Nisâ Sûresi 138. Ayet

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ  ...

Münafıklara, kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 بَشِّرِ müjdele ب ش ر
2 الْمُنَافِقِينَ Münafıklara ن ف ق
3 بِأَنَّ şüphesiz
4 لَهُمْ kendilerinin olacağını
5 عَذَابًا bir azabın ع ذ ب
6 أَلِيمًا acıklı ا ل م
 

Daha önce iman ve küfür kavramları üzerinde durulmuş, muteber bir imanın şartları açıklanmıştı. Buradaki on âyette ise açık ve gizli kâfirlere karşı Allah’ın muamelesiyle müminlerin karşılıklı ilişkilerde uyacakları ilkeler ve kurallar ortaya konmaktadır.

Münafığın “ikiyüzlü, inananların arasında onlardan gözüken kimse” mânasına geldiği bilinmektedir. Âyette münafıkların acı âkıbeti haber verildikten sonra iki özelliklerinden daha söz ediliyor: Müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmek, güçlü ve şerefli olabilmek için onların himayesine sığınmak, beraberliklerini tercih etmek. Bu iki niteliğin özellikle zikredilmesinde müminler için bir işaret sezinlememek mümkün değildir. Müminlerin asıl güvenecekleri, dayanacakları, kader birliği yapacakları kimseler iman kardeşleridir. Başka din ve ideoloji mensuplarına bu ölçüde güvenmek doğru değildir. Eşyanın tabiatına göre onlara bel bağlamak risklidir. Bunun da ötesinde “mümini bırakıp kâfiri dost ve veli edinen” kimsenin imanında, müminlerle ilişkilerinde bir ârıza bulunması, imanının nifaka yakın olması ihtimali vardır.

 Aynı şekilde güçlü ve saygın olmak için müminleri bırakıp kâfirlere sarılan, onların himayelerine sığınan kimselerde de aşağılık duygusu, özgüven eksikliği ve iman zayıflığı bulunması ihtimali kuvvetlidir. Mutlak güç ve üstünlük Allah’a aittir. Başka hiçbir kimse Allah’a dayanan ve güvenen mümin kadar güçlü ve şerefli olamaz. Müminler de Allah’a güvendikleri, O’na sığındıkları, şerefi ve saygınlığı O’na kul olmakta aradıkları ve buldukları için mânevî bakımdan güçlü ve şereflidirler. Maddî bakımdan da güçlü olmamaları için bir sebep yoktur. Buna rağmen onları bırakıp kâfirlerle beraber olmakta şeref ve güç arayanların imanlarında zaaf, kendilerinde münafıklıktan bir iz bulunduğu anlaşılmaktadır.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 164-165

 

İslâm tarihinin ilk döneminde iman ile inkâr arasında gidip gelenler, bunu kötü maksatla yapanlar veya iman henüz yeterince kafalarına ve gönüllerine yerleşmemiş bulunduğu için böyle hareket edenler olduğu gibi tarihin başka devirlerinde de benzeri durumlara rastlanmıştır. Önemli ve muteber olan son durumdur; insanlar sonunda imana karar verir, bunda sebat ederlerse kurtulurlar, daha önceki inkârları da bağışlanır. Çünkü “İman, kendisinden önceki sayfayı siler, inanç bakımından sabıka kaydını ortadan kaldırır” (Müsned, IV, 199, 204; İbn Mâce, “Zühd”, 30). Sonu inkâr olan ve bu halde ölenler (inkârlarını arttıranlar) bağışlanmazlar, inkârcıların doğru yolda oldukları da iddia edilemez. İnkâr ile –iman bakımından– doğru yolda olmak çelişkilidir, ikisi bir arada bulunamaz.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 161

 

