اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنْ | eğer |
|
2 | تَكْفُرُوا | inkar ederseniz |
|
3 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
4 | اللَّهَ | Allah |
|
5 | غَنِيٌّ | zengindir |
|
6 | عَنْكُمْ | sizden |
|
7 | وَلَا | fakat |
|
8 | يَرْضَىٰ | razı olmaz |
|
9 | لِعِبَادِهِ | kulları için |
|
10 | الْكُفْرَ | küfre |
|
11 | وَإِنْ | ve eğer |
|
12 | تَشْكُرُوا | şükrederseniz |
|
13 | يَرْضَهُ | ona razı olur |
|
14 | لَكُمْ | sizin için |
|
15 | وَلَا |
|
|
16 | تَزِرُ | (günahını) çekmez |
|
17 | وَازِرَةٌ | hiçbir günahkar |
|
18 | وِزْرَ | günahını |
|
19 | أُخْرَىٰ | diğerinin |
|
20 | ثُمَّ | sonra |
|
21 | إِلَىٰ |
|
|
22 | رَبِّكُمْ | Rabbinizedir |
|
23 | مَرْجِعُكُمْ | dönüşünüz |
|
24 | فَيُنَبِّئُكُمْ | size haber verir |
|
25 | بِمَا | şeyleri |
|
26 | كُنْتُمْ | olduğunuz |
|
27 | تَعْمَلُونَ | yapıyorlar |
|
28 | إِنَّهُ | çünkü O |
|
29 | عَلِيمٌ | bilir |
|
30 | بِذَاتِ | özünü |
|
31 | الصُّدُورِ | göğüslerin |
|
Bütün bu kanıtlara ve uyarıcı açıklamalara rağmen Allah’a gereği gibi iman etmemekte direnenler bilmeliler ki Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı gibi insanların kendisine inanmalarına da ihtiyacı yoktur. Şu halde inkârcılar bu tutumlarıyla yalnız kendilerine zarar verirler. Her ne kadar Allah, kullarını inanıp inanmamakta özgür bırakmışsa da (Kehf 18/29; İnsân 76/3), merhameti gereği kullarının iman edip kurtuluşa ermelerini ister, rızası bundadır; bu yüzden insanlara doğru yolu bulmaları için akıl vermekle kalmayıp ayrıca peygamberleri aracılığıyla gönderdiği kutsal kitaplarında varlığının ve birliğinin nice kanıtlarını göstermiş, inananlara müjdeler vermiş, inanmayanları ikaz etmiş ve böylece iman edip hükümlerini yerine getirmek suretiyle kendisine şükredenleri rızasına kavuşturacağını bildirmiştir. Onun rızası, yani kulundan hoşnut olup onu sevmesi ise bütün nimetlerin en büyüğü, en değerlisidir (bk. Tevbe 9/72). İnsanın ödevi, kendisini bu değerli nimete lâyık kılacak bir hayat geçirmektir.
Aklî melekeleri yerinde olan her insan kendinden sorumludur ve yaptığı kötülüğün sonucu da yalnız ona aittir; ne o başkasının günahını taşır, ne de başkası onun günahını taşır. Onun için özgür ve bilinçli olarak yaptığımız işlerin sorumluluğunu başkasına yıkmaya kalkışmamalıyız; suçumuzu günahımızı başka birinin yükleneceğini ümit etmemeli, kendi hayatımızın iyi ve kötü sonuçlarının kendimize ait olduğunu bilmeliyiz. Dünyada hukuk ve kamuoyu karşısında bu böyle olduğu gibi âhirette Allah’ın huzurunda da böyle olacak; hepimiz sonunda kalplerimizin derinliklerini, en gizli sırlarımızı dahi bilen rabbimizin divanına çıkıp dünyadayken yaptığımız her şeyi karşımızda bulacak, O’nun şaşmayan adaletiyle yargılanacağız.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 601اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَكْفُرُوا şart fiili olup نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. غَنِيٌّ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur.
عَنْكُمْ car mecruru غَنِيٌّ ‘ye mütealliktir. لَا يَرْضٰى atıf harfi وَ ‘la غَنِيٌّ ‘e matuftur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَرْضٰى elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
لِعِبَادِهِ car mecruru يَرْضٰى fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. الْكُفْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ
Cümle atıf harfi وَ ‘la تَكْفُرُوا ‘ya matuftur.
