Nisâ Sûresi 114. Ayet

لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً  ...

Bir sadaka vermeyi, yahut iyilik yapmayı, yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allah’ın rızasını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَا yoktur
2 خَيْرَ hayır خ ي ر
3 فِي
4 كَثِيرٍ çoğunda ك ث ر
5 مِنْ
6 نَجْوَاهُمْ gizli konuşmalarının ن ج و
7 إِلَّا yalnız hariç
8 مَنْ kimse
9 أَمَرَ emreden ا م ر
10 بِصَدَقَةٍ sadakayı ص د ق
11 أَوْ yahut
12 مَعْرُوفٍ iyiliği ع ر ف
13 أَوْ ya da
14 إِصْلَاحٍ düzeltmeyi ص ل ح
15 بَيْنَ arasını ب ي ن
16 النَّاسِ insanların ن و س
17 وَمَنْ ve kim
18 يَفْعَلْ yaparsa ف ع ل
19 ذَٰلِكَ bunu
20 ابْتِغَاءَ amacıyle ب غ ي
21 مَرْضَاتِ rızasını kazanmak ر ض و
22 اللَّهِ Allah’ın
23 فَسَوْفَ yakında
24 نُؤْتِيهِ ona vereceğiz ا ت ي
25 أَجْرًا bir mükafat ا ج ر
26 عَظِيمًا büyük ع ظ م
 

Bu âyetin yukarıdakilerle alâkası, Übeyrık ailesinin hırsızlığı örtmek ve başkalarının üzerine atmak için yaptıkları gizli görüşmeler, fısıldaşmalar ve giriştikleri gizli tertiplerdir; âyet özelde bu davranışı, genelde de benzerlerini kınamaktadır.

Birkaç kişinin gizli olarak toplanıp konuşmaları veya başkalarının yanında bir tarafa çekilerek aralarında söyleşmeleri, fısıldaşmaları genellikle bunu gören, haber alan kimselerin tecessüslerini tahrik etmekte, meraklarını harekete geçirmekte, şüphe ve töhmetlerini celbetmektedir. Gerçekten de insanların içinde açıkça konuşulmayan konuların gizlenecek bir yönü olduğu ortadadır ve bunu açıklamak çoğu defa insanların hayrına değildir. Bu sebeple âyetler (Mücâdele 58/8-9, 12; Tâhâ 20/62; Tevbe 9/78) ve hadisler (Buhârî, “İsti’zân”, 47; Müslim, “Selâm”, 37-38) gizli görüşmeleri hoş görmemiş, gerektiren istisnalar dışında müminlerin açıklığı tercih etmelerini, içlerinin ve dışlarının bir olmasını; kitap, sünnet, yöneticiler ve halk karşısında ihlâslı olmalarını, içtenlikle davranmalarını, ikiyüzlülükten uzak durmalarını istemiştir.

Burada câiz olan gizli görüşmelere, fısıldaşmalara konu olabilecek üç istisnadan söz edilmiş ve bunların kulluk yönünden işe yaraması, ecre lâyık olması da bir şarta yani ihlâsa, Allah rızâsı için olmasına bağlanmıştır. İstisnaların birincisi olan sadaka, en geniş mânasıyla insanlara maddî ve mânevî yardımda bulunmak ve iyilik etmektir. “Ma‘rûf”, mâkul, meşrû ve makbul olan davranışlar ve ilişkilerdir. “İnsanların arasını düzeltmek” de Kur’ân’da ve Sünnet’te sık sık vurgulanan güzel bir davranış biçimi, bir iyilik çeşidi, bir sosyal ödev örneğidir. Birçok zaman ve mekânda mahkemelerin dolup taşması, ceza evlerinin mahkûmlara dar gelmesinin önemli sebeplerinden biri de toplumun bu vazifeyi ihmal etmesidir. Geleneğimizde mevcut olan, yerleşim yerinin büyükleri, ileri gelenleri tarafından Allah rızâsı için yerine getirilen, en önemli müeyyidesini toplumun tepkisinde bulan bu sosyal müessese tarihe karışmış; nemelâzımcılık, başına buyrukluk, aşırı bencillik ve sorumsuz bireysel özgürlük anlayışı bu güzel âdeti büyük ölçüde elimizden alıp götürmüştür. Öz değerlerine bağlı eğitimcilerin, kaybolmaya yüz tutmuş değerlerimizi yeni nesillere kazandırmak için gayret etmeleri zaruret haline gelmiştir.

