başka anlatımla sadece öldükten sonra dirilmeyi değil bütünüyle âhiret hayatını inkâr ettiklerine dikkat çekilmektedir (Zemahşerî, III, 320; Şevkânî, IV, 288). Âyetin ifade akışı, onların bu tutumunun, Allah’ın varlığını inkâr etmekten değil, cesetlerinin çürümesinden sonra yeniden can kazanmasını kabullenmek istememelerinden kaynaklandığını göstermektedir; nitekim başka birçok âyette de belirtildiği üzere onlar Allah’ın varlığını ve kudretini kabul etmekteydiler.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 351-352
 

وَقَالُٓوا ءَاِذَا ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. قَالُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli şart ve cevap cümlesidir. قَالُوا  fiilinin mef'ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. Hemze istifham harfidir. 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ’dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a) إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b) إِذَا ’nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ’nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ضَلَلْنَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

ضَلَلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

فِي الْاَرْضِ  car mecruru ضَلَلْنَا  fiiline mütealliktir.

ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍ  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, نبعث أو نخرج  (yeniden diriltiriz) şeklindedir. 

Hemze istifham harfidir.  اِنَّ  tekid ifade eder isim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

لَ  harfi  اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.  

لَف۪ي خَلْقٍ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. جَد۪يدٍ  kelimesi خَلْقٍ ’in  sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere “sıfat” denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَت)”dır. 

Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata “hakiki sıfat”, dolaylı olarak niteleyen sıfata da “sebebi sıfat” denir.

Sıfat ile mevsûftan oluşan tamlamaya “sıfat tamlaması” denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir. Sıfat mevsûfuna dört açıdan uyar: Cinsiyet, Adet, Marifelik - nekirelik, İrab.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

HAKİKİ SIFAT: 1. Müfred olan sıfatlar, 2. Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. MÜFRED OLAN SIFATLAR: Müfred olan sıfatlar genellikle ismi fail, ismi mef'ûl, mübalağalı ismi fail, sıfatı müşebbehe, ismi tafdil, masdar, ismi mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. CÜMLE OLAN SIFATLAR: Üçe ayrılır: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibhi cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 بَلْ هُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ

 

بَلْ  idrab ve atıf harfidir.Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrab denir.  “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

Munfasıl zamir  هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. بِلِقَٓاءِ  car mecruru كَافِرُونَ ’ye mütealliktir.  رَبِّهِمْ  muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. كَافِرُونَ  mübtedanın haberi olup ref alameti و ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle irablanırlar.

كَافِرُونَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  كفر  fiilinin ism-i failidir.

İsm-i fail: Eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَقَالُٓوا ءَاِذَا ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ 

 

وَ  istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi kâfirlerin sözlerini bildiren müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالُٓوا  fiilinin mekulü’l-kavli, şart üslubunda gelmiştir.  ءَاِذَا ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ  şart cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart manalı müstakbel zaman zarfı  اِذَا ’nın muzafun ileyhi olan  ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Halidî, Vakafat, s. 107)

İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen taaccüp ve inkâr amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır. 

Şartın takdiri  نبعث …[yeniden diriltiriz] olan  cevabının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. 

Bu takdire göre mahzuf cevap ve mezkur şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır. 

Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi) 

ءَاِذَا ضَلَلْنَا [Toprak içinde kaybolduğumuz za­man gerçekten biz mi yeniden yaratılacağız?] cümlesi istifhâm-ı inkârîdir. Maksat, alay etmektir. (Sâbûnî, Safvetu't Tefasir) 

ءَاِنَّا şeklinde istifhamlı ve  اِنَّا  şeklinde istifhamsız okunmuştur. ضَلَلْنَا  ifadesi toprak olduğumuzda ve toprağa karıştığımızda, aynen suyun süt içinde karışıp yok olması gibi ondan ayrılmaz bir hal aldığımızda; yahut gömülmek suretiyle toprakta kaybolduğumuzda demektir. Hz. Ali ve İbn Abbas, lam’ın kesresi ile  ضللِنا  şeklinde okumuşlardır. (Keşşaf) 

ضَلَلْنَا  ifadesinde istiâre vardır. Çünkü o [toprağın içinde kaybolmak] ölüm halinden ibarettir. Ölü ise (sapma, helak olup gitme) demek olan  ضَلَلْ  ile nitelenemez. Onun için ayet, [Yere defnedilip de organlarımızın dağılıp parçalanmasıyla kayıp ve yitik şeyler haline dönüştüğümüz zaman mı diriltilmemiz başlayacak, hayatımız yenilecek?] anlamına gelir. Sanki onlar bu sözü, ölüm sonrası dirilişi uzak bir ihtimal sayma, tuhaf ve garip bulma yollu söylemişlerdir. Bu sebeple Allah Teâlâ onlara kendi bilgisinin dışında kalıp kaybolmayacaklarını, çürümüş kemik, toprak ve parçalar yığını haline gelseler bile Allah’ın onları toplayıp bir araya getirmesinden kurtulamayacaklarını bildirmiş oluyor. Nitekim Arap örfünde bir şeyin başka bir şeye üstün gelip onu sarmak ve kapsamak suretiyle bünyesinde kayıp duruma getirdiği her bir şey için (o onun içinde kayboldu) denir. Nitekim ölüleri gömenlere de  مضللون (kaybedenler) adı verilir. Çünkü onlar ölüleri toprak içinde kaybederler. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları) 

