اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِداً وَقَٓائِماً يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمَّنْ | yoksa gibi midir? |
|
2 | هُوَ | o |
|
3 | قَانِتٌ | ibadet eden |
|
4 | انَاءَ | sa’atlerinde |
|
5 | اللَّيْلِ | gece |
|
6 | سَاجِدًا | secde ederek |
|
7 | وَقَائِمًا | ve ayakta durarak |
|
8 | يَحْذَرُ | korkan |
|
9 | الْاخِرَةَ | ahiretten |
|
10 | وَيَرْجُو | ve uman |
|
11 | رَحْمَةَ | rahmetini |
|
12 | رَبِّهِ | Rabbinin |
|
13 | قُلْ | de ki |
|
14 | هَلْ | -midir? |
|
15 | يَسْتَوِي | eşit- |
|
16 | الَّذِينَ | kimselerle |
|
17 | يَعْلَمُونَ | bilen(lerle) |
|
18 | وَالَّذِينَ | ve kimseler |
|
19 | لَا |
|
|
20 | يَعْلَمُونَ | bilmeyen(ler) |
|
21 | إِنَّمَا | doğrusu ancak |
|
22 | يَتَذَكَّرُ | öğüt alır |
|
23 | أُولُو | sahipleri |
|
24 | الْأَلْبَابِ | sağduyu |
|
Buradaki “insan”la öncelikle Kur’an’ın muhatapları arasındaki inkârcı kişilerin kastedildiği âyetin devamından anlaşılmaktadır. Başka yerlerde de belirtildiği gibi (meselâ bk. Bakara 2/177) gerçek mümin hem sıkıntılı zamanlarında hem rahat zamanlarında hep Allah ile olur, O’na güvenip dayanır. Bu bağlılığını kötü günlerinde isyan etmeden sabırla, iyi günlerinde azmadan şükürle gösterir. Allah’tan gelen her şeyi, “Lutfun da hoş, kahrın da hoş” diyerek karşılar. 9. âyet, inancında döneklik yapan biriyle her durumda Allah’a iman ve bağlılığını sürdürenin aynı değerde olamayacağını ifade etmektedir. Hâlis imanın ve samimi dindarlığın çok veciz bir özeti olan bu âyette, böyle bir dindarlığın en çarpıcı amelî tezahürü olan gece namazına, sorumluluk boyutu olan âhiret endişesiyle rahmet ümidine ve dindarlığın zihnî şartı olan bilgi donanımına dikkat çekilmiştir. İbadette dinî şuur ve duygu ne kadar yoğun olursa ibadetin değeri de o oranda yüksek olur. Bu yoğunluk geceleri daha da fazla olacağı için âyette özellikle gece ibadetinden söz edilmiştir. Derin dindarlığın diğer bir tezahürü de âhiret bilincinin canlı oluşudur. Ebedî hayata inanan iyi bir mümin, her durumda rabbine kulluk görevlerini yerine getirmekle birlikte, bir yandan da kulluğuyla O’nun merhamet ve sevgisini kazanmayı, bu sayede âhiret kurtuluşuna nâil olmayı arzular.
“Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” ifadesindeki “bilme”den maksat, bu âyetler bağlamında öncelikle, yalnız zor durumda kalındığı zaman değil, her zaman Allah’ı bilip tanımayı (ma‘rifetullah), bu irfan sayesinde yaratılmışlara kul olmaktan kurtulup yaratana kul olmanın önemini kavramayı ifade eder. Bununla birlikte “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” cümlesi, daha genel olarak –hangi konuda olursa olsun– ilmin yani doğru bilginin Allah katında mutlak bir değer olduğuna işaret eder. Esasen iman da ilim sayesinde kazanılır. Nitekim kaynaklarda ilim, “bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen inanç” (itikad) şeklinde tanımlanır (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “İlm” md.; Cürcânî, et-Ta‘rîfât, “el-İlm” md.). Kur’an-ı Kerîm’de gerek dinî gerekse din dışı konularla ilgili olarak ilim kelimesi ve türevlerinin 750 defa geçmesi, bilginin ve bilme faaliyetinin önemine işaret eder. Kendisini de Allah’tan gelmiş bir bilgi olarak tanıtan Kur’an (Bakara 2/120), “Rabbim, ilmimi arttır!” diye Allah’a dua etmemizi öğütler. Hz. Peygamber de ilmi övmüş ve teşvik etmiştir (Tirmîzî, “İlim”, 19). Âlimleri peygamberlerin vârisleri olarak gösteren hadis (Buhârî, “İlim” 10), bilginin değeri yanında ilim adamlarının, bilgilerini insanlığın hayrına kullanmakla sorumlu olduklarına da işaret eder. Buna göre, ilim bizâtihi bir değer olsa da birçok hadiste ilmin amelle bütünleşmesi gerektiğine vurgu yapılmıştır (meselâ bk. Müslim, “ez-Zikir ved’du‘â”, 73; İbn Mâce, “Mukaddime” Duâ”, 2, 3). Şu halde davranış ve uygulama planında olumlu sonuçlar doğurmayan veya kötülüklere alet edilen bilgi, kıymeti bilinmemiş, şükrü eda edilmemiş bir nimet olup ayrıca sorumluluğu gerektirir. Nitekim bir hadiste, sadece basit dünyevî emellere ulaşmayı amaçlayan ve bu suretle bilgisini kötüye kullananlar “erdemsiz bilginler” diye anılmıştır (Dârimî, “Mukaddime”, 29, 34; İslâm’da ilmin yeri ve müslümanların bilime katkıları konusunda bilgi için bk. İlhan Kutluer, “İlim”, DİA, XXII, 109-114).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 601-603اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِداً وَقَٓائِماً يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ
