وَمَا يَسْتَوِي الْاَحْيَٓاءُ وَلَا الْاَمْوَاتُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِــعُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُسْمِــعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ve olmaz |
|
2 | يَسْتَوِي | eşit |
|
3 | الْأَحْيَاءُ | dirilerle |
|
4 | وَلَا | ve |
|
5 | الْأَمْوَاتُ | ölüler |
|
6 | إِنَّ | şüphesiz |
|
7 | اللَّهَ | Allah |
|
8 | يُسْمِعُ | işittirir |
|
9 | مَنْ | kimseye |
|
10 | يَشَاءُ | dilediği |
|
11 | وَمَا | yoksa değilsin |
|
12 | أَنْتَ | sen |
|
13 | بِمُسْمِعٍ | işittirecek |
|
14 | مَنْ | kimselere |
|
15 | فِي | içindeki |
|
16 | الْقُبُورِ | kabirler |
|
وَمَا يَسْتَوِي الْاَحْيَٓاءُ وَلَا الْاَمْوَاتُۜ
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَسْتَوِي fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. الْاَحْيَٓاءُ kelimesi fail olup lafzen merfûdur.
Nefy harfi لَا olumsuzluğu tekid eder.
الْاَمْوَاتُ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْاَحْيَٓاءُ kelimesine matuftur.
يَسْتَوِي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِــعُ مَنْ يَشَٓاءُۚ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. يُسْمِــعُ مَنْ يَشَٓاءُ cümlesi اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
يُسْمِــعُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يَشَٓاءُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. يَشَٓاءُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
يُسْمِــعُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سمع ’dir.
İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
وَمَٓا اَنْتَ بِمُسْمِــعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ
وَ atıf harfidir. مَا olumsuzluk harfi olup لَيْسَ gibi amel eder. İsmini ref haberini nasb eder. اَنْتَ munfasıl zamir, مَٓا ‘nın ismi olup mahallen merfûdur.
بِ harf-i ceri zaiddir. مُسْمِــعٍ lafzen mecrur, مَٓا ‘nın haberi olarak mahallen mansubdur.
Müşterek ism-i mevsûl مَنْ , ism-i fail olan مُسْمِــعٍ ‘ın ism-i mef’ûlu olarak mahallen mansubdur.
İsmi mef’ûlün fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır. 5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
İsm-i mefûl, türediği fiilin meçhulü gibi amel eder. Yani kendisinden sonra naib-i fail alır. Ondan sonra gelenler de mef’ûl olur. Burada kendisinden önce olumsuzluk edatı vardır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فِي الْقُبُورِ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir.
مُسْمِــعٍ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَمَا يَسْتَوِي الْاَحْيَٓاءُ وَلَا الْاَمْوَاتُۜ
Ayet isti’nafa yani 19. Ayete matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. مَا , nafiyedir. Nefy harfinin tekrarı tekid ifade eder. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Rûhu'l Meânî'de başına olumsuzluk ifade eden مَا harfi gelen muzari fiilin teceddüdî istimrara delalet ettiği yazılıdır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.224)
Ayette istiare sanatı vardır. الْاَحْيَٓاءُ ve الْاَمْوَاتُۜ kelimeleri iman ve delalet için müstear olmuştur. Müstearun minh olan الْاَحْيَٓاءُ ve الْاَمْوَاتُۜ kelimeleri zikredilip, müstearun leh olan iman ve küfür hazf edilmiştir.
