وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَنِياًّ حَم۪يداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلِلَّهِ | Allah’ındır |
|
2 | مَا | olanlar |
|
3 | فِي |
|
|
4 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
5 | وَمَا | ve olanlar |
|
6 | فِي |
|
|
7 | الْأَرْضِ | yerde |
|
8 | وَلَقَدْ | muhakkak |
|
9 | وَصَّيْنَا | tavsiye ettik |
|
10 | الَّذِينَ | kimselere |
|
11 | أُوتُوا | verilen(lere) |
|
12 | الْكِتَابَ | Kitap |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِكُمْ | sizden önce |
|
15 | وَإِيَّاكُمْ | ve size de |
|
16 | أَنِ | diye |
|
17 | اتَّقُوا | korkun |
|
18 | اللَّهَ | Allah’tan |
|
19 | وَإِنْ | eğer |
|
20 | تَكْفُرُوا | inkar ederseniz |
|
21 | فَإِنَّ | şüphesiz |
|
22 | لِلَّهِ | Allah’ındır |
|
23 | مَا | olanlar |
|
24 | فِي |
|
|
25 | السَّمَاوَاتِ | göklerde |
|
26 | وَمَا | ve olanlar |
|
27 | فِي |
|
|
28 | الْأَرْضِ | yerde |
|
29 | وَكَانَ |
|
|
30 | اللَّهُ | Allah |
|
31 | غَنِيًّا | zengindir |
|
32 | حَمِيدًا | övgüye layıktır |
|
Çünkü "göklerde ve yerde ne varsa Allah'ındır." Demek olur ki ayrılık, iki tarafın rızasıyla olmaz. Birinin diğerinde gözü bulunursa bu iğna (muhtaç etmeme) vaad edilmiş değildir. Kadın ayrılmak istemez, geçinmek arzu ederse, erkeğin onu boşaması günahtır. Aynı şekilde erkek bırakmak istemez, geçinmek arzu ederse, ayrılmaya zorlamak veya zor kullanmakla ayırmak da günahtır. O zaman bir taraf zalim durumunda kalır ki, bundan son derece sakınmak gerekir.
Ey müslümanlar, yemin olsun ki, hem sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlara ve hem size Allah'tan gereğince sakınınız, azabından korkunuz diye tavsiye ettik ve eğer inkâr edecek olursanız biliniz ki, göklerde ve yerde her ne varsa hepsi Allah'ındır. Ve Allah her şeyden zengin ve sizin ibadetinize muhtaç değildir, o kendi zatında hamîd (övgüye layık)dir. Siz gerek hamdediniz, gerek etmeyiniz, o hadd-i zatında mahmud (hamdedilen) ve hamde layık olandır. Ne yaratılmışların küfür ve günahlarıyla zarar eden, ne de şükür ve itaatleriyle menfaat görendir. Ve hamîd (övgüye layık) olduğundan dolayı sırf rahmetiyle menfaatlerinizi temin ve sizi zarardan korumak için Allah'tan gereğince korkmayı ve inkâr ve küfürden sakınmayı emreder diye tavsiye ettik.
Hakikatte göklerde her ne var ve yerde her ne varsa bütün bunlar yaratılış ve mülk, öncelik ve sonralık bakımından Allah'ındır. Bütün bunlarda Allah'ın hükmüyle var etmek ve yok etmek, diriltmek ve yok etmek, sevindirmek ve azarlamak, sevab ve ceza ve diğerleri ile istediği gibi tasarruf eden ancak O'dur. Ve bu tasarruf ancak O'nun hakkıdır. Allah bunların hepsine bizzat sahip olduğu gibi, hepsinin işlerini ve işlerin hepsini tedbir ve idare etmekte ve her birini kendi hesabına görüp gözetmekte vekil olarak da Allah yeterlidir. Şu halde herkes O'na tevekkül ve itimat etmeli ve kendi işlerinde başarılı olmak için O'na müracaat edip teslim olmalıdır.
(Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri)
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
وَ atıf harfidir. لِلّٰهِ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl مَا, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
مَا فِي الْاَرْضِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.
Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harf-i ceri mecruruna tahsis, sahiplik, istihkak, sebep gibi manalar kazandırabilir. Burada sahiplik manasındadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. وَصَّيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اُو۫تُوا damme üzere meçhul mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur. الْكِتَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
مِنْ قَبْلِ car mecruru اُو۫تُوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
اِيَّاكُمْ munfasıl zamiri atıf harfi وَ ’la ism-i mevsûle matuftur, mahallen mansubtur.
اَنِ tefsiriyye harfidir. اتَّقُوا fiili نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. اللّٰهَ lafza-i celâli, mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:
1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi
2. اَيُّهَا ve اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atf-ı beyan olarak gelmesi
3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi
4. Tefsir harfi اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler
Burada اَنْ tefsir harfinden sonra gelen اتَّقُوا اللّٰهَۜ cümlesi atf-ı beyandır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ şart harfi iki muzari fiili cezmeder. تَكْفُرُوا fiili نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
فَ şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
لِلّٰهِ car mecruru إِنّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. مَا müşterek ism-i mevsûlu, اِنَّ’nin ismi olarak mahalen mansubtur. فِي السَّمٰوَاتِ car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır.
مَا فِي الْاَرْضِ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur.
وَكَانَ اللّٰهُ غَنِياًّ حَم۪يداً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
غَنِيًّا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. حَم۪يدًا ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
غَنِيًّا ,حَم۪يدًا kalıpları mübalağalı ism-i faildir. Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
وَ istînâfiyyedir. Ayet sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Ayette takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
وَلِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ cümlesi kendisinden önceki takvaya, ihsan etmeye ve amelleri ıslah etmeye teşvik etmek için gelen 128. ayetteki وإنْ تُحْسِنُوا وتَتَّقُوا ve 129. ayetteki وإنْ تُصْلِحُوا وتَتَّقُوا cümleleri ile ولَقَدْ وصَّيْنا cümlesi arasında gelmiş itiraz cümlesidir. (Âşûr)
130. ayette geçen يُغْنِ اللَّهُ كُلًّا مِن سَعَتِهِ cümlesi göklerde ve yerde ne varsa her birini kendi gücünden zenginleştirmeye kadir olduğuna işarettir. Bu Allah Teâlâ’yı yüceltmek, O’nun alemlerin Rabbi olduğunu hatırlatmak, büyük saltanatına ve takvaya layık olduğuna dair kinayedir. (Âşûr)
لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonrasındaki habere dikkat çekmek amacına matuftur. Ayrıca tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Tevcîh manası ihtiva eden müşterek ism-i mevsûl مَا , hem akıllılar hem de gayrı akiller için kullanılmıştır. Bu tağlib sanatıdır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
السَّمٰوَاتِ [Gökler] kelimesinde zımnen الْاَرْضِ [arz] da ifade edilir. Böyle yerlerde umumdan sonra husus zikrediliyor diyebiliriz. Biz arzın üzerinde yaşadığımız için arz bizim için ayrıca bir önem taşır. Ayrıca biz önce yukarıya, etrafa bakarız. Onun için önce sema zikredilmiştir. Arzın çoğulu fesahata aykırı olduğu için Kur’an’da hiç geçmemiştir. الارضين, kulağı rahatsız eder. Talak Suresi 12. ayette çoğul olması gereken arz lafzı مِثۡلَهُنَّ denilerek bu durum önlenmiştir.
Allah Teâlâ bu ayette, gökte olanları yerde olanlardan önce zikretmiştir. Çünkü gökte olan varlıkların halleri, yerde olanların durumlarının birer sebebidir. Böylece Cenab-ı Hakk sebebi, sonuçtan önce zikretmiştir. Bu da yerdekilerin bütün durumlarının, göktekilerin durumlarına istinat ettiğine delalet eder. Göktekilerin durumunun da Allah’ın yaratma ve tekvînine dayandığı hususunda herhangi bir şüphe yoktur.
[Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah’ındır.] gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir.