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَشْكُرُوا şart fiili olup نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
فَ karînesi olmadan gelen يَرْضَهُ۬ cümlesi şartın cevabıdır. يَرْضَهُ۬ illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. لَكُمْ car mecruru يَرْضَهُ۬ fiiline mütealliktir.
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ
وَ istînâfiyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
تَزِرُ damme ile merfû muzari fiildir. وَازِرَةٌ fail olup lafzen merfûdur. Mevsufdan naib sıfattır. Takdiri, نفس وازرة (Taşıyıcı kişi) şeklindedir.
وِزْرَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. اُخْرٰى muzâfun ileyh olup, elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. Aynı zamanda sıfattır. Mevsuf hazf edilmiştir. Takdiri, نفس أخرى şeklindedir.
اُخْرٰى maksur bir isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin irab durumu şöyledir: Merfû halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfû, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ
ثُمَّ tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından فَ harfinin zıttıdır. ثُمَّ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِلٰى رَبِّكُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
مَرْجِعُكُمْ muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُنَبِّئُكُمْ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle يُنَبِّئُكُمْ fiiline mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası كُنْتُمْ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.
كان nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.
تَعْمَلُونَ fiili كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
تَعْمَلُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يُنَبِّئُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi نبأ ’dir.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. هُ muttasıl zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. عَل۪يمٌ kelimesi اِنَّ ’nin haberi olarak lafzen merfûdur. بِذَاتِ car mecruru عَل۪يمٌ ‘e mütealliktir. الصُّدُورِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
عَل۪يمٌ kelimesi, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır.
Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. İlk cümle şart üslubunda haberî isnaddır. تَكْفُرُوا şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَ karinesiyle gelen cevap فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ cümlesi, اِنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ cümlesinde haber, muhatabı yaptığı hata konusunda uyarma amacıyla kinaye olarak gelmiştir. (Âşûr)
وَلَا يَرْضٰى cümlesi اِنَّ ’nin haberine matuftur. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لِعِبَادِهِ , ihtimam için, mef’ûl olan الْكُفْرَۚ ‘ya takdim edilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf لِعِبَادِهِ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan لِعِبَادِ , tazim ve şeref kazanmıştır.
تَكْفُرُوا - الْكُفْرَۚ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Şayet hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Meselâ, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ cümlesi iki şart cümlesi arasında itiraziyye cümlesi olarak gelmiştir.
Geliş maksadı ise: Haberin muhatabını bir yanlış anlaşılmaya karşı uyarıp, Allah’ın o kimselerin küfürlerine aldırış etmediğinin, önemsemediğinin anlaşılmaması; O’nun katında küfür ve şükrün müsavi olmadığını muhataba bildirmek içindir. İşte bu sebeple haber, muhatabın hatasına ikaz mahiyetinde gelmiştir. (Âşûr)
وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ
وَاِنْ تَشْكُرُوا cümlesi اِنْ تَكْفُرُوا … cümlesine matuftur. Atıf sebebi tezattır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. تَشْكُرُوا şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir.
Arka arkaya gelen iki şart cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi يَرْضَهُ۬ لَكُمْ müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
اِنْ şart harfi vukû bulma ihtimali zayıf olan durumlarda kullanılır. Bu ayet-i kerîmede de اِنْ , vuku bulma ihtimali zayıf olan şükretme fiilinin başına gelmiştir.
تَكْفُرُوا - تَشْكُرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.
يَرْضَهُ۬ - لَا يَرْضٰى kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve iştikak cinası vardır.
Ebüssuûd şöyle der: Kullarının inkârına razı olmaması onlara yarar sağlamak ve zararlarını gidermek içindir. Bunu, inkardan zarar gördüğü için değil, size acıdığı için yapar. Kulların şükrüne razı olması da, onların lehine ve menfaatlerinedir. Çünkü şükür onların, dünya ve ahiret mutluluğunu kazanmalarının sebebidir. Bunun içindir ki Yüce Allah farklı iki ifade kullanarak önce şöyle buyurdu: وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ [Kullarının inkâr etmesine razı olmaz] Burada ise اِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ [Sizin şükretmenize razı olur] buyurdu. Çünkü birinciden maksat, hükmü genelleştirmek sonra da bu hükme illet olarak, onların kendisinin kulları olduğunu ifade etmektir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ
وَ , istînâfiyyedir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Mef’ûlu mutlak olan وِزْرَ ile cümle tekid edilmiştir.