اَمْ munkatıadır. بل ve hemze manasındadır. Çoğunlukla soru edatlarıyla birlikte kullanılır ve muhataptan bu edatın öncesi ile sonrasındaki unsurlardan birini tayin ve tercih etmesini zorunlu kılar. Genellikle soru edatı olan hemze ile (اَ) birlikte kullanılır. İkiye ayrılır: Muttasıl اَمْ . Munkatı’ اَمْ (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَّنْ müşterek ism-i mevsûl mübteda olarak mahallen merfûdur. Haber mahzuftur. Takdiri, كمن هو عاص (Asi olan kişi gibi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ قَانِتٌ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
Munfasıl zamir هُوَ mübteda olarak mahallen merfûdur. قَانِتٌ haber olup lafzen merfûdur. اٰنَٓاءَ zaman zarfı, قَانِتٌ ‘a mütealliktir. الَّيْلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. سَاجِداً kelimesi قَانِتٌ ‘deki zamirden hal olup fetha ile mansubdur.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَٓائِماً atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ ikinci hal cümlesi olarak mahallen mansubdur.
يَحْذَرُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. الْاٰخِرَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
يَرْجُوا atıf harfi وَ ‘la يَحْذَرُ ‘ya matuf olup mahallen mansubdur.
يَرْجُوا fiili و üzere damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. رَحْمَةَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
رَبِّه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَاجِداً kelimesi, sülasi mücerredi سجد olan fiilin ism-i failidir.
قَٓائِماً kelimesi, sülasi mücerredi قوم olan fiilin ism-i failidir.
قَانِتٌ kelimesi, sülasi mücerredi قنت olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli هَلْ يَسْتَوِي ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
هَلْ istifham harfidir. Muzari fiile dahil olursa manayı istikbâle çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
يَسْتَوِي fiili ي üzere damme ile merfû muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يَعْلَمُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. İkinci ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ atıf harfi وَ ‘la birinciye matuftur. İsm-i mevsûlun sılası لَا يَعْلَمُونَ ‘dur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَعْلَمُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
يَسْتَوِي fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi سوي ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟
اِنَّـمَٓا kâffe ve mekfûfedir. Kâffe; men eden, alıkoyan anlamında olup buradaki ma-i kâffeden kasıt ise اِنَّ harfinden sonra gelen ve onun amel etmesine mani olan مَا demektir.
اِنَّـمَٓا , kâffe (durduran, engelleyen anlamında ism-i faildir) ve mekfûfe’dir. Usul ve beyan alimlerinin Cumhuruna göre kâffe olan مَٓا harfi, اِنَّ ile birlikte nafiye olur ve bu da hasr için kullanılma sebebidir. Çünkü اِنَّ ispat, مَٓا nefy içindir. Bu ikisinin tek bir şey için kullanılması caiz değildir, çünkü aralarında tenakuz vardır. https://www.arapcadilbilgisi.com/
Cumhura göre إنما hasr ifade eder ve maksûrun aleyh cümlenin sonunda bulunur. https://islamansiklopedisi.org
يَتَذَكَّرُ merfû muzari fiildir. اُو۬لُوا fail olup, cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. الْاَلْبَابِ۟ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
يَتَذَكَّرُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi ذكر ’dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِداً وَقَٓائِماً يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ
Bu cümle önceki sözü takiben istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, inkârî (reddetme, yadsıma) istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Hemze inkârî istifham harfidir.