Bu üç hayırlı, faydalı ve gerekli davranış, bazan gizli görüşmelerin yapılmasını, zamanından önce bazı bilgilerin ve haberlerin yayılmamasını kaçınılmaz kıldığı için yasak kapsamından çıkarıldığı gibi meselâ iki kişinin veya grubun arasını düzeltmek için yalan söylemeye bile izin verilmiştir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 58; Tirmizî, “Birr”, 26).

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 141-142

 

Ebu'd-derda radıyallahu anh anlatıyor:

"Rasûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki: "Size oruç, namaz ve sadakanın derecesinden daha üstün olan şeyi haber vermeyeyim mi?" "Evet (Ey Allah'ın Rasûlü, söyleyin!)" dediler. "İnsanların arasını düzeltmektir. Çünkü insanların arasındaki bozukluk (dini) kazır." Tirmizi'de şu ziyade gelmiştir: "Ben saçı kazır demiyorum, velakin dini kazır (diyorum)."

Kaynak: Ebu Davud, Edeb 58, (4919); Tirmizi, Kıyamet 57, (2511)

(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ

PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)

Riyazus Salihin, 250 Nolu Hadis

Ümmü Külsûm Binti Ukbe İbni Ebû Muayt radıyallahu anhâ, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi:

“İnsanların arasını bulmak için hayırlı haber götüren (veya hayırlı söz söyleyen) kimse yalancı sayılmaz.”

Buhârî, Sulh 2; Müslim, Birr 101. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 50; Tirmizî, Birr 26

Müslim’in rivayetinde şöyle bir fazlalık vardır:

Ümmü Külsûm dedi ki, Peygamber aleyhisselâm’ın halkın söyleyip durduğu yalanlardan sadece üçüne izin verdiğini işittim. Bunlar da:

Savaşta (düşmanı aldatmak için),

İki kişinin arasını bulmak maksadıyla,

Kocanın karısına, karının da kocasına (aile düzenini korumak düşüncesiyle) söylediği yalandır

 

لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ


لَا  cinsini nefyeden olumsuzluk harfidir.  خَيْرَ  kelimesi  لَا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. Haberi mahzuftur.

ف۪ي كَث۪يرٍ  car mecruru  لَا ’nın mahzuf haberine müteallıktır.  مِنْ نَجْوٰيهُمْ  car mecruru  كَث۪يرٍ  kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اِلَّا  istisnâ edatıdır. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , istisna-i münkatı’ olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  اَمَرَ بِصَدَقَةٍ ‘dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَمَرَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هو ’dir.

بِصَدَقَةٍ  car mecruru  اَمَرَ  fiiline müteallıktır.  مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ  kelimeleri, atıf harfi  اَوْ  ile  بِصَدَقَةٍ ’e matuftur.

بَيْنَ  mekân zarfı,  اِصْلَاحٍ ’e müteallıktır.  النَّاسِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

مَعْرُوفٍ  kelimesi sülâsî mücerred olan  عرف  fiilinin ism-i mef’ûlüdür.  


وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً


وَ  istînâfiyyedir.  مَنْ  şart ismi iki fiili cezm eder. Mübteda olarak mahallen merfûdur. يَفْعَلْ  meczum muzari fiildir.  مَنْ ’in haberi olarak mahallen merfûdur. Aynı zamanda şart fiilidir.