لِلّٰهِ’deki ل harf-i cerinin anlamları:
1. Tahsis: Her şey Allah’a aittir, hiç kimse hiçbir şeyin sahibi değildir.
2. إلى anlamıyla dönüşlülük: Her şey Allah’a dönücüdür.
3. Temlik: Her şey Allah’ın mülkiyetindedir.
4. Hakiki istila: Allah gökleri ve yerdeki her şeyi istila etmiştir. (Medine Balcı)
فِي السَّمٰوَاتِ [Göktekiler] buyruğundan sonra فِي الْاَرْضِۜ [Yerdekiler]’in atfedilmesi tecrîddir, çünkü arz aslında semanın (gökler) içindedir.
السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِۜ arasında vasıldan îhâm-ı tezâd vardır.
الْاَرْضِ kelimesinin müfred gelişi mecazîdir, cemi anlamlı müfred isimdir. Çok kullanılması ve arzın çoğul şeklinin fesahata aykırı olması sebebe ile Kur’an’da arz kelimesinin çoğulu olan آراض kelimesi geçmez. Talak Suresi, 12. ayette آراض yerine مثلهن kelimesi kullanılmıştır.
Kur’an’daki zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu gibi ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevni ayetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları Doktora Tezi)
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir. لِلّٰهِ maksurun aleyh/mevsûf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ maksur/sıfattır.
وَلَقَدْ وَصَّيْنَا الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ مِنْ قَبْلِكُمْ وَاِيَّاكُمْ اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَۜ
وَ istînâfiyyedir. لَ mahzuf kasemin cevabına gelen harftir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Cevap cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. قَدْ ve لَ tekid ifade eder.
Mef’ûl mahaldeki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’de tevcih sanatı vardır. Sılası olan …اُو۫تُوا الْكِتَابَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır. وَاِيَّاكُمْ mevsûle matuftur.
الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْكِتَابَ terkibinden murad Yahudi ve Hristiyanlardır. الْكِتَابَ kelimesindeki harfi tarif cins içindir. (Âşûr)
Önceki cümledeki gaib zamirden bu cümlede azamet zamirine iltifat vardır.
Azamet zamiriyle başlayan ve sonunda اللّٰهَۜ lafzı zikredilen bu cümlede, iltifat ve tecrîd sanatları vardır.
اَنِ ve akabindeki اتَّقُوا اللّٰهَۜ cümlesi masdar tevilindedir. Mahzuf ب harfi ile birlikte وَصَّيْنَا fiiline müteallıktır. Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan bu cümlenin tefsiriyye olduğu da söylenmiştir.
الْكِتَابَ [Kitap] cins isim olup bütün semavî kitapları kapsamaktadır. اَنِ اتَّقُوا اللّٰهَ ifadesi, باَنِ اتَّقُوا اللّٰهَ takdirinde olup اَنِ, söz’ü açıklayıcıdır/ tefsiriyedir, çünkü tavsiye de söz ile yapılır. …وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ [Nankörlük ederseniz şüphesiz ki… Allah’ındır.] ifadesi اتَّقُوا [sakının] fiiline ma’tuf olup [Onlara da size de takvayı emrettik ve onlara da size de şöyle dedik: [Nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz… Allah’ındır.] anlamındadır. (Keşşâf)
وَاِيَّاكُمْ [Size de..] sözü, “kendilerine kitap verilenler” sözü üzerine atfedilmiştir. Ayetteki “Kitap” kelimesi, cins isim olup bütün semavî kitapları ifade etmektedir. Kitap verilenlerden maksat, Yahudi ve Hristiyanlardır. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۫تُوا - اتَّقُوا kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ
وَ istînâfiyye veya cümle tefsiriye cümlesine matuftur.
Ayet sübut ifade eden isim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.
تَكْفُرُوا kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)
فَ karinesiyle gelen cevap cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
اِنَّ لِلّٰهِ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Muahhar ismi olan müşterek ism-i mevsûl مَا’nın sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ, bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle gelmesi sonrasındaki habere dikkat çekmek amacına matuftur. Ayrıca tazim ifade eder.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu için cümledeki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
Cümlede mezheb-i kelâmî sanatı vardır.
