Zümer Sûresi 8. Ayet

وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يباً اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَل۪يلاًۗ اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ  ...

İnsana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra kendi tarafından ona bir nimet verdiği zaman daha önce O’na yalvardığını unutur ve Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koşar. De ki: “Küfrünle az bir süre yaşayıp geçin! Şüphesiz sen cehennemliklerdensin.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَإِذَا zaman
2 مَسَّ dokunduğu م س س
3 الْإِنْسَانَ insana ا ن س
4 ضُرٌّ bir zarar ض ر ر
5 دَعَا hemen du’a eder د ع و
6 رَبَّهُ Rabbine ر ب ب
7 مُنِيبًا içtenlikle yönelerek ن و ب
8 إِلَيْهِ O’na
9 ثُمَّ sonra
10 إِذَا zaman
11 خَوَّلَهُ ona verdiği خ و ل
12 نِعْمَةً bir ni’met ن ع م
13 مِنْهُ kendisinden
14 نَسِيَ unutur ن س ي
15 مَا
16 كَانَ olduğunu ك و ن
17 يَدْعُو yalvarmakta د ع و
18 إِلَيْهِ O’na
19 مِنْ
20 قَبْلُ önceden ق ب ل
21 وَجَعَلَ ve koşar ج ع ل
22 لِلَّهِ Allah’a
23 أَنْدَادًا eşler ن د د
24 لِيُضِلَّ saptırmak için ض ل ل
25 عَنْ -ndan
26 سَبِيلِهِ O’nun yolu- س ب ل
27 قُلْ de ki ق و ل
28 تَمَتَّعْ yaşa م ت ع
29 بِكُفْرِكَ küfrünle ك ف ر
30 قَلِيلًا azıcık ق ل ل
31 إِنَّكَ şüphesiz sen
32 مِنْ -ndan(sın)
33 أَصْحَابِ halkı- ص ح ب
34 النَّارِ ateş ن و ر
 

Buradaki “insan”la öncelikle Kur’an’ın muhatapları arasındaki inkârcı kişilerin kastedildiği âyetin devamından anlaşılmaktadır. Başka yerlerde de belirtildiği gibi (meselâ bk. Bakara 2/177) gerçek mümin hem sıkıntılı zamanlarında hem rahat zamanlarında hep Allah ile olur, O’na güvenip dayanır. Bu bağlılığını kötü günlerinde isyan etmeden sabırla, iyi günlerinde azmadan şükürle gösterir. Allah’tan gelen her şeyi, “Lutfun da hoş, kahrın da hoş” diyerek karşılar. 9. âyet, inancında döneklik yapan biriyle her durumda Allah’a iman ve bağlılığını sürdürenin aynı değerde olamayacağını ifade etmektedir. Hâlis imanın ve samimi dindarlığın çok veciz bir özeti olan bu âyette, böyle bir dindarlığın en çarpıcı amelî tezahürü olan gece namazına, sorumluluk boyutu olan âhiret endişesiyle rahmet ümidine ve dindarlığın zihnî şartı olan bilgi donanımına dikkat çekilmiştir. İbadette dinî şuur ve duygu ne kadar yoğun olursa ibadetin değeri de o oranda yüksek olur. Bu yoğunluk geceleri daha da fazla olacağı için âyette özellikle gece ibadetinden söz edilmiştir. Derin dindarlığın diğer bir tezahürü de âhiret bilincinin canlı oluşudur. Ebedî hayata inanan iyi bir mümin, her durumda rabbine kulluk görevlerini yerine getirmekle birlikte, bir yandan da kulluğuyla O’nun merhamet ve sevgisini kazanmayı, bu sayede âhiret kurtuluşuna nâil olmayı arzular. 

Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ifadesindeki “bilme”den maksat, bu âyetler bağlamında öncelikle, yalnız zor durumda kalındığı zaman değil, her zaman Allah’ı bilip tanımayı (ma‘rifetullah), bu irfan sayesinde yaratılmışlara kul olmaktan kurtulup yaratana kul olmanın önemini kavramayı ifade eder. Bununla birlikte Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” cümlesi, daha genel olarak –hangi konuda olursa olsun– ilmin yani doğru bilginin Allah katında mutlak bir değer olduğuna işaret eder. Esasen iman da ilim sayesinde kazanılır. Nitekim kaynaklarda ilim, “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen inanç” (itikad) şeklinde tanımlanır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “İlm” md.; Cürcânî, et-Ta‘rîfât, “el-İlm” md.). Kur’an-ı Kerîm’de gerek dinî gerekse din dışı konularla ilgili olarak ilim kelimesi ve türevlerinin 750 defa geçmesi, bilginin ve bilme faaliyetinin önemine işaret eder. Kendisini de Allah’tan gelmiş bir bilgi olarak tanıtan Kur’an (Bakara 2/120), “Rabbim, ilmimi arttır!” diye Allah’a dua etmemizi öğütler. Hz. Peygamber de ilmi övmüş ve teşvik etmiştir (Tirmîzî, “İlim”, 19). Âlimleri peygamberlerin vârisleri olarak gösteren hadis (Buhârî, “İlim” 10), bilginin değeri yanında ilim adamlarının, bilgilerini insanlığın hayrına kullanmakla sorumlu olduklarına da işaret eder. Buna göre, ilim bizâtihi bir değer olsa da birçok hadiste ilmin amelle bütünleşmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır (meselâ bk. Müslim, “ez-Zikir ved’du‘â”, 73; İbn Mâce, “Mukaddime” Duâ”, 2, 3). Şu halde davranış ve uygulama planında olumlu sonuçlar doğurmayan veya kötülüklere alet edilen bilgi, kıymeti bilinmemiş, şükrü eda edilmemiş bir nimet olup ayrıca sorumluluğu gerektirir. Nitekim bir hadiste, sadece basit dünyevî emellere ulaşmayı amaçlayan ve bu suretle bilgisini kötüye kullananlar “erdemsiz bilginler” diye anılmıştır (Dârimî, “Mukaddime”, 29, 34; İslâm’da ilmin yeri ve müslümanların bilime katkıları konusunda bilgi için bk. İlhan Kutluer, “İlim”, DİA, XXII, 109-114). 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 601-603
 

وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يباً اِلَيْهِ

 

وَ  istînâfiyyedir. اِذَا  şart manalı, cümleye muzâf olan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir. 

(إِذَا) ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مَسَّ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  

مَسَّ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الْاِنْسَانَ  mukaddem mef’ûlü bih olup fetha ile mansubdur. ضُرٌّ  fail olup lafzen merfûdur.  

فَ  karînesi olmadan gelen  دَعَا رَبَّهُ  cümlesi şartın cevabıdır. دَعَا  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

رَبَّهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مُن۪يباً  hal olup fetha ile mansubdur.  اِلَيْهِ  car mecruru  مُن۪يباً ‘e mütealliktir.

Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde  iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.

Hal sahibu’l-hale ya  و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

مُن۪يباً  kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ

 

ثُمَّ  tertip ve terahi ifade eden atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hem sıra olduğunu hem de fiillerin meydana gelişi arasında uzun bir sürenin bulunduğunu gösterir. Süre bakımından  فَ  harfinin zıttıdır.  ثُمَّ  ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَوَّلَهُ  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

خَوَّلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

نِعْمَةً  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنْهُ  car mecruru  نِعْمَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.

فَ  karînesi olmadan gelen  نَسِيَ  cümlesi şartın cevabıdır.

نَسِيَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl  مَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانَ يَدْعُٓوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.  يَدْعُٓوا اِلَيْهِ  cümlesi  كَانَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَدْعُٓوا  elif üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. اِلَيْهِ  car mecruru  يَدْعُٓوا  fiiline mütealliktir. 

مِنْ  harfi cerdir.  قَبْلُ  zaman zarfı, damme üzere mebni olup  يَدْعُٓوا  fiiline mütealliktir.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  muzâfun ileyhleri hazf edilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir.  قَبْلَ  zarfı hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

خَوَّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  خَوَلَ ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.


وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ 

 

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Fiil cümlesidir. جَعَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. لِلّٰهِ  car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlü bihe mütealliktir. اَنْدَاداً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

لِ  harfi,  يُضِلَّ  fiilini gizli  اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  لِ  harf-i ceriyle birlikte  جَعَلَ  fiiline mütealliktir. 

اَنْ  harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُضِلَّ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  عَنْ سَب۪يلِه۪  car mecruru يُضِلَّ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُضِلَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ضلل ’dir.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

  

قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَل۪يلاًۗ 

 

Fiil cümlesidir.  قُلْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

Mekulü’l-kavli  تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ ‘dir.  قُلْ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

تَمَتَّعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.  بِكُفْرِكَ  car mecruru  تَمَتَّعْ  fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir  كَ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَل۪يلاًۗ  zaman zarfı, mef’ûlun fih olup fetha ile mansubdur.

Fiilin işlendiği zamanı veya yeri bildiren mef’ûldür. Mef’ûlun fihin diğer adı zarftır. 

Mef’ûlun fih mansubdur. Başına harf-i cer gelirse mahallen mansub olur. Mef’ûlun fihin harf-i cerleri şunlardır: فِي - بِ . Mef’ûlün fih fiilinin önüne geçebilir. Mef’ûlun fihi bulmak için fiile “nerede, ne zaman?” soruları sorulur. 