ذٰلِكَ  işaret ismi, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  ل  harfi buud yani uzaklık bildirir,  ك  ise muhatap zamiridir.

ابْتِغَٓاءَ  sebebiyet bildiren mef’ûlün lieclihtir.  مَرۡضَاتِ  kelimesi muzâfun ileyh olup cer alameti kesradır. Çünkü cemi müennes salim kelimeler kesra ile nasb ve cer olurlar.  ٱللَّهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olarak kesra ile mecrurdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  سَوْفَ  gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edata tesvif -erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaat veya tehdit bulunan yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin  başına geldiklerinde tekid-vurgu olurlar.

نُؤْت۪يهِ  fiili  ی  üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ’dur.

Muttasıl zamir  هِ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اَجْرًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  عَظ۪يمًا  ise  اَجْرًا’in sıfatıdır.

 

لَا خَيْرَ ف۪ي كَث۪يرٍ مِنْ نَجْوٰيهُمْ اِلَّا مَنْ اَمَرَ بِصَدَقَةٍ اَوْ مَعْرُوفٍ اَوْ اِصْلَاحٍ بَيْنَ النَّاسِۜ


وَ  atıf veya istînâfiyyedir. Ayetin ilk cümlesi cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın dahil olduğu isim cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

لَّا , فِی كَثِیرࣲ ‘nın genellikle mahzuf olan haberine müteallıktır.  

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr  مَنۡ  ile  لَاۤ ‘nın ismi olan  خَیۡرَ  kelimesi arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.

Burada  إِلَّا ‘dan sonra gelen  كَثِیرࣲ , مَنۡ  kelimesinden bedel olmak üzere mecrurdur. مَنۡ ‘in istisnâ-i münkatı’ olarak mansub olması da caizdir. Bu durumda mana şöyle olur: Ancak sadakayı emreden hariç, çünkü onun fısıldaşmasında hayır vardır. (Keşşâf)

Müstesna olan ism-i mevsûl  مِنْ ’in sılası …أَمَرَ بِصَدَقَةٍ , mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

بِصَدَقَةٍ - مَعۡرُوفٍ - إِصۡلَـٰحِۭ - خَیۡرَ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Emredilenlerin  بِصَدَقَةٍ - مَعۡرُوفٍ - إِصۡلَـٰحِۭ بَیۡنَ ٱلنَّاسِۚ  olarak sayılması taksim sanatıdır.

Bu ayet, her ne kadar o hırsızın (Tu’me) kavminin birbirleriyle fısıldaşmaları hakkında nazil olmuş ise de mana bakımından umum ifade eden bir ayettir. Buna göre mana, “İnsanların, hakkında fısıldaşıp sohbete daldıkları sözlerden, sadece hayır işlerine dair olanlar makbuldür.” şeklinde olur.

Daha sonra Cenab-ı Hak, hayır işlerinin üç çeşit olduğunu belirtmiştir:

a- Sadakayı emretmek,

b- Maruf olan şeyi emretmek,

c- İnsanların arasını ıslah etmek... Cenab-ı Allah sadece bu üç kısmı zikretmiştir, zira hayır işi ya bir menfaat ulaştırmak veya bir zararı gidermek şeklinde olur. Hayrı ulaştırmak ya maddi hayırlardan olur ki bu mesela mal vermektir; işte bu hususa Cenab-ı Hak, “Bir sadaka vermeyi emredenler müstesna…” ifadesiyle işaret etmiştir. Yahut manevi hayırlardan olur ki bu da nazarî kuvveti ilimlerle; amelî kuvveti de güzel fiillerle mükemmelleştirmekten ibaret olup her ikisi de ma’rûfu emretmekten ibarettir. İşte buna Cenab-ı Hak, “...ya da bir iyilik yapmayı…” ifadesiyle işaret etmiştir. Zararı gidermeye gelince, bu hususa da “Cenab-ı Allah veya insanların arasını düzeltmeyi…” ifadesiyle işaret etmiştir. Böylece bütün hayırların bu ayette zikredilmiş olduğu sabit olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)

Ma’rûf, dinin güzel saydığı ve aklın da reddetmediği her şeydir. Bu itibarla güzelin bütün sınıflarını ve hayır işlerinin bütün çeşitlerini kapsar.

