Fâtır Sûresi 44. Ayet

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَكَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ عَل۪يماً قَد۪يراً  ...

Yeryüzünde dolaşıp kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl olduğuna bakmadılar mı? Oysa onlar kendilerinden daha da kuvvetli idiler. Göklerdeki ve yerdeki hiçbir şey, Allah’ı âciz bırakacak değildir. Şüphesiz O, hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَوَلَمْ
2 يَسِيرُوا hiç gez(ip dolaş)madılar mı? س ي ر
3 فِي
4 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
5 فَيَنْظُرُوا görsünler ن ظ ر
6 كَيْفَ nasıl ك ي ف
7 كَانَ olduğunu ك و ن
8 عَاقِبَةُ sonunun ع ق ب
9 الَّذِينَ kimselerin
10 مِنْ
11 قَبْلِهِمْ kendilerinden önceki ق ب ل
12 وَكَانُوا onlar idiler ك و ن
13 أَشَدَّ daha güçlü ش د د
14 مِنْهُمْ bunlardan
15 قُوَّةً kuvvet bakımından ق و ي
16 وَمَا ve yoktur
17 كَانَ ك و ن
18 اللَّهُ Allah’ı
19 لِيُعْجِزَهُ engelleyecek ع ج ز
20 مِنْ hiçbir
21 شَيْءٍ şey ش ي ا
22 فِي
23 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
24 وَلَا ve yoktur
25 فِي
26 الْأَرْضِ yerde ا ر ض
27 إِنَّهُ şüphesiz O
28 كَانَ ك و ن
29 عَلِيمًا bilendir ع ل م
30 قَدِيرًا güçlüdür ق د ر
 

Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke müşrikleri, peygamberleri yalanlamadıklarını söyleyip şayet kendilerine gerçek bir peygamber gönderilmiş olsa, eski ümmetlerin yaptığını yapmayacaklarına, yani peygamberi asla inkâr etmeyeceklerine ve onun getireceği mesaja, geçmiş ümmetlere nazaran çok daha fazla sahip çıkacaklarına yemin ediyorlardı. Ama Hz. Muhammed peygamber olarak gönderildiğini açıklayınca ondan sür’atle uzaklaştılar (Taberî, XXII, 145; Râzî, onların yahudileri ve hıristiyanları kınayarak bu tarzda yemin ettikleri görüşünü tarihî verilere uygun bulmaz, bk. XXVI, 33-34). Resûlullah’a ve müslümanlara karşı cephe almalarının sebebi ise –bazı âyetlerde ifade edildiği ve siyer kaynaklarındaki olaylardan anlaşıldığı üzere– açıktı: Resûl-i Ekrem onların beklentilerine göre bir peygamber değildi ve getirdiği mesaj çıkarlarına alet edebilecekleri bir içerik taşımıyordu. Âyetin “herhangi bir ümmetten daha fazla doğru yolu tutacaklarına dair” şeklinde çevrilen kısmı “bulundukları durumdan çok daha iyi bir yol tutacaklarına dair” ve “geçmiş ümmetlerin hepsinden daha iyi olacaklarına dair” şeklinde de anlaşılmıştır (Zemahşerî, III, 278; Râzî, XXVI, 34. “Allah’ın yasaları” diye çevirdiğimiz sünnetullah kavramının Kur’an’daki kullanımları hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/137).

45. âyetin son cümlesi daha çok “Vadeleri dolduğunda ise Allah kime nasıl muamele edeceğini takdir eder veya gereken cezayı verir, çünkü O kullarını hakkıyla görmektedir” tarzında açıklanmıştır (Allah’ın insanları hemen cezalandırmayışının hikmeti ve “canlı” diye tercüme edilen dâbbe kelimesi hakkında bilgi için bk. Nahl 16/61).