Bu ayetin başındaki vav, onlardan daha önce sâdır olan hususlara atıftır. Çünkü onlar, “Muhammed, Allah’ın peygamberi değildir. Allah bir değildir. Haşr (diriliş) de mümkün değildir” diyorlardı. (Fahreddin er-Razi) 

Allah Teâlâ, onların, Hz. Muhammed’i (s.a.), peygamberliği hususunda yalanladıklarını anlatmak için muzârî sıygasıyla, يَقُولُونَ (Secde Suresi, 3); onların, Hz. Muhammed’i (s.a.), haşr konusunda yalanlamalarını ifade için de mazî sıygasıyla قَالُٓوا  buyurmuştur. Çünkü onların, Hz. Muhammed’i (s.a.), peygamberliği hususunda yalanlayışları daha önceden mevcut değildir. Bu, meydana geldiği anda olan bir durumdur. İşte bu sebeple, “diyorlar...” -yani “onlar bu hale düştüler” buyurmuş; onların haşri inkâr etmeleri ise hem onlardan hem daha önce atalarından sâdır olmuş bir hal olduğu için “dediler...” ifadesini kullanmıştır. (Ebüssuûd)

ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ 

 

Mukadder şartın cevabına tefsiriyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp taaccüp ve inkârî manada geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

اِنَّ  ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Cümlede icaz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي خَلْقٍ  cümlesi  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

جَد۪يدٍ  kelimesi  خَلْقٍ  için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

خَلْقٍ ’daki tenvin nev ifade eder.

خَلْقٍ جَد۪يدٍ  ifadesinde istiare vardır. Çünkü onun aslı “kesmek” anlamındaki  جد ’nin masdarından türetilmiştir. Nitekim bez/kumaş, dokunduğu tezgâhtan kesildiği vakit veya giyecek kişinin giymesi için biçildiği zaman  قَدْ  جُدَّ اَلْثَوْبُ فهوجَدِيدٌ  (Kumaş yeni biçilmiştir, o yeni biçilendir) denir. Allahu a’lem, burada  ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ  (ayeti) ile kastedilen, yeniden yaratılıp mükâfat ve ceza göreceği yere iade edilmesi haliyle insanın, dokuma işlemi bittikten sonra dokuma tezgâhından kesilen bez/kumaş gibi olacağının anlatılmasıdır. (Şerîf er-Râdî, Kur'an Mecazları, Rad Suresi 5)

إنّا لَفي خَلْقٍ جَدِيدٍ  cümlesinin  إنَّ  ile tekid edilmesi Kur'anda olan ve hayrete düştükleri yeniden yaratılışın tekidini rivayet ettikleri içindir. في  harfi de mecazi zarfiyyedir. Musahabe manasındadır. (Âşûr)

 

بَلْ هُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümleye dahil olan  بَلْ  idrab harfidir. İntikal için gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur   بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ , siyaktaki önemine binaen müsned olan amili  كَافِرُونَ ’ye takdim edilmiştir. Bu takdimle fasılaya riayet de sağlanmıştır.

Müsned olan  كَافِرُونَ, ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.

İsim cümlesinde yer alan ism-i fail, çoğunlukla sübût ve süreklilik anlamı ifade eder. Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail ise hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. İsm-i fail, isim cümlesi bağlamında kullanılıp başında tekid lamı (lâm-ı muzahlaka) bulunursa, bu durum sübut manasını artırır. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur'an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)

بَلْ  idrab harfidir. Atıf edatlarındandır. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, sadece matufu iʻrâb yani hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

Müsned olan  كَافِرُونَ, durumun devamlılığına işaret etmiştir.

İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meâni İlmi)

Kafirlere aid zamirin Rabb ismine izafesi onları tevbih içindir. Rahmeti bol olana kavuşmayı inkâr etmeleri daha da akılsızcadır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için Rabb isminde tecrid sanatı vardır.

Rabbleri ile karşı karşıya gelmek’ten maksat, ölüm meleği ile karşılaşıp arkasından yaşanacak olanlarla nihaî sona ulaşmak demektir. (Keşşâf)

“Dediler ki: Biz mi yeniden yaratılacağız? Hayır, onlar Rabblerine kavuşmayı inkâr edenlerdir” buyurmuştur. Bu ifadedeki بَلْ (hayır) kelimesi, birinci cümleden bir idrâb olup “Onlar sırf ikinci yaratılışı inkâr etmiyorlar. Hayır, aksine onlar ahiretin her şeyini inkâr ediyorlar. İkinci yaratılışı (dirilişi) kabul etmiş olsalardı bile azabı ve mükâfatı kabul etmezlerdi” demektir. Yahut şöyle de diyebiliriz: “Bu, ‘Onlar ba’si (dirilişi) doğrudan doğruya inkâr etmediler. Aksine kâfir oldukları için, onu inkâr ettiler. Çünkü onlar, aslında azabı ve mükâfaatı inkâr ediyorlardı. Dolayısıyla o aza*p ve mükâfata ulaştıracak olanı da inkâr ettiler’ demektir.” (Fahreddin er-Razi)