Bu ayetteki ma’rûf,

- Karz-ı hasen (karşılıksız ödünç verme),

- Mazlumun yardımına koşma,

- Nafile sadaka verme olarak tefsir edilmiştir.

Bu görüşe göre ayetteki sadakadan, vâcip (farz) olan sadakalar kastedilmiştir.

İnsanlar arasını düzeltmek, insanlar arasında küslük ve düşmanlık meydana geldiği zaman, şeriat sınırları dışına çıkmadan aralarını bulmaktır. (Ebüssuûd)


 وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ ابْتِغَٓاءَ مَرْضَاتِ اللّٰهِ فَسَوْفَ نُؤْت۪يهِ اَجْراً عَظ۪يماً


وَ  istînâfiyye,  مَنْ  şart ismidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  یَفۡعَلۡ ذَ ٰ⁠لِكَ, cümlesi  مَنْ ’in haberidir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkibin haber olması da caizdir.

Mef’ûl olan işaret ismi  ذَ ٰ⁠لِكَ  ile emredilen şeylere işaret edilmiştir. Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare oluşur. Câmî’, her ikisinde de “vücûdun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Bu zikredilenler pek yakında geçtiği halde onlar için uzak işareti olan  ذٰلِكَ  [işte onlar] kullanılması, onların mertebece yüksek olmasındandır. (Ebüssuûd)

فَ karinesiyle gelen cevap  cümlesi  فَسَوۡفَ نُؤۡتِیهِ أَجۡرًا عَظِیمࣰا, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Cümleye dahil olan müstakbel harfi  سَوۡفَ, vaat sıyakında tekid ifade etmiştir.

Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil şart üslubundaki terkip, faide-i haber talebî kelamdır. 

أَجۡرًا ’deki tenvin, kesret ve tazim ifade eder. أَجۡرًا ,عَظِیمࣰا için sıfattır. Sıfatlar anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır. Tekrarlanmasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

ٱبۡتِغَاۤءَ مَرۡضَاتِ ٱللَّهِ  izafetinde lafza-i celâle muzâf olan  ٱبۡتِغَاۤءَ  ve  مَرۡضَاتِ  şan ve şeref kazanmıştır.

ٱبۡتِغَاۤءَ, mef’ûlün lieclih olarak mansubtur.

Ayette fiillerin muzari sıygada gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.

مَرۡضَاتِ ٱللَّهِ gaib sıygasıyla gelmişken فَسَوۡفَ نُؤۡتِیهِ أَجۡرًا عَظِیمࣰا de mütekellime iltifat edilmiştir. (Âşûr)

Cenab-ı Hak, “Kim Allah’ın rızasını arayarak böyle yaparsa Biz ona çok büyük bir mükâfat vereceğiz.” buyurmuştur ki bu “Bu üç çeşit taat, her ne kadar şerefli ve son derece yüce ise de insan bunları, sırf Allah rızasını talep etmek ve O’nun rızasını kazanmak için yaptığı zaman bunlardan istifade edebilir. Ama bunları gösteriş ve kahramanlık olsun diye yaparsa bu durumda hüküm tersine döner, bütün bu taatler en büyük kötülüklerden olmuş olur.” demektir. (Fahreddin er-Râzî)

Söz konusu hayırlı işler, Allah'ın rızasını kazanmak niyetiyle takyid edilmiştir. Çünkü ameller, niyetlere bağlıdır ve bu niyeti beslemeden bir hayır yapan kimse mahrumiyetten başka bir şey elde edemez. (Ebüssuûd)