Fâtır Sûresi 38. Ayet

اِنَّ اللّٰهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  ...

Şüphesiz Allah, göklerin ve yerin gaybını bilendir. Şüphesiz O, göğüslerin özünü (kalplerde olanı) hakkıyla bilendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 اللَّهَ Allah
3 عَالِمُ bilendir ع ل م
4 غَيْبِ gaybını غ ي ب
5 السَّمَاوَاتِ göklerin س م و
6 وَالْأَرْضِ ve yerin ا ر ض
7 إِنَّهُ şüphesiz O
8 عَلِيمٌ bilir ع ل م
9 بِذَاتِ özünü
10 الصُّدُورِ göğüslerin ص د ر
 
Allah Teâlâ’nın ilmine sınır olmadığı hatırlatılıp insanın yeryüzündeki görevine atıfta bulunulduktan sonra birtakım varlıklara tanrılık yakıştıranların ne kadar şuursuzca bir davranış sergiledikleri ortaya konmakta; onlardan, sözde tanrılarının ya yeryüzünde yarattıkları bir nesne göstermeleri veya göklerde paydaşlıklarının bulunduğunu ya da Allah tarafından kendilerine ayrıcalık tanındığına dair bir kanıt verildiğini ispat etmeleri istenmektedir. Ardından da bu hakikatleri görmezden gelen ve şirke batarak haksızlığın en büyüğünü yapan bu kimselerin put, melek, insan vb. varlıkların kendilerine şefaatçi olacaklarını iddia edip birbirlerini ayartmalarının birer aldatmacadan ibaret olduğu belirtilmektedir (halife kelimesinin anlamları ve Kur’an’daki kullanımları hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30).
 

  Ğayebe غيب :

  غَيْبٌ güneş veya başka bir şey gözden gizli, saklı hale geldi, saklandı anlamına gelen غابَ fiilinin mastarıdır.

  Bakara, 2/3 ayetinde geçen غَيْبٌ kelimesi duyuların kapsamına girmeyen ve akıl ile de bilinmeyen şeyler anlamındadır. Bunlar sadece peygamberlerin haber vermeleriyle bilinirler.

  غِيْبَة zikredilmeye muhtaç bırakılmadığı/zorlanmadığı halde insanın başkasında olan ayıplardan söz etmesidir. غَيابَة ye gelince o alçak ya da basık yerdir. Sık ormana da غابَة denmesi buradan gelmektedir. (Müfredat)

   Kuran’ı Kerim’de  türevleriyle 60 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri gayb, gıybet, gıyaben, kayıp, gaybubet ve gâibdir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

اِنَّ اللّٰهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ 

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ  lafza-i celâli  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.

عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ  cümlesi  اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. غَيْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. السَّمٰوَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. الْاَرْضِۜ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. 

عَالِمُ kelimesi, sülasi mücerredi  علم  olan fiilin ism-i failidir.

İsmi fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsmi fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

İsim cümlesidir. اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.

 عَل۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur. بِذَاتِ  car mecruru  عَل۪يمٌ ‘e mütealliktır. الصُّدُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
 

اِنَّ اللّٰهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.  

إِنَّ  ile tekid edilmiş, isme isnad olan bu haber cümlesi sübut ve istimrar ifade eder. Faide-i haber inkârî kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ  ve isim cümlesi sebebiyle birden fazla tekit ifade eden çok muhkem cümlelerdir.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

اِنَّ ’nin haberi olan  عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ  cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber iibtidaî kelamdır.

Bir soruya cevap verilirken çoğunlukla cümlenin başında  إِنَّ  bulunur. Yani, lafzî ve mukadder soruların cevaplarının başında bulunur. Ya da soru soran kişinin, verilecek cevabın aksi bir düşünceye sahip olduğunun bilindiği durumlarda (yani inkar makamında) cevabın başına  إِنَّ  gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Tezayüf nedeniyle  السَّمٰوَاتِ ’ye atfedilen  الْاَرْضِۜ ‘nin zikri, hususun umuma atfı babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

غَيْبِ  -  عَالِمُ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

الْاَرْضِۜ  - السَّمٰوَاتِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.


 اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden,  اِنَّ  ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsned olan  عَل۪يمٌ, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

بِذَاتِ الصُّدُورِ , kalplerin sahibi ifadesinde istiare vardır. Kalp yerine  صُّدُورِ  gelmesi hal-mahal alakasıyla mecazı mürseldir.

اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ  cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah sînelerin özünü bilir. Melzûmu; Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker.  

Ayrıca bu cümlede tağlîb sanatı vardır. Allah Teâlâ yalnız sinedekileri değil, her şeyi bilir. Özellikle ‘sînelerin özünü bilir’ buyurulması, kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir.

صُّدُورِ , kendisinde itikadın bulunduğu mahal demektir. O halde "sudur", o "itikadı barındıran, ona sahip olan"dır. (Fahreddin er-Râzî)

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.

Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murat sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)

 بِذَاتِ الصُّدُورِهِمْ [Onların nefislerinde gizli olan şeyleri] değil, بذات الصدور [Nefislerde gizli olan] şeyleri buyurularak sadece onların nefislerindekini değil, umumi olarak bütün nefislerde gizli olanları bildiği ifade edilmiştir. Ayeti kerimede nefislerde olanlara ait olan bilgisinin mübalağalı olduğunu ifade etmek için  عالم  değil  عليم  buyurulmuştur. Bu son cümle Allahu alem, ilminin genişliğine delalet için  اِنَّ  ile tekid edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C. 2, S. 468)

عَل۪يمٌ  - عَالِمُ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.