 

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَكَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ 

 

Hemze istifham harfidir.  لَمْ يَس۪يرُوا  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la mukadder söze matuftur. Takdiri;  أقعدوا في مساكنهم ولم يسيروا  (Evlerinde oturdular ve yürümediler mi?) şeklindedir.

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. 

يَس۪يرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يَس۪يرُوا  fiiline mütealliktir.

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَنْظُرُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak mahallen mansubdur. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  عَاقِبَةُ  kelimesi,  كَانَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

 مِنْ قَبْلِهِمْ  car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

كَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةً  cümlesi  قَدْ  takdiriyle hal olup mahallen mansubdur.  وَ  haliyyedir. 

كَانُٓوا  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur.

اَشَدَّ  kelimesi,  كَانُوا  ’nun haberi olup lafzen mansubdur.  مِنْهُمْ  car mecruru  اَشَدَّ ‘ye mütealliktır.  قُوَّةً  temyiz olup fetha ile mansubdur.

Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.

(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ

 

وَ  istînâfiyyedir.  مَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâl  كَانَ ‘nin ismi olup lafzen merfûdur.  لِيُعْجِزَهُ  cümlesi,  كَانَ ‘nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

لِيُعْجِزَ  fiiline dahil olan  لِ , lam-ı cuhûddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir. 

أن  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُعْجِزَ  mansub muzari fiildir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مِنْ  harfi zaiddir.  شَيْءٍ  lafzen mecrur, fail olarak mahallen merfûdur. 

فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru  يُعْجِزَ  fiiline mütealliktir.  لَا  zaid harftir.  لَا  nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir.  فِي الْاَرْضِۜ  car mecruru atıf harfi  وَ ‘la makabline matuftur. 

يُعْجِزَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  عجز ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  

 

اِنَّهُ كَانَ عَل۪يماً قَد۪يراً

 

İsim cümlesidir. Ta’liliyyedir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  هُ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

كَانَ عَل۪يماً قَد۪يراً  cümlesi,  اِنَّ  ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ  ’nin ismi, müstetir olup takdiri  هُو  ’dir.  عَل۪يماً  kelimesi, كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubdur.  قَد۪يراً  kelimesi, ikinci haberi olup lafzen mansubdur. 

عَل۪يماً  -  قَد۪يراً  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ

 

Ayet mukadder istinaf cümlesine matuftur. Takdiri;  أقعدوا في مساكنهم (Mekanlarında oturup kaldılar mı?) şeklindedir. 

Menfî muzari fiil sıygasındaki ilk cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

İstifham harfi hemze, inkârî manadadır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, inkâr ve tahkir amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.


 فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَكَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ 

 

Makabline  فَ  ile atfedilen bu cümlenin atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Meczum muzari fiil sıygasındaki cümle istifhama dahildir.

كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ  cümlesi, tefekkür manasındaki  فَيَنْظُرُوا  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. 

كَيْفَ  istifham ismi,  كَانَ ’nin mukaddem haberidir.  كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi,  istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  

كَانَ ’nin muahhar ismi olan  عَاقِبَةُ ‘nun muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur.  مِنْ قَبْلِهِمْ  bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir kastına matuftur.

Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.

قَبْلِ - عَاقِبَةُ  kelimelerinde tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

Akıbet için müzekker fiil kullanılmış,  كَانَتْ  buyurulmamıştır. Çünkü buradaki akibet azap manasındadır. Eğer müennes gelirse cennet manasındadır. Müenneslik ve müzekkerliğin  manaya göre gelmesi makamı gözetmenin hoş misallerindendir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Meânî’n Nahvi, c. 2, S. 52)

كَانَ ’nin haberi soru ismi veya haber ifade eden  كَمْ  gibi başta gelmesi zorunlu isimlerden olursa bu durumda  كَانَ ‘nin haberinden ve isminden önce gelir.

وَكَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ  cümlesine dahil olan  وَ  haliyedir. Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.  اَشَدَّ  haber,  قُوَّةً  temyizdir.