Mef’ûlun fih ikiye ayrılır: 

1. Zaman zarfı: Fiilin oluş zamanını bildiren mef’ûlün fihtir. 

2. Mekan zarfı: Fiilin oluş yerini, mekanını bildiren mef’ûlün fihtir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

تَمَتَّعْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. تَفَعَّلَ  babındadır. Sülâsisi  متع ‘dır.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

 

اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  كَ  muttasıl zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. 

مِنْ اَصْحَابِ  car mecruru  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir. النَّارِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
 

وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يباً اِلَيْهِ 

 

وَ , istinafiyyedir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart edatı  اِذَا ‘nın muzâfun ileyhi olan  مَسَّ الْاِنْسَانَ الضُّرُّ , şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Şart manalı zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mef’ûl olan  الْاِنْسَانَ , konudaki önemine binaen faile takdim edilmiştir. 

الْاِنْسَانَ ’deki marifelik cins içindir. Fakat burada şirk ehli için örfi umum ifade etmiştir. Çünkü  وجَعَلَ لِلَّهِ أنْدادًا  sözü, müminlerin durumuna uymaz. (Âşûr)

Zamir yerine, açık isim olarak  الْاِنْسَانَ  kelimesinin zikredilmesinden maksat, Zümer suresi 6. ayet  خَلَقَكم مِن نَفْسٍ واحِدَة [Sizi tek bir nefisten yarattı] ile  فَيُنَبِّئُكم بِما كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ [Size yaptıklarınızı haber verecektir] 7. ayetlerdeki muhataplardır. (Âşûr)

مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ  ifadesinde isnadın  ضُرٌّ ’ya olması aklî mecazdır. Aynı zamanda cümlede tecessüm sanatı vardır.

ضُرٌّ ‘daki tenvin, herhangi bir manasında cins ifade eder.

ف۪  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  دَعَا رَبَّهُ مُن۪يباً اِلَيْهِ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اِلَيْهِ  car mecruru,  الْاِنْسَانَ ‘den hal olan  مُن۪يباً ‘e mütealliktir. İsm-i fail vezninde gelen مُن۪يباً , teceddüt ifade etmiştir.

Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 10 (2007), s. 55 - 90 )

Şart ve cevap cümlelerinden meydana gelen terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Veciz ifade kastına matuf  رَبَّهُ  izafetinde, Rabb isminin muzâf olmasıyla  هُ  zamirinin ait olduğu kişi, şeref kazanmıştır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  رَبَّ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)

"İnsana bir zarar dokundu mu, Rabbine yönelerek O'na yalvarır."

Yani insana hastalık ve saire gibi bir zarar dokundu mu, rahatlık halinde yalvardığından dönüp Rabbine yönelir. Çünkü rahatlık halinde yalvardığı batıl ilâhının, bu sıkıntıyı kaldırmak kudretinden uzak olduğunu bilir.

Burada insan, bazı fertlerinin haliyle vasıflandırılmaktadır, (yoksa bütün insanlar böyle değildir.) Nitekim "hiç şüphesiz ki insan, çok zalim, çok nankördür." (Ebüssuûd)


ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ 

 

ثُمَّ  atıf harfidir. Hem zaman açısından hem de rütbe açısından terahi ifade eder. Cümle önceki şart cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi tezattır. Cümleler arasında inşaî olmak bakımından mutabakat mevcuttur. Şart manası taşıyan zaman zarfı  اِذَا ’nın muzâf olduğu şart cümlesi olan  خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Zaman zarfı  اِذَا , cevap cümlesine mütealliktir.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107) 

Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî  Beyânî Tefsir Yolu, c. 2, s. 88.)

مِنْهُ  car mecruru,  نِعْمَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.

نِعْمَةً ’deki tenvin, muayyen olmayan cins ve tazim ifade eder.

فَ  karinesi olmadan gelen cevap cümlesi  نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.   

Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul  مَا ’nın sılası olan  كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ , nakıs fiil كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

قَبْلُ ’daki damme mahzuf muzâfun ileyhten ivazdır. Takdiri; مِنْ قَبْلِ ضُرٍّ ’dir.

Ayette peş peşe gelen iki şart cümlesi arasında mukabele sanatı vardır.

كَان  ’nin haberinin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)

كَان ’in haberi muzari fiil olduğunda, genellikle  devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş, davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur’an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

 وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَاداً لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ  cümlesi, atıf harfi  وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.  لِلّٰهِ  car mecruru,  جَعَلَ  fiilinin mahzuf ikinci mef’ûlüne mütealliktir. 

