اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | o kimseler |
|
3 | امَنُوا | inandılar |
|
4 | ثُمَّ | sonra |
|
5 | كَفَرُوا | inkar ettiler |
|
6 | ثُمَّ | sonra |
|
7 | امَنُوا | inandılar |
|
8 | ثُمَّ | yine |
|
9 | كَفَرُوا | inkar ettiler |
|
10 | ثُمَّ | sonra |
|
11 | ازْدَادُوا | arttı |
|
12 | كُفْرًا | inkarları |
|
13 | لَمْ |
|
|
14 | يَكُنِ | değildir |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | لِيَغْفِرَ | bağışlayacak |
|
17 | لَهُمْ | onları |
|
18 | وَلَا |
|
|
19 | لِيَهْدِيَهُمْ | iletmeyecektir |
|
20 | سَبِيلًا | (doğru) yola |
|
İslâm tarihinin ilk döneminde iman ile inkâr arasında gidip gelenler, bunu kötü maksatla yapanlar veya iman henüz yeterince kafalarına ve gönüllerine yerleşmemiş bulunduğu için böyle hareket edenler olduğu gibi tarihin başka devirlerinde de benzeri durumlara rastlanmıştır. Önemli ve muteber olan son durumdur; insanlar sonunda imana karar verir, bunda sebat ederlerse kurtulurlar, daha önceki inkârları da bağışlanır. Çünkü “İman, kendisinden önceki sayfayı siler, inanç bakımından sabıka kaydını ortadan kaldırır” (Müsned, IV, 199, 204; İbn Mâce, “Zühd”, 30). Sonu inkâr olan ve bu halde ölenler (inkârlarını arttıranlar) bağışlanmazlar, inkârcıların doğru yolda oldukları da iddia edilemez. İnkâr ile –iman bakımından– doğru yolda olmak çelişkilidir, ikisi bir arada bulunamaz.
Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 161
“Ey iman edenler!... iman edin” cümlesi, ilk bakışta iman edenleri yeniden iman etmeye çağırmaktadır. Burada bir çelişki bulunmadığını göstermek için tefsirciler tarafından “Maksat dışa karşı inanmış gibi görünen münafıklardır”, “İkinci iman çağrısı, imana devam çağrısıdır”, “İnananlar kâmil mânada imana çağırılmaktadır” gibi çeşitli açıklamalar yapılmıştır. Biz âyeti şöyle anlıyoruz: Hak, bâtıl bütün dinlerde bir inanç şekli ve konusu vardır. Dinsizlik ve tanrıtanımazlık da bir çeşit inançtır. İnancın şeklini ve konusunu doğru olarak belirleyebilmek için –akla aykırı– olmamakla beraber aklı aşan bir bilgi kaynağına ihtiyaç bulunduğu da ortadadır. Bu bilgi kaynağı (Allah’tan gelen vahiy) muteber bir imanın nitelik ve niceliğini açıklamakta; inanmak isteyen, imana meyleden, kendisine ait bilgilenme ve bir kanaate ulaşma kapasitesini kullandıktan sonra imana karar veren kimselerin, bu mânada iman edenlerin nelere, nasıl inanmaları gerektiğini bildirmektedir, bu anlamda “iman edin” demektedir.
Âyete göre Kur’ân-ı Kerîm geldikten sonra yeryüzünde yaşayan ve iman etmek isteyen kimseler Allah’a, meleklere, Kur’ân-ı Kerîm’e ve ondan önce gönderilen kitaplara (halen geldikleri gibi korunmamış olsalar bile daha önce de kitapların indirilmiş bulunduğuna), son peygamber Muhammed Mustafa’ya ve ondan önce gönderilen peygamberlere ve âhiret gününe iman etmek durumundadırlar. Bunlardan birine bile inanmayan kimselerin imanı muteber değildir, bunlardan birini bile inkâr eden kimseler “doğru, hak, geçerli, kurtarıcı” imana kavuşamamış, hak dinden sapmış sayılırlar.
Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 160-161
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, اِنَّ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası آمَنُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا cümleleri atıf harfi ثُمَّ ile sıla cümlesine matuftur.
ازْدَادُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و’ı fail olup mahallen merfûdur. كُفْرًا temyiz olup fetha ile mansubtur.
لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ cümlesi اِنَّ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَكُنْ sükun üzere meczum muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, يَكُنِ’un ismi olup lafzen merfûdur.
لِيَغْفِرَ fiiline dahil olan لِ, lâm-ı cuhuddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.
أن ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte يَكُنِ’un mahzuf haberine müteallıktır. يَغْفِرَ; mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. لَهُمْ car mecruru يَغْفِرَ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يَهْدِيَهُم fiiline dahil olan لِ, lâm-ı cuhuddur. Muzariyi gizli أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.
