وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ
Hz. Eyyûb’un sabrı Hz. Muhammed’e ve ümmetine örnek gösterilmektedir. Kitâb-ı Mukaddes’te anlatıldığına göre (Eyub, 1/1-8) Eyyûb’un yedi oğlu, üç kızı vardı; ayrıca çok büyük bir servete sahipti. Fakat Allah onu büyük bir imtihana tâbi tuttu, Eyyûb çocuklarını ve servetini kaybetti, ağır bir hastalığa tutuldu, bütün bedenini çıban sardı. Nihayet Eyyûb sabrıyla imtihanı başardığını ispatlayınca, Allah da onun hastalığını iyileştirdiği gibi kaybettiklerinin yerine iki mislini verdi; böylece Eyyûb yeni evlâtlara ve büyük servete sahip oldu. “Ve bundan sonra yüz kırk yıl daha yaşadı ve oğullarını ve torunlarını gördü, dört göbek” (Eyub, 1/1-8; 42/10-17).
Müfessirlerin çoğunluğunun yorumunu dikkate alarak, “Şeytan bana sıkıntı ve acı vermektedir” diye çevirdiğimiz 41. âyetteki cümleyi İbn Âşûr, “Şeytan, hastalıktan çektiğim meşakkat ve acıyı kullanarak bana vesvese veriyor, hastalığı veren Allah’a karşı beni isyana zorluyor” veya “Hastalığın meşakkat ve acısı yanında bir de şeytanın vesvesesiyle uğraşıyorum!” şeklinde anlamanın daha isabetli olacağını belirtir (XXIII, 270). Eyyûb’un bu sızlanması, şeytandan gelen ve kendisini isyan etmeye zorlayan psikolojik baskıdan sıkıntı çektiğini ve bu baskıya karşı savaş verdiğini göstermektedir. 42. âyete göre Allah Eyyûb’un şifa bulmasını murat edince, ayağını yere vurmasını buyurdu; böylece yerden şifalı bir su fışkırdı. Âyette suyun “yıkanılacak ve içilecek soğuk bir su” şeklinde tanıtılması, Eyyûb’un bu sudan hem içerek hem de yıkanarak şifa bulduğuna işaret etmektedir.
Eyyûb’un eşi, hastalığı süresince ona hizmetten bir an bile geri durmamıştı. Fakat bir defasında üzüntüsü yüzünden Eyyûb’u isyana teşvik eden bazı sözler söylemiş, buna canı sıkılan Eyyûb da iyileştiği zaman ona yüz sopa vurarak cezalandıracağına yemin etmişti. Ancak kadının maksadı kötü olmadığı, Eyyûb da sadakatinden ve hizmetinden dolayı onu çok sevdiği için 44. âyette Allah Teâlâ Eyyûb’a bu cezayı sembolik bir şekilde uygulama yolunu göstermiştir. Bu olay, cezadan maksadın, insanlara acı çektirmek değil, düzeni ve asayişi korumak, haksızlıkları engellemek olduğunu; uygulamada suçlunun özel durumunun, iyi halinin göz önüne alınması gerektiğini hatırlatması bakımından da önem taşımaktadır.
وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ
Fiil cümlesidir. وَ istînâfiyyedir. اذْكُرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. عَبْدَنَٓا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَيُّوبَ kelimesi عَبْدَنَٓا ‘dan atfı beyan olup fetha ile mansubdur.
اِذْ zaman zarfı, عَبْدَنَٓا ‘dan bedel olup mahallen mansubdur.
Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
(إِذْ): Yalnız Cümleye muzâf olan zaman zarfıdır.
a) (إِذْ) mef’ûlun fih, mef’ûlun bih, mef’ûlun leh olur.
b) (إِذْ)’den sonra muzâri fiil veya isim cümlesi gelirse gelecek zaman ifade eder.
c) (بَيْنَا) ve (بَيْنَمَا)’dan sonra gelirse müfacee (sürpriz) harfi olur. Bu durumda zarf (zaman bildiren isim) değil harf olur.
d) Sükûn üzere mebnîdir. Burda mef’ûlun fih konumunda gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
نَادٰى ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَادٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
رَبَّهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اَنَّ ve masdar-ı müevvel, mahzuf ب harf-i ceriyle birlikte نَادٰى fiiline mütealliktir. Takdiri, بأنّي مسّني الشَّيْطَانُ (şeytanın dokunması sebebiyle) şeklindedir.
