Yâsin Sûresi 47. Ayet

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  ...

Onlara, “Allah’ın sizi rızıklandırdığı şeylerden Allah yolunda harcayın” denildiği zaman, inkâr edenler iman edenlere, “Allah’ın, dilemiş olsa kendilerini doyurabileceği kimselere mi yedireceğiz? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” derler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا ve zaman
2 قِيلَ dendiği ق و ل
3 لَهُمْ onlara
4 أَنْفِقُوا infak edin ن ف ق
5 مِمَّا
6 رَزَقَكُمُ size verdiği rızıktan ر ز ق
7 اللَّهُ Allah’ın
8 قَالَ derler ق و ل
9 الَّذِينَ
10 كَفَرُوا nankörler ك ف ر
11 لِلَّذِينَ kimselere
12 امَنُوا inanan(lara) ا م ن
13 أَنُطْعِمُ biz mi yedirelim? ط ع م
14 مَنْ kimseye
15 لَوْ
16 يَشَاءُ dilediği takdirde ش ي ا
17 اللَّهُ Allah’ın
18 أَطْعَمَهُ yedireceği ط ع م
19 إِنْ hayır
20 أَنْتُمْ siz
21 إِلَّا doğrusu
22 فِي içindesiniz
23 ضَلَالٍ bir sapıklık ض ل ل
24 مُبِينٍ apaçık ب ي ن
 

Mekke döneminde inen âyetlerde ağırlıklı olarak biri iman, diğeri ahlâkla ilgili iki büyük yanlışlığın düzeltilmesine önem verildiği görülür. Bu iki yanlışlığı, “Allah’a kullukla yetinmeyip O’na eş-ortak aramak ve sahip olduğu imkânları başkalarıyla paylaşmaktan kaçınmak” şeklinde özetlemek mümkündür. Esasen insanın kâinattaki her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah’ın mülkünü, yaratıp yönetmesini başka ortaklar arasında pay etmeye kalkışırken zâhiren kendisinin gibi görünen imkânlardan başkalarını yararlandırmak hususunda hasis ve cimri davranması büyük bir çelişki taşımaktadır. Kur’an, ilk muhataplarını oluşturan Mekke toplumunda olduğu gibi tarih boyunca hemen bütün toplumlarda görülen bu tutarsızlık üzerinde ısrarla durmuş, bir yandan tevhid inancını pekiştirerek insanı Allah’tan başka gerçek mâlik bulunmadığını kavramaya, diğer yandan da onu kendinden bir şeyler vermeye alıştırarak iman ve ahlâkındaki yanlışlardan arınmaya yöneltmiştir. 

Âyetteki anlatım daha çok şöyle yorumlanmıştır: İnkârcılar kendilerine verilen rızıktan başkaları için de harcamaya davet edildiğinde müminleri kendi argümanlarıyla bağlamaya çalışıyor, “Siz, ‘Rızkı veren Allah’tır; dilediğine bol verir, dilediğine kısar’ diyordunuz ya! O halde Allah’ın rızık vermek istemediklerini biz niye besleyelim ki?” tarzında demagoji yapıyorlar, onları alaya alıyorlardı. Oysa rızık verme Allah’ın kendi yarattıkları üzerindeki bir tasarrufu olup yine kendi irade ve kudretine bağlıdır, O’nu kimse sorgulayamaz. İnfak (başkaları için, Allah yolunda harcama) ise insana yüklenmiş ahlâkî bir ödev ve kendisine sağlanmış bir altın fırsattır. Ayrıca Allah’ın doyurması, rızıklandırması doğrudan olduğu gibi dolaylı da olabilir; dilediğinde yoksul ve yoksunların ihtiyaçlarını, bol rızık verdiği kulları aracılığıyla da karşılar. Bu âyetin Mekke müşriklerinin müslüman olan kölelerine ve yoksul yakınlarına yardımı kesmeleri veya müslüman olsun olmasın bütün yoksullara yardım ve ilgiyi kesme kararı almaları karşısında Hz. Peygamber tarafından yoksullara yardım etme ve ilgi gösterme çağrısı yapılması üzerine indiği yönünde rivayetler bulunmaktadır (İbn Atıyye, IV, 456). Meâlde “Doğrusu siz açık bir yanılgı içindesiniz” anlamındaki cümle inkârcıların sözünün devamı olarak verilmiştir. Bunu, Allah Teâlâ’nın onların mantığını red anlamındaki sözü olarak düşünmek de mümkündür (İbn Atıyye, IV, 456). Bazı âlimler İbn Abbas’tan gelen bir rivayete dayanarak bu âyetin Allah’ın varlığını temelden inkâr eden ve müslümanları alaya alan bir grup (zındıklar) hakkında indiğini belirtmişlerdir (Zemahşerî, III, 288).