İnkâri mananın kastedilmesinin karinesi ise ifadeyi قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ والَّذِينَ لا يَعْلَمُونَ ayetinin takip ediyor oluşudur. (Âşûr)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Mübteda olan şart ismi مَّنْ ‘in haberi mahzuftur. Takdiri; كمن هو عاص (Asi kimse gibidir) şeklindedir.
Cümleye dahil olan اَمَّ munkatı’ yani hemze ve بَلْ manasındadır. Müsnedün ileyh konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَّنْ ’in sılası olan هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِداً cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nafi', İbn Kesir ve Hamza; اَمَّنْ kelimesini, ismi mevsul olan مَنِ kelimesinin başına hemzenin geldiği görüşüyle mîmin (م) tahfifi ile أمَن okumuştur. Ancak buradaki hemzenin istifham hemzesi olması da mümkündür. (Âşûr)
Müsned olan قَانِتٌ , ism-i fail vezninde gelerek durumun devam ve sübutuna işaret etmiştir.
قَٓائِماً ve سَاجِداً , قَانِتٌ ‘daki zamirden haldir. Hal, manayı tamamlamak ve pekiştirmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
القانِتُ ; ibadet eden, âbid kişidir. (Âşûr)
والأنى ; saat, vakit anlamındadır. (Âşûr)
ساجِدًا وقائِمًا ifadeleri, قانِتٌ kelimesinin manasını tekid eden iki haldir. يَحْذَرُ الآخِرَةَ ve يَرْجُو رَحْمَةَ رَبِّهِ cümleleri de iki ayrı haldir. Birinci ve ikinci hal onun zahiri (açıktaki) amelini, üçüncü ve dördüncü hal olarak gelen iki cümle ise o kişinin kalbinin amelini vasfeden ifadelerdir. Yani o kul, kötülüklerinden ve yapmış olduğu hatalarından duymuş olduğu korku ile, yaptığı iyiliklere karşılık Rabbinin rahmetinden duyduğu ümit arasında bir yerlerdedir. (Âşûr)
سَاجِداً - قَٓائِماً kelimeleri ism-i fail vezninde gelerek hudûs ve yenilenme ifade etmiştir.
Failinin secde ve ayakta durma olarak belirtilen halleri, namaz kılmak anlamında cüz-kül alakasıyla mecâz-ı mürseldir. Namazın iki rüknü zikredilerek tamamı kastedilmiştir.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi, sonraki habere dikkat çekmek içindir.
Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen azarlama anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ cümlesi de قَانِتٌ ‘un failinden haldir. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ cümlesi, hükümde ortaklık nedeniyle makablindeki hal cümlesine atfedilmiştir.
Veciz ifade kastına matuf رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ izafetinde, Rab ismine muzafun ileyh olan ه۪ zamirinin ait olduğu kişi ve Rab ismine muzaf olan رَحْمَةَ , şeref kazanmıştır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde رَبِّ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
سَاجِداً - قَٓائِماً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcâb sanatları vardır.
يَرْجُوا (umar) - يَحْذَرُ (sakınır) kelimeleri arasında tıbâk sanatı vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
سَاجِداً (secdeye kapanarak) ifadesi haldir; haber ardından haber takdiri üzere سَاجِدٌ وَقَٓائِمٌ şeklinde de okunmuştur; aradaki وَ da iki sıfatı bir araya getirmek içindir. يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ (Ahiret korkusuyla) ifadesi ve يَحْذَرُالعذابُ الْاٰخِرَةَ (Ahiret azabı korkusuyla) şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)
Ayette önce secde zikredilmiş, çünkü onun ibadet anlamı daha etkilidir. (Ebüssuûd)
اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ [Geceleyin ibadet eden kimse... mi?] cümlesinde hazif yoluyla icaz vardır. Kelamın akışından anlaşıldığı gibi haberi zikredilmemiştir. Yani ‘bu kimse, Rabbini inkâr eden kimse gibi midir?’ demektir. (ٍSâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
İşte bu, Allah’a nadir anlar dışında dua etmeyen müşriklerin halleri ile Peygamberlerinin (sav) durumları ile uyum içerisinde olan müminlerin hallerinin karşılaştırılmasıdır. O müşrikler için nadir anlar, içerisinden çıkamadıkları çaresizlik zamanlarıdır ki onlar bu hal kendilerinden geçtikten sonra da yine O’na ortak koşarlar. Nitekim o kimseler için dünyanın peşin nimetleri dışında önemsenecek bir şey yoktur. Onlar, ne ahiretten sakınırlar, ne de onun sevabını umabilirler. (Âşûr)
الرَّجاءُ : Saliklerin makamlarından biri olan ümit makamıdır. Bu hal onlar için sabit olup başka bir hale dönüşmez. (Âşûr).
