Yâsin Sûresi 78. Ayet

وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ قَالَ مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ  ...

Bir de kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek getirdi. Dedi ki: “Çürümüşlerken kemikleri kim diriltecek?”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَضَرَبَ ve misal verdi ض ر ب
2 لَنَا bize
3 مَثَلًا bir örnekle م ث ل
4 وَنَسِيَ unutarak ن س ي
5 خَلْقَهُ kendi yaratılışını خ ل ق
6 قَالَ dedi ق و ل
7 مَنْ kim?
8 يُحْيِي diriltecek ح ي ي
9 الْعِظَامَ kemikleri ع ظ م
10 وَهِيَ şu
11 رَمِيمٌ çürümüş ر م م
 

İnsanın kendi yaratılışı üzerinde düşünmeyi bir kenara bırakıp, küstahça bir tavırla yüce yaratıcının ve peygamberinin bildirdiklerini yalnızca aklıyla yargılamaya kalkışmasının ne kadar çelişkili olduğu bir örnek ışığında ortaya konmaktadır. Bu örnekte iki nesne (nutfe ve çürümüş kemik) kıyaslanmaktadır. Bunlardan nutfe, Kur’an’daki kullanımlarına göre erkeğin menisi veya döllenmiş hücre (zigot) mânasına gelmektedir. Böylesine önemsiz görünen bir cismin belirli süreçlerden geçtikten sonra yetişkin bir insan haline gelebilmesini sağlayan bir irade ve kudretin yani yaratıcının bulunduğunu kabul eden kişinin –ki başka âyetlerde belirtildiği üzere müşrik Araplar evrenin ve evrendeki varlıkların yaratıcısının Allah olduğunu itiraf ediyorlardı–, işte bu gücün çürümüş kemiğe de can verebileceğini yadırgamaması gerekir. Ne var ki Resûlullah’ın peygamberliğini ve onun bildirdiklerini, dolayısıyla öldükten sonra dirilme gerçeğini kabul etmemek, sonuç olarak da Allah’ın yanı sıra başka mâbudlara tapma esasına dayalı kurulu düzenlerini sürdürmek için kırk dereden su getiren Mekke müşrikleri, akıllarınca bu tür örneklerden de yararlanarak alaycı ifadelerle çevrelerindekileri etkilemeye çalışıyorlardı. Tefsirlerde bu âyetlerin nüzûl sebebi olarak şöyle bir olaya yer verilir: Müşriklerin önde gelenlerinden biri Hz. Peygamber’e elinde çürümüş bir kemik parçasıyla gelir ve onu ufalayıp, “Böyle un ufak olduktan sonra Allah bunu diriltecek öyle mi?” der. Resûl-i Ekrem de “Evet. Nitekim O seni de öldürecek, sonra diriltip cehenneme atacak!” cevabını verir. Rivayetlerde Resûlullah’la konuşan kişi ile ilgili olarak Übey b. Halef, Âsî b. Vâil, Ebû Cehil ve Velîd b. Mug^re isimlerinin geçmesi, olayın benzerlerinin birkaç defa meydana gelmiş olması ihtimalini düşündürmektedir (İbn Âşûr, XXIII, 73; rivayetler için ayrıca bk. Taberî, XXIII, 30-31; İbn Atıyye, Abdullah b. Übeyy’in adının zikredilmesini haklı olarak eleştirir; IV, 463-464). Fakat en çok adı geçen Übey b. Halef’in, isimleri belirtilen diğer kişilerin bulunduğu bir toplulukta, “Muhammed Allah’ın ölüleri dirilteceğini söylüyor, bunu onunla tartışacağım!” dedikten sonra çürümüş bir kemik alıp Resûlullah’a gittiği rivayeti daha mâkul görünmektedir (Zemahşerî, III, 293). Râzî’nin belirttiği üzere önemli olan, özel sebep ne olursa olsun sözün genelinden çıkan mânadır, ki bu da Allah’ın kudretini ve haşri inkâr eden zihniyetin mahkûm edilmesidir (XXVI, 107-108). 79. âyetin son cümlesinde geçen halk kelimesi hem “yaratma” hem “yaratılanlar” (mahlûkat) anlamına geldiği için, bu cümle genellikle bu iki mânayı da yansıtmak üzere şu şekilde açıklanmıştır: Allah Teâlâ, yaratılanların hepsini bütün ayrıntılarıyla, her birini toplanan ve dağılan parçalarıyla, usulü ve fürûu, içinde bulunduğu durumları, nitelik ve nicelikleri, her türlü özellikleriyle bilir; yaratmanın da her türlüsünü, maddeli-maddesiz, aletli-aletsiz, örnekli-örneksiz, ilkin ve sonra her çeşidini bilir (Elmalılı, VI, 4041).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 513-514
 

وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ 

 

Fiil cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ضَرَبَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو'dir.  لَنَا  car mecruru  ضَرَبَ  fiiline mütealliktir.  مَثَلاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  نَسِيَ خَلْقَهُ  atıf harfi و ‘ la makabline matuftur. 

نَسِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ‘dir.  خَلْقَهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


  قَالَ مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ

 

Fiil cümlesidir.  قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mekulü’l-kavli  مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ 'dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.  

مَنْ  istifham ismi mübteda olarak mahallen merfûdur.  يُحْـيِ الْعِظَامَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. 

يُحْـيِ  fiili  ى  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو 'dir.  الْعِظَامَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  هِيَ رَم۪يمٌ hal cümlesi olarak mahallen mansubdur. 

وَ  haliyyedir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  رَم۪يمٌ  mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müsbet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و  ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

 

وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ 

 

وَ , atıftır. Ayetin ilk cümlesi olan  وَضَرَبَ لَنَا مَثَلاً , önceki ayetin fasılası olan  فَاِذَا هُوَ خَص۪يمٌ مُب۪ينٌ

cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Aynı üslupta gelen  وَنَسِيَ خَلْقَهُۜ  cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makabline atfedilmiştir. 

المَثَلُ ; halin temsilidir. İnsanlara gösterdi ve onlara kudretini insanın acziyetine benzeterek anlattı demektir. (Âşûr)


 قَالَ مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  مَنْ يُحْـيِ الْعِظَامَ وَهِيَ رَم۪يمٌ  cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.  مَنْ  istifham harfi mübteda,  يُحْـيِ الْعِظَامَ  cümlesi haberdir.

Cümle, istifham üslubunda gelmiş olsa da müşriklerin sözlerinin istihza kastı taşıması sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

وَهِيَ رَم۪يمٌ  cümlesi  الْعِظَامَ ’nin halidir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Hal, cümlede failin, mef’ûlün veya her ikisinin durumunu bildirmek için kullanılan vasfı ifade eden tetmim ıtnâbı sanatıdır.

رَم۪يمٌ  sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu vasfın, müsnedün ileyhin ayrılmaz bir parçası olduğuna işaret eder.

Bize bir misal getirdi acayip bir durum temsil etti, o da ölüleri diriltmeye kudretinin olmamasıdır ya da Allah'ın yaratmasını kendilerinin aciz olduğu bir şeye benzetmesidir. Ve kendi yaratılışını unuttu, yani onu yaratmamızı. Çürümüş kemikleri kim diriltir? dedi. Onu yadsıyarak ve akla uzak görerek.  رَم۪يمٌ  çürümüş kemik demektir. Belki de fail veznindedir, ism-i fail manasınadır;  رَم۪يمٌ الشّيْءُ 'den gelir, sonradan genelleşerek isim olmuştur. Onun için de burada müennes kılınmamıştır. Ya da ism-i mef'ûl manasınadır, çürütmekten gelir. Bunda kemiğin de hayat sahibi olduğuna ve ölümün diğer organlar gibi ona da etki edeceğine delil vardır. (Beyzâvî)

Cenab-ı Hak, burada, onların ağzından, bu işi akıldan uzak görme üslûbu ile, “Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?” demiştir. Binaenaleyh Allah Teâlâ, önce onların bu garipsemelerini, “Kendi yaratılışını unutup” ifadesiyle çürüterek işe başlamıştır. Bu çürümüş kemiklere kim can verecekmiş?” demişler ve özellikle kemikten bahsetmişlerdir. Çünkü kemik, kendisinde his olmadığı için, hayattan en uzak olan şeydir. Yine onlar bunu, uzak görmelerini kuvvetlendirecek, çürüme ve parçalanma gibi hususlarla takviye etmişlerdir. Allah Teâlâ ise, onların bu uzak görmelerini, yeniden yaratacak olandaki kudret ve ilim açısından bertaraf ederek, “Bize bir misal getirdi” yani, “O, Bizim kudretimizi, kendi kudreti gibi kabul edip, enteresan olan yaratılışını ve çok ilginç” başlangıcını (ilk maddesini) unuttu” buyurmuştur. (Fahreddin er-Razi)

مَن يُحْيِيِ العِظامَ  istifhamı, inkâri manadadır. مَن ; kendisine haberin isnad edildiği umumi bir kelimedir. Mana; ‘çürümüş kemikleri diriltecek kimse yok’ şeklindedir. (Âşûr)