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 500-501
 

  Ta'ame طعم :

  طَعْمٌ gıda almak/yemek yemedir. Alınan gıda yani yenen şeye de طَعامٌ denir. Denilir ki bu fiil bazen içecekle ilgili de kullanılabilir.

  İf'al babındaki formu olan أطْعَمَ- إطْعامٌ ise yemek yedirmek ya da yiyecek vermek anlamındadır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de farklı türevleriyle 48  defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekli taâmdır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ 

 

وَ  atıf harfidir. اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ق۪يلَ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. ق۪يلَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لَهُمُ  car mecruru  ق۪يلَ  fiiline mütealliktir.  اَنْفِقُوا  cümlesi naib-i fail olarak mahallen merfûdur.

اَنْفِقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.  مَّا  müşterek ism-i mevsûl  مِنْ  harf-i ceriyle  اَنْفِقُوا  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  رَزَقَكُمُ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur. 

رَزَقَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  كُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.

اَنْفِقُوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  نفق ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.  


 قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ  fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl  لَ  harf-i ceriyle  قَالَ  fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  اٰمَنُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

Mekulü’l-kavli  اَنُطْعِمُ ‘dir. قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Hemze istifham harfidir. 

نُطْعِمُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mef’ûlün bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası  لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ ‘dır. Îrabdan mahalli yoktur. 

لَوْ  gayr-ı cazim şart harfidir.  يَشَٓاءُ  merfû muzari fiildir.  اللّٰهُ  lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur.  اَطْعَمَهُۗ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

نُطْعِمُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  طعم ’dir. 

اٰمَنُٓوا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أمن ‘dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder. 


اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

اِنْ  iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Munfasıl zamir  اَنْتُمْ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  ف۪ي ضَلَالٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ ‘in sıfatı olup kesra ile mecrurdur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

مُب۪ينٍ  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

وَاِذَا ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ 

 

Ayet, hükümde ortaklık nedeniyle 45.ayetteki şart cümlesine atfedilmiştir. Şart manası taşıyan zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâf olduğu  ق۪يلَ لَهُمْ اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ  şeklindeki şart cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil meçhul bina edilerek mef’ûle dikkat çekilmiştir. 

Aslı mekulü’l-kavl olan  ق۪يلَ  fiilinin naib-i faili olan  اَنْفِقُوا مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّٰهُۙ  cümlesi, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

اَنْفِقُوا  fiilinin mef’ûlü konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَا ‘nın sılası olan  رَزَقَكُمُ اللّٰهُ  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle  marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

رَزَقَكُمُ  -  اَنْفِقُوا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Onlara: "Allah'ın size lütuf ve ihsan ettiği çeşitli mallardan hayra harcayın!" denildiğinde... şeklinde ifâde edilmesi, hakkı tahkik ve intakı (harcamayı) teşvik içindir. (Ebüssuûd)

قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ  cümlesi şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Müsnedün ileyh konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan  كَفَرُوا , mazi fiil sıygasında gelerek sübuta, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bilinen kişiler olduklarını belirtmesi yanında, bahsi geçenleri tahkir amacına matuftur.

الَّذ۪ينَ ’nin tekrarında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Mecrur mahaldeki ikinci ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ , harf-i cerle birlikte  قَالَ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  اٰمَنُٓوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا  sözündeki  لِ ‘ın  قَالَ  fiilini muhataba hitap için müteaddi yapmış olması mümkündür. Yani o kâfirler müminlere, “Allahın dileyecek olsa kendisini doyuracağı bir kimseyi, (biz) mi doyuracağız?” dediler. Ama bu  لِ ‘ın illet için gelmiş olması da mümkündür. Bu halde ise mana,’’İnkâr edenler, müminlere iman ettiklerinden dolayı şöyle dedile…’’ şeklinde olur. (Âşûr)

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اَنُطْعِمُ مَنْ لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen tahkir ve istihza anlamlarına geldiği için cümle mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette tecâhül-i ârif sanatı vardır.