الرَّجاءُ: İçerisinde mutluluk ve huzurun olduğu bekleyiştir. الخَوْفُ ise, nefse hoş gelmeyen bir neticenin beklenmesidir. Buradaki maksat يَحْذَرُ الآخِرَةَ ayetinde geldiği gibi, ‘ahiretteki cezalandırmadan sakınır’ anlamındadır. Bu sebeple الرَّجاءُ ‘nın da ahiret için oluşan bir beklenti olduğunu söyleyebiliriz. (Âşûr)
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda gelmiş olsa da soru kastı taşımayıp tevbih ve kınama kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
هَلْ istifhamı inkâridir. Ve karinesi ism-i mevsûl ve sılasıdır. Takdiri: أمَّنْ هو قانِتٌ أفْضَلُ أمْ مَن هو كافِرٌ ؟ (geceleri ibadet eden mi daha hayırlıdır yoksa kâfir olan mı?) olduğu zaman, istifham-ı takriri olur. (Âşûr)
Buradaki istifham manası inkari anlamdadır. Kastedilen, iki grubun aynı olmadığının ve olamayacağının ispatı olup التَّفْضِيل (üstünlük) hususunda iki tarafın eşit olamayacağından kinayedir. (Âşûr)
يَسْتَوِي fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَعْلَمُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İkinci mevsûl birinciye matuftur. Sılası olan لَا يَعْلَمُونَۜ , menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümleleri arasında mukabele sanatı vardır. Mef’ûllerin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
يَعْلَمُونَ fiili iki yerde de lâzım menzilesine konularak mef’ûlu zikredilmemiştir. (Âşûr)
لَا يَعْلَمُونَۜ - يَعْلَمُونَ kelimeleri arasında tıbâk-ı selb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette geçen الَّذ۪ينَ ’ler farklı grupları ifade eden mevsûllerdir. İki الَّذ۪ينَ arasında tam cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayette Allah Teâlâ يَعْلَمُونَ ve لَا يَعْلَمُونَۜ fiillerinin mef’ûllerini sadece bilenlere ve bilmenin önemine vurgu yapmak için hazfetmiş olmalıdır. Zira Yüce Allah’ın bilmeyi sadece birkaç tane ilim dalıyla sınırlı kılmayıp bütün ilim dallarının önemine vurgu yapmak için böyle bir hazfe başvurduğu düşünülebilir. (Fadl Abbâs, el-Belâga, I, 286.)
Ayetin başında قُلْ emrinin bulunması mekulü’l-kavlin Allah katında bir önemi ve ciddiyeti bulunduğuna işaret eder. Aslında bu emir Kur'an-ı Kerim'de pek çok kez geçmiş ve Rasulullah'ın (sav) kendinden bir tek kelime bile söylemediğine, işittiği her şeyin Allah'tan olduğuna kuvvetle delalet etmiştir. Rasulullah’a (sav) قُلْ diyen emrin arkasında görkemli, muhteşem bir ses fark edilir. Kur'an-ı Kerim'in ne kadar saflıkla bize ulaştığını ve dokunulmazlığını gösterir. Böyle yerlerde Rasulullah'ın sav bize tebliğ eden sesinden önce kendisine bunu indiren Allah'ın ona قُلْ dediğini işitiriz. Bunun etkisi çok kuvvetlidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sûreleri Belâği Tefsiri, Ahkaf/10, c. 7, S. 111)
الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ (Bilenler) derken ilmiyle amel eden din alimlerini kasdetmektedir ki adeta, ilmiyle amel etmeyenleri alim saymıyor gibidir. Burada; nice ilimler tahsil edip sonra Allah’a gönülden kulluk etmeyenlere, ilim erbabı oldukları halde dünyaya gark olanlara yönelik şiddetli bir horlama vardır. Bunlar, Allah katında cahilin ta kendisidir! Çünkü Allah, gönülden kulluk edenleri alim saymaktadır. İfadenin teşbih yoluyla gelmesi de mümkündür; yani nasıl alimlerle cahiller bir olamazsa, gönülden kulluk edenlerle günahkarlar da eşit olamaz. (Keşşâf, Âşûr)
"Ey Resûlüm! De ki: bilenlerle bilmeyenler bir olur mu hiç!"
Bu kelam, birinci fırkanın, hayrın en yüksek derecelerinde olduklarına, ikinci fırkanın da şerrin en aşağı derecelerinde olduklarına ve bunun, insaf ehli olsun veya olmasın, hiç kimsece gizli olmayan pek açık bir hakikat olduğuna dikkat çekmektedir.