الْاَحْيَٓاءُ - الْاَمْوَاتُۜ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Cenab-ı Hak, ["(Hülasa) dirilerle ölüler bir olmaz"] buyurmuştur. Yani, "Allah'ın indirdiğine iman eden müminler ile, kendilerine apaçık ayetler okunduğu halde bunlardan yararlanmayan ölüler bir olmaz" demektir. İşte bu kimseler, iman eden kimselerin imanından sonradırlar. Cenab-ı Hak, müminlerin hayatı, (iman sayesinde) hayat bulmaları, muannit kâfirlerin ölümünden önce bulunduğu için o kâfirleri müminlerden sonra zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِــعُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُسْمِــعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Lafza-i celal mübteda, müspet muzari fiil sıygasındaki يُسْمِعُ مَنْ يَشَٓاءُۚ cümlesi haberdir.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ , isim cümlesi isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, teberrük ve telezzüz amacına matuftur.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
يُسْمِعُ fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَنْ ‘in sılası olan يَشَٓاءُۚ , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَمَٓا اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ cümlesi makabline tezat nedeniyle atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden menfi isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Nefy harfi مَٓا , nakıs fiil ليس gibi amel etmiştir. مَٓا ‘nın haberi بِمُسْمِعٍ ‘ye dahil olan بِ harfi zaiddir. Tekid ifade eder.
İsm-i fail vezninde gelen بِمُسْمِعٍ ‘in mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul مَنْ ‘in sılası mahzuftur. فِي الْقُبُورِ , bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَٓاءُۚ cümlesiyle, وَمَٓا اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ cümlesi arasında mukabele ve tertipli leff ve neşir sanatı vardır. (Âşûr)
يُسْمِعُ - مُسْمِعٍ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Zuhaylî’nin ifadesiyle 19-22. ayet-i kerîmelerdeki الْاَعْمٰى - الْبَص۪يرُۙ ve النُّورُۙ - الظُّلُمَاتُ ve الْحَرُور - الظِّلُّ ve الْاَحْيَٓاءُ - الْاَمْوَاتُ kelimeleri arasında tıbâk bulunmaktadır. O, tefsir kısmında şu açıklamaları yapmaktadır: Kör ile gören, karanlıklarla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Bu, Allah Teâlâ’nın müminler ve kâfirler için verdiği bir örnektir. Birbirine zıt, hakikatleri ve faydaları farklı olan bu şeyler birbirine eşit olmadığı gibi Allah’ın dinini görmeyen, tanımayan kâfir ile doğru yolu tanıyan, buna uyan ve boyun eğen mümin de birbirine eşit olmaz. Küfür karanlıklarıyla iman nuru veya batıl ile hak ya da sevap ve ceza yahut cennet ve cehennem bir olmaz. Mümin hakkı işiten ve gören, dünya ve ahirette doğru yol üzere bir nur içinde yürüyen, nihayetinde cennetlere yerleşecek olan kimsedir. Kâfir ise hakkı görmeyen ve duymayan, çıkışı olmayan karanlıklarda yürüyen, dünya ve ahirette sapıklığı ve azgınlığı içinde kaybolan, sonunda sıcak/yakıcı cehenneme yerleşecek olan kişidir. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Yani kalpleri, gönülleri ve hissiyatı diri olan müminlerle, kalpleri ve duyguları ölü kafirler bir olmaz. Bu misaller mümin, iman ve akıbeti ile kâfir, küfür ve akıbetinin misalleridir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
مَٓا اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ ["Sen mezarlardakilere duyuracak değilsin”] bu küfürde ısrar edenleri ölülere benzetmenin terşihidir (müşebbehün bihin mülayimidir) ve umutlarını kesmek için mübalağadır. (Beyzâvi)
Bu ayette maksat, Hz Peygamber (sav)'i teselli etmektir. Çünkü Cenab-ı Hak peygamberine, onlara fayda veremeyeceğini ve onlara duyuramayacağını beyan edince, peygamberine, "Bunlara ancak Allah duyurur, dinletir. Çünkü O, sağır bir kaya parçası dahi olsa, dilediği kimselere ve istediği kimselere dinletir ve duyurur. Sen ise, kabirdekilere (yani onlar gibi olan kâfirlere) duyuramazsın. Binaenaleyh, onların hesabından hiçbir şey sana terettüp etmez" buyurmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
Bu kelam, küfürde ısrar eden kâfirlerin ölülere benzetilmesinin bir takviyesi mahiyetinde olup Peygamberimizin, onların imana gelmesinden umudunu tamamen kesmek içindir. (Ebüssuûd)