Müşterek ism-i mevsûl مَا , hem akıllılar hem de gayrı akiller için kullanılmıştır. Bu tağlib sanatıdır.
فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ cümlesi kendisine isyan edenlerin isyanından zarar görmemek manasından kinayedir. Bu sebeple onu şarta cevap kılmıştır. Takdiri şöyledir: “O zengindir, size ihtiyacı yoktur.” Bu manayı وَكَانَ اللّٰهُ غَنِيًّا حَم۪يدًا tezyîl cümlesiyle kuvvetlendirmiştir. (Âşûr)
Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لِلّٰهِ , mahzuf mukaddem habere müteallıktır. اِنَّ ’nin muahhar ismi olan müşterek ism-i mevsûlün sılası mahzuftur. فِي السَّمٰوَاتِ , bu mahzuf sılaya müteallıktır.
Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir. لِلّٰهِ maksurun aleyh/mevsûf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ maksur/sıfattır.
السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
السَّمٰوَاتِ [Gökler] kelimesinde zımnen الْاَرْضِۜ [arz] da ifade edilir. Böyle yerlerde umumdan sonra husus zikrediliyor diyebiliriz. Biz arzın üzerinde yaşadığımız için arz bizim için ayrıca bir önem taşır. Ayrıca biz önce yukarıya, etrafa bakarız. Onun için önce sema zikredilmiştir.
الْاَرْضِ kelimesinin müfred gelişi mecazidir, cemi anlamlı müfred isimdir. Çok kullanılması ve arzın çoğul şeklinin fesahata aykırı olması sebebe ile Kur’an’da arz kelimesinin çoğulu olan آراض kelimesi geçmez. Talak Suresi, 12. ayette آراض yerine مثلهن kelimesi kullanılmıştır.
Allah Teâlâ bu ayette, gökte olanları yerde olanlardan önce zikretmiştir. Çünkü gökte olan varlıkların halleri, yerde olanların durumlarının birer sebebidir. Böylece Cenab-ı Hakk, sebebi sonuçtan önce zikretmiştir. Bu da yerdekilerin bütün durumlarının, göktekilerin durumlarına istinat ettiğine delalet eder. Göktekilerin durumunun da Allah’ın yaratma ve tekvînine dayandığı hususunda herhangi bir şüphe yoktur.
[Göklerde olanlar ve yerde olanlar Allah’ındır.] gibi tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekid edilir.
Bu tekrar da ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لِلّٰهِ’deki ل harf-i cerinin anlamları:
1. Tahsis: Her şey Allah’a aittir, hiç kimse hiçbir şeyin sahibi değildir.
2. إلى anlamıyla dönüşlülük: Her şey Allah’a dönücüdür.
3. Temlik: Her şey Allah’ın mülkiyetindedir.
4. Hakiki istila: Allah gökleri ve yerdeki her şeyi istila etmiştir. (Medine Balcı)
فِي السَّمٰوَاتِ [Göktekiler] buyruğundan sonra فِي الْاَرْضِ [Yerdekiler]in atfedilmesi tecriddir, çünkü arz aslında semanın (gökler) içindedir.
السَّمٰوَاتِ ve الْاَرْضِ arasında vasıldan îhâm-ı tezâd vardır.
Kur’an’daki zikredildiği bağlam düşünüldüğünde bu gibi ayetlerin ifade sadedinin, Allah’ın nimetlerinden birinin kevnî ayetlerin içine gizlenerek insanlara nimetlerinin hatırlatılması olduğu görülecektir. Müfessirler bu vb. bağlamının dışında anlamlar yüklenebilen ayetlerde de idmâc sanatı olduğu görüşündedirler. (Hasan Uçar Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları Doktora Tezi)
وَكَانَ اللّٰهُ غَنِياًّ حَم۪يداً
وَ istînâfiyyedir. Cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümlesi zamandan bağımsız bir mana taşır.
كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve teşvik amacına matuftur.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında, aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. O’nun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
كَانَ ’nin haberi olan iki vasfın, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
غَنِيًّا ,حَم۪يدًا şeklinde mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
غَنِيًّا ,حَم۪يدًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.