Diğer bir görüşe göre ise, bu kelam, teşbih kabilindendir. Yani alimler de cahiller bir olmadıkları gibi, ibadet edenler ile isyan edenler de bir değildir. (Ebüssuûd)
اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Kasr edatıyla tekid edilmiş müspet muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Kasr, fiil ve fail arasındadır. Kasr-ı sıfat ale’l-mevsuftur. Kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olmasıda caizdir.
اِنَّمَا kasr edatıdır. Düşünmenin akıl sahiplerine has olduğu, kasr üslubu yoluyla bildirilmiştir. Tezekkür akıl sahiplerine kasredilmiştir.
اِنَّـمَٓا ile yapılan kasrlarda muhatap konunun cahili değildir ve doğruluğuna itiraz etmiyordur ya da bu konuma konulmuştur. Siyakında açıkça veya zımnen bir sorunun olduğu ayetlerde cevap olarak gelir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِۙ [Ancak akıl sahipleri düşünüp ibret alırlar.] ayetinde, düşünüp ibret almayanlar akılsız varlıklar seviyesine indirilerek tariz yapılmıştır. (Kazvînî, el-Îzâh, 104)
Bu ayette zikredilen اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ [Sadece akıl sahipleri ibret alır.] bölümü, haber vermek için gelmemiştir. Kâfirleri kınamak, azarlamak için gelmiştir. Tariz olarak onların son derece inatçı oldukları, hevalarının onları ele geçirdiği ifade edilmiş, onlardan düşünmeleri ve ibret almaları istendiğinde bundan yüzçevirdikleri, çünkü akılsız oldukları anlatılmıştır. Bu ayette tariz Peygamber Efendimizedir. O, kavminin imanı konusunda çok hırslıydı. Ama bu; dilsiz hayvanların tezekkür etmesini beklemek gibidir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Bu ayetin akıl sahiplerine yapılan vurgu ile bitirilmesi, istifham yoluyla akıllarını kullanmadıklarını tariż etmekte ve yergi amacı taşımaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Bu kelam müstakil olup emredilenlere dahil değil, küfür ve günahlardan caydırıp alıkoyan mezkûr hususlar emredildikten sonra doğrudan doğruya Allah tarafından varid olup onların, kafirlerin kalplerine tesir etmediğini beyan etmektedir. Zîra onlarin kafaları çok karışıktır.
Yani bu apaçık beyanattan, ancak halel (zarar veren) şaibelerinden temiz olan akıl sahipleri öğüt alabilirler. Bunlar ise, o akıldan çok uzaktır. (Ebüssuûd)
Burada, bu kimselerle ve bunlar bir olurlar mı demek yerine idmâc yoluyla ism-i mevsûl kullanılarak bir grup kimse övülüp diğer grup zemmedilmiştir. Nitekim iman ehli olan kimseler ilim ehli olup şirk ehli ise cehalet içerisinde bulunanlardır. Bu sebeple iki ayrı cümle ile ifade edilebilecek manayı tek gelen bu cümle idmâc yolu ile ifade etmiştir. (Âşûr)
Burada imanın ilmin kardeşi olduğuna işaret vardır, nitekim ikisi de kişi için bir nur ve hakikat bilgisidir. Küfür ise dalaletin kardeşidir, çünkü dalalet karanlık ve boş kuruntulardan ibarettir. (Âşûr)
Burada Kur’an-ı Kerim’in alemler için bir tezkir(hatırlatma) olduğunun ispatı ve alemler dışındakiler için öyle olmadığının hasr yoluyla nefyi vardır. Çünkü onun hatırlatma yönü dini amel yönüdür ki o da İslam dini için en önemli maksadı teşkil eder. Çünkü nefis tezkiyesine ve ebedi saadete ulaşmak ancak onunla münkündür. Nebi (sav)’in buyurduğu gibi: مَن يُرِدِ اللَّهُ بِهِ خَيْرًا يُفَقِّهْهُ في الدِّينِ ‘’Allah kime hayır dilerse, onu dinde fakih kılar (anlayış sahibi yapar).’’ (Âşûr)
الألْبابُ : akıllardır. أُولُو الألْبابِ : sağlıklı akıl sahipleridir. Onlar, ilim ehlidirl Bu yüzden ilim ehli, başkalarından farklı olarak tezekkür ehli olanlardır. Böyle olunca إنَّما يَتَذَكَّرُ أُولُو الألْبابِ sözü müstakil bir söz olmamış olup, bununla bilenlerle bilmeyenlerin eşit olmadığı ifade edilmiş olur. (Âşûr)