“Ey iman edenler!... iman edin” cümlesi, ilk bakışta iman edenleri yeniden iman etmeye çağırmaktadır. Burada bir çelişki bulunmadığını göstermek için tefsirciler tarafından “Maksat dışa karşı inanmış gibi görünen münafıklardır”, “İkinci iman çağrısı, imana devam çağrısıdır”, “İnananlar kâmil mânada imana çağırılmaktadır” gibi çeşitli açıklamalar yapılmıştır. Biz âyeti şöyle anlıyoruz: Hak, bâtıl bütün dinlerde bir inanç şekli ve konusu vardır. Dinsizlik ve tanrıtanımazlık da bir çeşit inançtır. İnancın şeklini ve konusunu doğru olarak belirleyebilmek için –akla aykırı– olmamakla beraber aklı aşan bir bilgi kaynağına ihtiyaç bulunduğu da ortadadır. Bu bilgi kaynağı (Allah’tan gelen vahiy) muteber bir imanın nitelik ve niceliğini açıklamakta; inanmak isteyen, imana meyleden, kendisine ait bilgilenme ve bir kanaate ulaşma kapasitesini kullandıktan sonra imana karar veren kimselerin, bu mânada iman edenlerin nelere, nasıl inanmaları gerektiğini bildirmektedir, bu anlamda “iman edin” demektedir.

Âyete göre Kur’ân-ı Kerîm geldikten sonra yeryüzünde yaşayan ve iman etmek isteyen kimseler Allah’a, meleklere, Kur’ân-ı Kerîm’e ve ondan önce gönderilen kitaplara (halen geldikleri gibi korunmamış olsalar bile daha önce de kitapların indirilmiş bulunduğuna), son peygamber Muhammed Mustafa’ya ve ondan önce gönderilen peygamberlere ve âhiret gününe iman etmek durumundadırlar. Bunlardan birine bile inanmayan kimselerin imanı muteber değildir, bunlardan birini bile inkâr eden kimseler “doğru, hak, geçerli, kurtarıcı” imana kavuşamamış, hak dinden sapmış sayılırlar.

Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 160-161

 

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ

 

بَشِّرِ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir zamir  أنت’dir.  الْمُنَافِق۪ينَ  mef’ûlun bihtir. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

اَنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dâhil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.

أَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde olup  بِ  harf-i ceriyle birlikte  بَشِّرِ  fiiline müteallıktır.

لَهُمْ  car mecruru  اَنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  عَذَابًا  kelimesi  اَنَّ ’nin ismi olup lafzen mansubtur.  اَل۪يمًا  kelimesi  عَذَابًا ’in sıfatıdır.

الْمُنَافِق۪ينَ, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan mufâale babının ism-i failidir.
 

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ بِاَنَّ لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماًۙ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayet, emir üslubunda talebî inşâi isnaddır.

Masdar ve tekid harfi  اَنَّ ’yi takip eden isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اَنَّ ,لَهُمْ ‘nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mecrur mahalde  بَشِّرِ  fiiline müteallıktır.

اَنَّ ’nin muahhar ismi olan  عَذَابًا ’deki tenkir, tahayyül edilemeyecek derecede korkunç ve çok olduğunu ifade eder.

Ayet emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen uyarı ve korkutma manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.

Uyarmak, ikaz etmek; müjdelemeye benzetilmiştir. Tehekküm ve alay maksadıyla bu istiare yapılmıştır. Câmi’; her ikisinde de surûra kavuşmak olmasıdır. İnzâr masdarı tebşîr masdarına benzetilmiş, sonra bu masdarlardan fiil türetilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri, Beyan İlmi ve Safvetü't Tefasir)

[Azap müjdelemek] tabirinde tehekkümî istiare veya kinaye vardır. (Safvetü't Tefasir - Fahreddin er-Râzî, Âşûr)

يَقْتُلُونَ - الَّذ۪ينَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.

عَذَابًا - اَل۪يمًا  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

Azabın sıfatı olan  اَل۪يمًاۙ  dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.

بَشِّرِ الْمُنَافِق۪ينَ  [Münafıkları müjdele!] Onlarla alay etmek için “haber ver” yerine [müjdele] demiştir. (Keşşâf)

عَذَاب’ın lügat manası bir şeyin haline uygun durumdur. (Tahkik)

بَشِّرِ  tabiri, tehekküm içindir. (Fahreddin er-Razi)