أن ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte birinci masdarı müevvele matuftur. يَهْدِيَ fiili mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
Muttasıl zamir هُم mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. سَب۪يلًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اٰمَنُوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi أمن fiilidir. İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْراً لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاًۜ
İstînâf cümlesi fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin arkadan gelecek olan habere işaret eden ism-i mevsûlle gelmesi, bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.
Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Akabindeki aynı üslupla gelen ثُمَّ كَفَرُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ اٰمَنُوا ثُمَّ ازْدَادُوا كُفْرًا cümlesi sılaya ثُمَّ ile atfedilmiştir.
اِنَّ ’nin haberi, menfi كانِ ’nin dahil olduğu لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلًاۜ cümlesidir. Faide-i haber inkârî kelamdır. Lâm-ı cuhudun dahil olduğu لِيَغْفِرَ لَهُمْ müspet muzari fiil cümlesi, masdar tevilinde كانِ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. Haberin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cümledeki ikinci lâm-ı cuhûd nedeniyle masdar tevilinde olan لِيَهْدِيَهُمْ cümlesi önceki masdar-ı müevvele atfedilmiştir. Atıf sebebi temasüldür.
Burada ateşe yaslanmalarının sürekli ve ebedi oluşunu belirtmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder. Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm, ayrıca zem makamı olduğu için istimrar ifade eder.
لِيَغْفِرَ - لِيَهْدِيَهُمْ - اٰمَنُوا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır
اٰمِنُوا - كَفَرُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
اٰمَنُوا - ثُمَّ - كَفَرُوا kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
كَفَرُوا - كُفْرًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Ayetin لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلً kısmındaki fiillerin başına getirilmiş olan لِ mübalağa ifade etmektedir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî’ Sanatları Doktora Tezi)
لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلاَ لِيَهْدِيَهُمْ سَب۪يلاً [Hiçbir şekilde Allah’ın bunları affetmesine ve doğru yola sevk etmesine ihtimal yoktur.] Yani iman ederlerse kabul etmez değil, fakat çoğunlukla bunlar kalpleri mühürlü olduklarından can çekişme zamanına gelmedikçe iman etmezler ve belki o zaman bile etmezler. (Elmalılı)
Bu ayette bahsedilenler, iman ettikten sonra tekrar tekrar ve defalarca kâfir olanlardır. Bu durum bu gibi insanların kalplerinde imanın yer etmemiş olduğunu gösterir. Çünkü eğer onların kalplerinde imanın bir ağırlığı, kıymeti olsaydı, onu en ufacık bir sebeple bırakmazlardı. İmanında böyle bir ağırlık bulunmayan herkesin zahiri hali, Allah’a geçerli ve sahih bir şekilde iman etmemiş olduğunu gösterir ki işte Cenab-ı Hakk’ın, “Allah onlara mağfiret edecek değildir.” sözünden murad budur. (Fahreddin er-Razi)
Ayet, küfrün artıp eksilebileceğine delalet etmektedir. Binaenaleyh imanın da aynı şekilde artıp eksilebilmesi gerekir. Çünkü bu ikisi, birbirinin zıddıdır.
اَلَّذٖينَ lafzını istiğraka (umum mana ifade etmeye) değil, aksine daha önce geçmiş olan malum kimselere hamlederiz. (Fahreddin er-Razi)
لِيَغْفِرَ لَهُمْ ifadesindeki lâm, tekid için getirilmiş bir lâmdır. (Fahreddin er-Razi)
Ve rivayet olunduğuna göre bunun asıl iniş sebebi Yahudilerdir. Çünkü Yahudiler, önce Hz. Musa’ya iman ettiler, sonra buzağıya taptıkları zaman küfrettiler, sonra Hz. Musa dönünce yine iman ettiler, sonra Hz. İsa’yı inkâr ettiler, sonra da Hz. Muhammed’e (s.a.) küfretmekle inkârlarını artırdılar ki ayet bunların bu hallerini tasvir edip böyle olanları da bunlara katmış. Münafıklar da bunlara benzediği ve bunlara dost oldukları için بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ “Münafıklara müjde et!” diye inzar yerinde tebşir (müjdeleme) ile tehekküme tabi tutulmuşlardır.
Demek oluyor ki bu gibi döneklik ve kararsızlıklar sadece fertler hakkında değil, toplumlar hakkında da felaket sebebidir. Çünkü Yahudilerin ayette tasvir olunan bu durumları fertlerinin değil, toplum ve milletlerinin durumudur. Çünkü Hz. İsa’ya ve Hz. Muhammed’e küfreden fertler ile buzağıya tapan ve ondan önce iman eden fertlerin aynı olmadığı malumdur. Fakat bu değişim ve kararsızlık, o milletin genel bir karakteri olmuştur. (Fahreddin er-Razi, Ebüssuûd, Elmalılı Hamdi Yazır)