مِنْهُمْ  car mecruru, ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade eden  اَشَدَّ ’ye mütealliktir.

كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Duhan/36, C. 5, s.124

Bilinen nefy üslubu yerine istifhamın tercih edilmesinin sebebi; istifhamda muhatabın aklını uyarmak, harekete geçirmek ve düşünmeye teşvik manası olmasıdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

"Onlar yeryüzüne gezip de, kendilerinden öncekilerin sonları nice olmuştur, görmediler mi?" : Bu kelam, makablinin kanıtı mahiyetindedir ki, Allah'ın, tekzipçileri azaba uğratma adeti her zaman gerçekleşmiştir. Nitekim bu müşrikler de, Şam, Yemen ve Irak'a yaptıkları seferlerde eski azgın ümmetlerin yok olmaları eserlerini bizzat görmektedirler.  (Ebüssuûd ve Âşûr)


وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ

 

وَ  istînafiyyedir. Menfi  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.    

Sebep bildiren lam-ı cuhudun gizli  أنْ ‘le masdar yaptığı  لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ  cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. Masdar-ı müevvel, mecrur mahalde  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

مِنْ شَيْءٍ ’deki  مِنْ  harfi ve  لَا فِي الْاَرْضِۜ ’deki  لَا  harfi zaiddir, tekid ifade ederler.

شَيْءٍ , lafzen mecrur, mahallen merfûdur.  يُعْجِزَهُ  fiilinin failidir.

شَيْءٍ ’deki tenvin kıllet ifade eder. Hiçbir şey anlamına gelir. Nefy sıyakında nekre umum ifade eder. 

الْاَرْضِۜ - سَّمٰوَاتِ  ve  قَد۪يراً - لِيُعْجِزَهُ  gruplarındaki kelimeler arasında tıbâk-ı îcab,  قَبْلِهِمْ - عَاقِبَةُ  arasında tıbâk-ı hafî,  كَانَ - مَا كَانَ  kelimeleri arasında ise tıbâk-ı selb sanatları vardır.

الْاَرْضِۜ -  السَّمٰوَاتِ  ve  قُوَّةًۜ  - اَشَدَّ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

السَّمٰوَاتِ ’tan sonra  الْاَرْضِۜ ’ın zikredilmesi, umumdan sonra hususun zikredilmesi babında ıtnâb sanatıdır. Çünkü semavat, arza şamildir.

مَا كَانَ ’li olumsuz sıygalar, gerçekleşmesi aklen caiz olmayan umumi olumsuzluk için kullanılır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir, 3/79)

"Bütün göklerde de yerde de Allah'ı aciz bırakacak hiçbir güç yoktur.’’: Bu kelam, bundan önce belirtilen, eski ümmetlerin tamamen yok edildikleri gerçeğini bir nevi izah etmektedir. Yani anılan eski ümmetlerden hiç kimse, O'nun azabından kurtulmamıştır. (Ebüssuûd)


اِنَّهُ كَانَ عَل۪يماً قَد۪يراً

 

Beyanî istînâf veya ta’liliyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ’nin haberi  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin iki haberi olan  عَل۪يماً  -  قَد۪يراً  kelimelerinin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında  وَ  olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir. Bu kelimeler arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

عَل۪يماً  -  قَد۪يراً  sıfatları mübalağalı ism-i fail vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.

Mübalağalı ism-i fail kalıbı, bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın, mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

كَان ’nin  haberi isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri 5, Duhan s.124)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıl olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığı belirtilmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

إنَّهُ كانَ عَلِيمًا قَدِيرًا  cümlesi, Allah'ın mutlak iradesine galebe çalabilecek hiç bir şeyin olmadığına, Allah'ın ilminin şiddetine ve kuşatıcılığına, hiçbir şeyin O'na gizli kalamayacağına ve O'nun her şeye muktedir olduğuna dair bir ta’lil cümlesidir. (Âşûr)