Zümer Sûresi 49. Ayet

فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ  ...

İnsana bir zarar dokunduğunda bize yalvarır. Sonra ona tarafımızdan bir nimet verdiğimizde, “Bu, bana ancak bilgim sayesinde verilmiştir” der. Hayır, o bir imtihandır. Fakat onların çoğu bilmezler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَإِذَا zaman
2 مَسَّ dokunduğu م س س
3 الْإِنْسَانَ insana ا ن س
4 ضُرٌّ bir zarar ض ر ر
5 دَعَانَا bize du’a eder د ع و
6 ثُمَّ sonra
7 إِذَا vakit
8 خَوَّلْنَاهُ ona verdiğimiz خ و ل
9 نِعْمَةً bir ni’met ن ع م
10 مِنَّا bizden
11 قَالَ der ق و ل
12 إِنَّمَا elbette
13 أُوتِيتُهُ bu bana verildi ا ت ي
14 عَلَىٰ sayesinde
15 عِلْمٍ bilgi(m) ع ل م
16 بَلْ hayır
17 هِيَ o
18 فِتْنَةٌ bir imtihandır ف ت ن
19 وَلَٰكِنَّ fakat
20 أَكْثَرَهُمْ çokları ك ث ر
21 لَا
22 يَعْلَمُونَ bilmiyorlar ع ل م
 

Kötülüğü Allah’a nisbet ederken nimeti, iyiliği kendinden bilme tarzındaki yanlış telakki eleştirilmekte; gerek eski inkârcı toplulukların gerekse 51. âyette “bunlar” şeklinde kendilerine işaret edilen putperest Araplar’ın bu telakkiye göre davrandıkları; sonuçta öncekiler gibi bunların da kendi kazanımları olan kötülüklerinin cezasını çekecekleri açıklanmaktadır. 52. âyette rızık örneğinden hareketle bolluğun da sıkıntının da Allah’ın irade ve takdirine bağlı olduğu ortaya konmuştur. 

Kötülüğün Allah’tan geldiğini kabul ederken iyi durumları kendinden bilen, bunları kendi bilgisinin, yetenek ve deneyiminin sonucu olarak gören anlayışı Kur’an-ı Kerîm reddeder. Aslında Allah’ın izni ve iradesi olmadan evrende hiçbir olay gerçekleşmediği gibi insanlar da herhangi bir iyi veya kötü durumla karşılaşmazlar. Bu açıdan iyilik de kötülük de Allah’tandır (bk. en-Nisâ 4/78). Öte yandan insanın kendi niyet ve seçiminin etkili olduğu iyilik veya kötülükler –her üç âyette geçen deyimiyle– onun kendi kesbi (kazanımı) olup sonuçları da etkisinin derecesine göre kendisine aittir; sorumluluğu oranında kötülüğün cezasını görür, iyiliğin ödülünü alır. Bu bakımdan Kur’an-ı Kerîm’de insanlarla ilgili eylemler, iyilik veya kötülük, nimet veya sıkıntı türünden olgular, yerine göre Allah’a da insanlara da nisbet edilmiştir. 49. âyete göre nimetin verilmesi bir imtihandır; onu Allah’ın rızasına ve hükümlerine uygun olarak değerlendirenler imtihanı kazanmış, aksine hareket edenler de kaybetmiştir. 

 Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 624-625
 

فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ 

 

فَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder.  فَ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi

مَسَّ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَسَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْاِنْسَانَ  mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile  mansubdur.  ضُرٌّ  muahhar fail olup lafzen merfûdur.

فَ  karînesi olmadan gelen  دَعَانَا  cümlesi şartın cevabıdır. دَعَانَاۘ  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Mütekellim zamir  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan,cezmetmeyen zaman zarfıdır. خَوَّلْنَاهُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

خَوَّلْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.  نِعْمَةً  ikinci mef’ûlü bih olup fetha ile mansubdur. مِنَّاۙ  car mecruru  نِعْمَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

خَوَّلْنَا  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  خول ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


 قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ 

 

Fiil cümlesidir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.

اِنَّـمَٓا  kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise  اِنَّ  harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan  مَا  demektir.

اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ismi faildir) ve mekfûfe’dir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan  مَٓا  harfi, اِنَّ  ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü  اِنَّ  ispat,  مَٓا  nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/

Cumhura göre  إنما  hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org

Mekulü’l-kavli,  اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

اُو۫ت۪يتُ  sükun üzere mebni meçhul mazi fiildir. Mütekellim zamir  تُ  naib-i fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

 عَلٰى عِلْمٍۜ  car mecruru naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. 

اُو۫ت۪يتُ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  أتي ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder. 

 

 بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ 

 

 بَلْ   idrâb ve atıf harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna idrâb denir.  "Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki" anlamlarını ifade eder. 

Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:

1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir. 

2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi, bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

İsim cümlesidir. Munfasıl zamir  هِيَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  فِتْنَةٌ , mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. 


 وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لٰكِنَّ istidrak harfidir.  اِنَّ  gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de cümleyi tekid eder.

İstidrak: düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir. Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَكْثَرَهُمْ  kelimesi  لٰكِنْ ‘nin ismi olarak lafzen mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  لَا يَعْلَمُونَ  fiili  لٰكِنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. 

لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ 

 

فَ , atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  الْاِنْسَانَ , konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir. 

Bu ayetin  ف۪  ile, surenin başında aynı manadaki Zümer 8. ayettte ise و  ile atfedilmesinin sebebi nedir?

Cevap: Allah Teâlâ, bu ayetten önce o müşriklerin Cenab-ı Hakk'ın birliğini duyduklarında nefrete kapıldıklarını, bozulduklarını; ama şeriklerden bahsedildiğini duyduklarında ise sevindiklerini nakletmiş, daha sonra da takip için olan  ف۪  ile bir zarara ve bir belaya düçar olduklarında, bir olan Allah'a sığındıklarını belirtmiştir. Böylece ilk fiilleri, ikinci hareketlerine ters düşmüştür. Bu sebeple Cenab-ı Hak (bu ifadeyi), bu müşriklerin o anda çok açık bir çelişkiye düştüklerine; her biri diğerine zıt olmasına rağmen, birinci ile ikinci arasında bir fasıla bulunmadığına delalet etsin diye, fâ-i takîbiyyeyi getirmiştir. İşte burada, takip için getirilen  ف۪ 'nın getirilişindeki fayda budur. Birinci ayetteki (Zümer 8) gaye ise, onların o anda bir tenakuz içinde bulunduklarını beyan etmek değildir. İşte bu sebeple Cenab-ı Hak bu ayeti,  ف۪  ile değil de  و  ile getirmiştir.(Fahreddin er-Râzî)

الْاِنْسَانَ ’deki marifelik cins içindir. Burada bütün müşrikler için kullanılmıştır. Örfî istiğrak yoluyla şirk ehli bir grup kastedilmiştir. (Âşûr)

مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ  ifadesinde isnadın ضُرٌّ ’a olması aklî mecazdır. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır. Bu ifadede istiare vardır da diyebiliriz. Canlılara mahsus olan dokunma fiili zarara nispet edilmiş, böylece bir canlı yerine konmuştur.

Zararın dokunması ibaresinde istiare yerine sebep - müsebbep alakasıyla mecaz-ı mürsel olduğu da söylenebilir.

ضُرٌّ ‘daki tenvin, herhangi bir manasında cins ifade eder.

مَسَّ  fiilinin tercih edilmesi lafız mana uyumu açısından mürâât-ı nazîr sanatının güzel bir örneğidir. En ufak bir zarar anlamını bu fiil çok güzel ifade etmiştir. Dokunma fiili, zararı hafifleterek zararın şiddetini en az hissettirecek fiildir.

ضُرٌّ  kelimesinin nekre oluşu taklîl içindir.

ف۪  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  دَعَانَا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.) 


ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ 

 

ثُمَّ  atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. Cümle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında inşaî olmak bakımından mutabakat mevcuttur. 

Şart manası taşıyan zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâf olduğu şart cümlesi olan  خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî  Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88.)

مِنَّا  car mecruru,  نِعْمَةً ‘in mahzuf sıfatına mütealliktir.