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl  مَنْ ‘in sılası olan  لَوْ يَشَٓاءُ اللّٰهُ اَطْعَمَهُۗ  cümlesi, şart üslubunda gelmiştir. Müspet muzari fiil sıygasındaki  يَشَٓاءُ اللّٰهُ  cümlesi şarttır.  faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Zamir makamında lafza-i celâlin zahir olarak zikredilmesinde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ف  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  اَطْعَمَهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Genel olarak  شَٓاء  fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazfedilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garip birşey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi) 

Nahivciler  لَوْ  edatını, “şart gerçekleşmediği için cevabının da gerçekleşmemesini gerektiren bir edattır” diye tanımlamaktadırlar. Başka bir deyişle “şart bulunmadığından cevabın da bulunmadığını” ifade eder. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler Doktora Tezi)

اٰمَنُٓوا  -  كَفَرُوا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.  قَالَ  - ق۪يلَ  ve اَطْعَمَ  - نُطْعِمُ  kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

مَنْ -  الَّذ۪ينَ  ve  اِذَا -  لَوْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قال  fiili ilk olarak meçhul, sonra da malum olarak gelmiştir. Önce  لهم  şeklinde muhatap zamirle gelmiş, arkadan  الذين كفروا  şeklinde açıklanmıştır. Önce  أنفقوا  şeklinde umumi bir emir gelmiş, sonra infaktan maksadın muhtaçların doyurulması olduğu açıklanmıştır. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.229) 


 اِنْ اَنْتُمْ اِلَّا ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

 

 

Ayetin son cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir.

Bu cümle Allah Teâlâ’nın müşriklere cevabıdır. Müşriklerin veya müminlerin sözleri olması ihtimali de taşır.

Kasrla tekid edilmiş isim cümlesidir. Sübut ve istimrar ifade eden menfî isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Nefy harfi  اِنْ  ve istisna edatı  اِلَّا  ile oluşan kasr mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

Bu cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.  ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ  car mecruru, mübtedanın mahzuf haberine mütealliktir.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَف۪ي ضَلَالٍ  ibaresindeki  ف۪ي  harfinde tebe-i istiare vardır. Bilindiği gibi  فِی  harfi zarfiye manası içerir. Ayette sapkınlık, içi olan bir şeye benzetilerek istiare yapılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır. Bu istiareyle durumun şiddeti, dalaletin kapalı bir mekân gibi tamamen kuşattığı ifade edilerek vurgulanmıştır.

ضَلَالٍ ‘deki tenvin kesret, nev ve tahkir ifade eder.

Sıfat-ı müşebbehe kalıbında gelerek mübalağa ifade eden  مُب۪ينٍ  kelimesi  ضَلَالٍ  için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe kalıbı, bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Kelam kasr üslubunda gelmiştir. Yani Siz başka herhangi bir durumda değilsiniz, Siz sadece dalalet içindesiniz demektir. Bu üslup dolayısıyla mana أنتم في ضلال مُب۪ينٍ (Siz apaçık bir dalalet içindesiniz) cümlesinden farklıdır. Kasr üslubu tekidlidir, dalalet dışında herhangi bir durumda olmadıklarını da ifade eder.

Burada olumsuzluk harfi olarak  مَّا  değil  اِنْ  gelmiştir. Çünkü bu harf daha kuvvetlidir.

Ayette zarfiye manası taşıyan  ف۪ي  harfi gelmiş, böylece dibi görünmeyen derin bir çukurun içine düşmüş gibi “siz bu dalâlete gömülmüşsünüz” manası ifade edilmiştir Müfessirler Kur'ân'ın hidayet kelimesi ile  على  harfini, dalalet kelimesi ile ise ف۪ي  harfini kullandığına dikkat çekmişlerdir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, c.2, s.231)