اَنْدَاداًۜ ’deki tenvin, kesret, tahkir ve nev ifade eder.

Sebep bildiren harf-i cer  لِ ’nin gizli  أنْ ’le masdar yaptığı  لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪  cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle,  جَعَلَ  fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

لِيُضِلَّ عَنْ سَبِيلِهِ  cümlesindeki lam harfi akıbet lamıdır. Yani mecazî lam-ı talildir. (Âşûr)

Burada saptırmak olarak tercüme edilen idlâl fiili, diğer bir kıraate göre dalalet fiili olarak da okunmuştur. Buna göre, yani dalaletinin artması ve dalalet üzerinde sabit, kalması için, Allah'a eşler de koşar, demektir. (Ebüssuûd)

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

سَب۪يلِه۪  izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan  سَب۪يلِ , tazim edilmiştir.

سَب۪يلِه۪ۚ (O’nun yolu) ibaresinde tasrihî istiare vardır.  سَبِیلِ  kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazf edilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.

ضُرٌّ  -  نِعْمَةً  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî,  ثُمَّ  - قَبْلُ  kelimeleri arasında tıbak-ı îcâb sanatları vardır.

يَدْعُٓوا  - دَعَا  ve  نَسِيَ - اِنْسَانَ  gruplarındaki kelimeler arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.


قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَل۪يلاًۗ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

قُلْ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَل۪يلاً  cümlesi de, emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.

Emir ve Nehiylerin Aciliyet İfade Edip Etmeme Durumları: 

- Emirler aciliyet veya tehir ifade etmezler. Sadece bir şeyin yapılmasını isterler.

- Nehiyler aciliyet ifade ederler. Yasaklanan şeyden hemen uzaklaşılmasını isterler. (Hasan Karakaya, Fıkıh usulü, s. 558-559)

Mekulü’l-kavl cümlesi, emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen vaz edildiği anlamın dışına çıkarak tehdit ifade etmesi sebebiyle mecaz-ı mürsel mürekkebdir.

بِكُفْرِكَ  car mecruru,  تَمَتَّعْ  fiiline mütealliktir.  قَل۪يلًاۗ  mahzuf mef’ûlu mutlakın sıfatıdır.

بِكُفْرِكَ  kelimesindeki  بِ  harf-i ceri zarf veya mülâbese içindir. (Âşûr)

بِكُفْرِكَ  izafeti muzâf ve muzâfun ileyhin tahkiri içindir. 

نِعْمَةً - تَمَتَّعْ  ve  يُضِلَّ - كُفْرِكَ  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ [De ki, küfrünle eğlene dur] cümlesindeki emir tehdit ifade eder. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir) 


 اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ

 

Ta’liliyye olarak gelen son cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.  مِنْ اَصْحَابِ  tekid edatı olan  اِنَّ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

مِنْ  baz (bir kısım) manasındadır. Çünkü müşrikler cehennemde ebedi kalmaya mahkum olan bazı millet ve topluluklardır. (Âşûr)

اَصْحَابُ النَّارِۚ  ifadesinde istiare vardır. Cehennemde kalış arkadaşlığa benzetilmiştir. Arkadaşlar birbirinin karakterini taşır.

اَصْحَابُ النَّارِۚ  [Ateş ashabı] ibaresindeki  اَصْحَابُ  kelimesinin kökü  صحب ’dir. Sahip, yer veya zaman bakımından başkasından ayrılmayan demektir. Bu birliktelik bedenle veya destekle olabilir. Peygamberimizin sahabesi de aynı kökün türevidir. Bir şeye sahip olmayı da Türkçede kullanıyoruz. Sohbet de aynı kelimeden dilimize geçmiştir.  اصحاب النار  [cehennem ashabı] derken işte bu ayrılmama, bu kimselerin adeta ateşle hemhal oluşu vurgulanmaktadır.

اَصْحَابِ النَّارِ  ifadesi hal-mahal alakasıyla mecaz-ı mürseldir.

[Muhakkak sen cehennemliklerdensin.] Yani sonunda varacağın yer cehennem ateşi olacaktır. (Kurtubi)

"De ki: küfrünle biraz yaşa. Çünkü şüphe yok ki, sen Cehennem ashabındansın."

"Çünkü şüphe yok ki..." cümlesi, onların niçin az yaşayacaklarını bildirmektedir. Bu kelam, açıkça, onların kurtuluş umudunu tamamen kesmektedir. Yani sen, emrolunduğun iman ve itaati kabul etmediğine göre, artık, bunun cezasını tatman için, bunların terkiyle emir olunmayı hak ettin. (Ebüssuûd)