نِعْمَةً ’deki tenvin, muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  قَالَ اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍ  cümlesi,  اِنَّمَا  kasr edatıyla tekid edilmiş mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Car mecrur  عَلٰى عِلْمٍ, naib-i failin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.  عِلْمٍ ’deki tenvin nev ve kesret ifade eder.

عَلٰى , ta’lil içindir. Yani ‘ilimleri sebebiyle’ manasındadır. (Âşûr) 

Cümledeki kasr, fail ile  عَلٰى عِلْمٍ’in müteallakı olan hal arasında, kasr-ı mevsûf ale’s-sıfattır.

اِنَّـمَٓا  kasr edatı, siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. Muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اُو۫ت۪يتُهُ  fiili, meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

اِذَا ’larda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanat vardır.

ضُرٌّ -  نِعْمَةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı,  خَوَّلْنَاهُ  -  اُو۫ت۪يتُ  kelimeleri arasında ise mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 


 بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ 

 

İstînâfiyye veya itiraziyye olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. 

Cümledeki  بَلْ , iptal için gelmiş idrâb harfidir. (Âşûr) 

Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

بَلْ  atıf harfidir. Kendisinden sonra cümle geldiğinde idrâb harfi olur. İdrâbın manası bazen mukabilinin -kendinden öncekinin- hükmünü iptal, bazen da bir manadan diğerine intikaldir. (İtkan, s. 437) Bu ayette idrâb harfidir. Önceki cümlenin hükmünü iptal etmek için gelmiştir.

بَلْ  atıf edatlarından biridir. Ancak diğer atıf edatları gibi hüküm bakımından atıf görevi görmez. Bu edat, matufu sadece îrab yani  hareke bakımından matufun aleyhe atfeder. Anlamsal açıdan ise tersinelik ilişkisi kurar. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu ayette  اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ  ifadesinde  نِعْمَةً  kelimesine ait olan zamir müzekker iken  هِيَ فِتْنَةٌ  ifadesinde müennese dönüşmüştür. Bu ayette  نِعْمَةً  kelimesine ait olan zamir ilk olarak manasına izafeten nimetlerden bir nimet anlamında müzekker olarak gelmişken, ikincisinde kelimenin bizzat kendisine râcî olarak müennes kullanılmıştır. Ayrıca  اِنَّـمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ  şeklindeki Allah’ın (cc) iki kelamı arasında böyle bir farklılığın görülmesi ve ifadenin zamirler bakımından bile bir dönüşüme uğramış olması yaratıcının kula göre nimete olan farklı bakışının metne yansıması açısından düşünüldüğünde manidar olacaktır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)

Allah Teâlâ onların, sıkıntı ve rahatlık içinde bulunuyorlarken, izledikleri bu tutarsız yolun kötülüğünü veciz ve fasih bir lafızla beyan ederek, "Hayır, bu bir imtihandır" buyurmuştur ki bu, "kâfire verilen bu nimet, bir imtihan vesilesidir. Çünkü, bu nimet verildiğinde şükredilmesi, geri alındığında ise sabredilmesi gerekli olan bir nimettir. Durumu böyle olan şey ise, kendisine nimet verilen kimsenin durumu o esnada sınanıp denendiği için fitne olarak nitelenebilir. Nitekim Arapça'da, özünü posasından ayırıp da miktarını belirlemek için, ateşe koyduğunda, "Altını, ateş ile fitneledim, yani hasım potasından ayırdım" denir. (Fahreddin er-Râzî)


وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ

 

 

Ayetin atıfla gelen son cümlesi istidrak manasındaki  لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır.

لٰكِنَّ ’nin haberi olan  لَا يَعْلَمُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy harfinin müsnedün ileyhten sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474) 

İstidrak, ‘’önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak, istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüzü bir bütünden ayırmak, istidrak ise, aynı anda farklı iki hükmü ifade etmektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)

"Hayır! O, bir imtihandır; fakat onların çoğu bilmiyorlar."

Yani onlara bu nimetin verilmesi, kendileri için bir denemedir: bakalım şükrünü eda edecekler mi, yoksa nankörlük mü edecekler? Bu kelam, o insanların söylediklerini reddetmektedir. (Ebüssuûd)

لَا يَعْلَمُونَ - عِلْمٍۜ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.