اَنَّ masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir. ي mütekellim zamiri اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ cümlesi اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
مَسَّنِي fetha üzere mebni mazi fiildir. Sonundaki ن vikayedir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
الشَّيْطَانُ fail olup lafzen merfûdur. بِنُصْبٍ car mecrur مَسَّنِي fiiline mütealliktir. Mütekellim zamiri ي mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
عَذَابٍ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
نَادٰى sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Mufâale babındandır. babındadır. Sülâsîsi ندى ’dir.
Mufâale babı fiile müşareket (ortaklık), bir işi peşpeşe yapmak, teksir (çokluk, bir işi çok yapmak) gibi anlamlar katar.
وَاذْكُرْ عَبْدَنَٓا اَيُّوبَۢ اِذْ نَادٰى رَبَّهُٓ اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ
وَ , istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi emir üslubunda talebî inşaî isnaddır.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan … نَادٰى رَبَّهُٓ cümlesi اِذْ ’in muzâfun ileyhidir.
اِذْ zaman zarfı mahzuf bir fiile müteallık veya اَيُّوبَۢ ’den bedel-i iştimâldir.
عَبْدَنَٓا - رَبَّهُٓ kelimeleri arasında mütekellimden gaibe geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اَيُّوبَ ’ye ait zamirin, رَبَّ lafzına izafeti, Hz. Eyyub’a tazim ve teşrif ifade eder.
Veciz anlatım kastıyla gelen عَبْدَنَٓا izafetinde, azamet zamirine muzâf olan عَبْدَ , şan ve şeref kazanmıştır.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
اَيُّوبَۢ kelimesi عَبْدَنَٓا ’nın atf-ı beyanıdır. Yani [kulumuz Eyyûb’u…] اِذْ (hani) ise اَيُّوبَۢ ’dan bedel-i iştimaldir. Arkadan gelen اَنّ۪ي مَسَّنِيَ ifadesi ‘bana ilişmesinden dolayı’ demek olup Hazret-i Eyyub’un neden yakardığını ifade eden sözü aktarılmaktadır; aktarma olmasa idi, “ona ilişmesinden…” derdi; zira Eyyûb bu anlatımda üçüncü şahıstır. (Keşşâf)
Tekid ve masdar harfi اَنّ۪ ’nin dahil olduğu isim cümlesi اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍۜ
, masdar tevilinde, mukadder بِ harf-i ceriyle birlikte نَادٰى fiiline mütealliktir. Takdiri, بأنّي مسّني الشَّيْطَانُ (şeytanın dokunması sebebiyle) şeklindedir.
Masdar-ı müevvel, sübut ifade eden isim cümlesi, lâzım-ı faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنّ۪ ’nin haberi مَسَّنِيَ şeklinde mazi fiil sıygasında gelerek hükmü takviye, hudûs, sebat ve temekkün ifade etmiştir.
‘’Bana Şeytan dokundu’’ ifadesi mecazî isnadtır.
وَعَذَابٍۜ - بِنُصْبٍ kelimelerindeki tenvin kesret, tazim ve nev ifade eder. Bu kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَنّ۪ي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ cümlesinde edebe riayet vardır. Çünkü Eyyûb (as), edep olsun diye zararı şeytana isnad etmiştir. Halbuki hayır da şer de Allah'ın eliyledir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
عَذَابٍ , acı anlamındadır. Hazret-i Eyyûb hastalığını ve hastalığında katlandığı çeşitli sıkıntıları kastetmektedir. Şöyle de denilmiştir: ضُرّ bedende, عَذَابٍ ise çoluk-çocuk ve mal kaybında söz konusudur. (Keşşâf)
نُصْبٍ meşakkat, bedende zahmet, azapta acı, mal ve evlat acısıyla tefsir edilmiştir. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Bil ki, Hz. Eyyûb (as)’da iki tür meşakkat ve sıkıntı bulunuyordu:
a) Eyyûb (as)’ın bedenini saran, o acılar ve hastalıklar, şeytanın fiilinden dolayı meydana gelmiştir.
b) Bedenindeki şiddetli acılar ve sızılar... Bu iki tür sıkıntı onda tahakkuk edip meydana gelince, şüphesiz Cenab-ı Hak bunu beyan için, ayette şu iki lafzı, نُصْبٍ ve عَذَابٍ kelimelerini getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)