لَا تَزِرُ - وِزْرَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.
تَزِرُ - وَازِرَةٌ - وِزْرَ kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Fail olan وَازِرَةٌ ’daki tenvin herhangi bir cins, kıllet ve umum ifade eder. Bilindiği gibi nefy siyakında nekre, umum ve şümule işarettir.
Bu cümledeki kelimeler arasında var olan tenasüp sanatı, dikkat çekicidir.
Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder.
Zümer Suresi 7. ayeti kerimede geçen “Kimse başkasının herhangi bir günahını taşımaz.” ibaresinde istiare vardır. Burada gerçek anlamda sırtlarda taşınan yükler yoktur. Sadece kötülük ve günahların ağırlığı vardır. (Şerîf er-Radî)
Burada, kâfirin küfrünün vebalinin, başkasına asla sirayet etmediği beyan edilmektedir. (Ebüssuûd)
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ cümlesi terahi ve tertip ifade eden ثُمَّ ile makabline atfedilmiştir.
Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. (Âşûr)
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
اِلٰى رَبِّكُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. مَرْجِعُكُمْ muahhar mübtedadır.
Mecrur haber, vasıf kuvvetindedir. Haber olarak gelen mecrurlar, zarflar mübtedanın bununla vasıflandığını ifade ederler. Nahiv alimlerinin açıkladığı gibi kelamda كائِنٍ benzeri bir müstekar takdiriyle husûl ve sübut ifade eder. (Âşûr, Şuarâ/113)
رَبِّكُمْ izafetinde, Rabb ismine muzâfun ileyh olan كُمْ zamirinin ait olduğu kişiler şeref kazanmıştır.
Müsnedün ileyh olan مَرْجِعُكُمْ , veciz ifade kastıyla izafet formunda gelmiştir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبَّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ
فَاُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ cümlesi, atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fiilin Allah Teâlâ’ya isnadı, istimrarın/devamlılığın karînesidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belagat Dersleri Meânî İlmi)
الأنْباءُ : İlim ile elde edilen bilgiden meydana gelen haber anlamında mecazî olarak kullanılmıştır. Veya melekler vasıtasıyla ulaştığı için söz konusu haberlerin gerçek olduğunu ifade edebilir. Kastedilen şudur: O, içerisinde hiçbir şüphe olmadan hakkı size izhar etmekte veyahut doğrudan onu bildirmektedir. (Âşûr)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا , harf-i cerle birlikte فَيُنَبِّئُكُمْ fiiline mütealliktir. Sılası olan كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ cümlesi, كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَانُ ’nin haberi olan تَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsned olan عَل۪يمٌ, sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
بِذَاتِ الصُّدُورِ , kalplerin sahibi ifadesinde istiare vardır. Kalp yerine صُّدُورِ kelimesinin gelmesi hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.
اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ cümlesinde lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır. Lâzım; Allah sînelerin özünü bilir. Melzûmu; Allah içinizdekilerini bilir ve bu fikirlerin tersine davranmanızdan dolayı sizi hesaba çeker demektir.
Ayrıca bu cümlede tağlîb sanatı vardır. Allah Teâlâ yalnız sînedekileri değil, her şeyi bilir. Özellikle ‘sînelerin özünü bilir’ buyurulması, kalpteki duyguların insanın hareketlerinde temel teşkil etmesindendir.
عَل۪يمٌ - تَعْمَلُونَۜ kelimeleri arasında cinâs-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde olmayan tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Ayetin fasılası Kur’an-ı Kerim’in diğer ayetlerinde de ufak değişikliklerle mevcuttur.
Böyle tekrarlanan öğeler kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, c. 7, S. 314)
بِذَاتِ صُّدُورِهِمْ [Onların nefislerinde gizli olan şeyleri] değil, بذات الصدور [Nefislerde gizli olan] şeyleri buyurularak sadece onların nefislerindekini değil, umumi olarak bütün nefislerde gizli olanları bildiği ifade edilmiştir. Ayeti kerimede nefislerde olanlara ait olan bilgisinin mübalağalı olduğunu ifade etmek için عالم değil عليم buyurulmuştur. Bu son cümle Allahu alem, ilminin genişliğine delalet için اِنَّ ile tekid edilmiştir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Beyânî Tefsir Yolu, C. 2, S. 468)