رُسُلاً مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | رُسُلًا | elçiler (gönderdik) ki |
|
2 | مُبَشِّرِينَ | müjdeleyici |
|
3 | وَمُنْذِرِينَ | ve uyarıcı |
|
4 | لِئَلَّا |
|
|
5 | يَكُونَ | kalmasın |
|
6 | لِلنَّاسِ | insanların |
|
7 | عَلَى | karşı |
|
8 | اللَّهِ | Allah’a |
|
9 | حُجَّةٌ | bahaneleri |
|
10 | بَعْدَ | sonra |
|
11 | الرُّسُلِ | elçilerden |
|
12 | وَكَانَ | ve |
|
13 | اللَّهُ | Allah |
|
14 | عَزِيزًا | üstündür |
|
15 | حَكِيمًا | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
رُسُلاً مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ
رُسُلًا kelimesi önceki ayetteki ilk رُسُلًا ’den bedel olup fetha ile mansubtur.
مُبَشِّر۪ينَ kelimesi رُسُلًا’in sıfatı olup nasb alameti ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar.
مُنْذِر۪ينَ kelimesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. Cemi müzekker salim olduğu için nasb alameti ي ’dir.
مُبَشِّر۪ينَ - مُنْذِر۪ينَ kelimeleri ism-i fail kalıbındandır. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Tenâzu' sözlükte; “birbiriyle çekişmek, mücadele etmek, hasımlık etmek” gibi anlamlara gelir. Nahiv ıstılahında ise, iki fiil veya şibh-i fiilin, bir fail veya bir mef’ûl almasıdır. Burada ise مُبَشِّر۪ينَ ve مُنْذِر۪ينَ olan iki tane ism-i fail لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ harf-i cer ve mecrurunu kendilerine mef’ûl olarak almışlardır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لِ harfi, lam-ı ta’lîldir. اَنْ masdar harfi, لا zaiddir. اَنْ ve masdar-ı müevvel لِ harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukadder fiile müteallıktır. Takdiri, أرسلنا (Gönderdik) şeklindedir. لِلنَّاسِ car mecruru يَكُونَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.
Fiili muzarinin başına “اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur’an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede اَنْ ’den önce (لِ) harf-i cerini ve اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını (لَا) görebiliriz. لِئَلَّا şeklinde yazılır. Bazen ise bu اَنْ ’den önce (لِ) harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının (لَا) hazfedildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَى اللّٰهِ car mecruru حُجَّةٌ kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. حُجَّةٌ kelimesi يَكُونَ’nin muahhar ismidir.
بَعْدَ zaman zarfı, حُجَّةٌ ’e müteallıktır. الرُّسُلِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, بعد إرسال الرسل (Resullerin gönderilmesinden sonra) şeklindedir.
وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
عَز۪يزًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. حَك۪يمًا ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
رُسُلاً مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ
Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. İlk kelime olan رُسُلًا; önce geçen رُسُلًا kelimesinden bedel olduğu için, takdir edilen bir cümlede hal olduğu için ya da medih olduğu için mansubdur.
مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ kelimeleri رُسُلًا’in sıfatıdır.
…لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ cümlesine dahil olan لِ ta’liliye, أنْ masdar harfidir. Masdar-ı müevvel, başındaki cer harfiyle birlikte mukadder أرسلنا fiiline müteallıktır. Menfi كانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.
Masdar-ı müevvel cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır. كانَ لِلنَّاسِ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. حُجَّةٌ muahhar ismidir.
لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ cümlesi مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ sözü için ta’lîldir. (Âşûr)
Bu ayet-i kerimede insanların Allah’a karşı bir hüccetlerinin olmasından bahsedilmektedir. Şayet Allah, insanların mazeretlerinin ortadan kalkacağından bahsediyorsa bundan, peygamberler olmasa insanların kötü davranışlar yapabileceği ve bu davranışlar için de mazeretlerinin kabul edileceği anlamı çıkmaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
مُبَشِّر۪ينَ ve مُنْذِر۪ينَ arasında tıbâk-ı îcab vardır. Nekre olmaları tazim ve teksir ifade eder.
Zamir makamında açık isim olarak gelen الرُّسُلِ, ıtnâb sanatıdır. Ayrıca bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
بَعْدَ الرُّسُلِ sözünde zamir yerine açık isim gelmesi bu zikredileni ihtimam ve bu cümlenin delalet ettiği mana açısından müstakil olarak da mesel şeklinde kullanılabileceğine delalet içindir. (Âşûr)
وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Haber olan iki vasfın, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
عَز۪يزًا ,حَك۪يمًا sıfatları arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. Âşûr da aynı fikirdedir.
Hakîm ismi tehir edilmiştir. Çünkü mananın tamamlanması için izzet isminin cari olması hikmetin parlak bir örneğidir. (Âşûr)
Cenab-ı Hakk ayet-i kerimeyi, “Allah, Azîz ve Hakîmdir.” sözüyle tamamlamıştır. Bu, “O Yahudilerin, peygamberden istedikleri şey, Allah’ın kudreti için çok kolay bir şeydir. Ama siz ey Yahudiler, bunu inadınızdan, inat ederek istediniz. Allah Teâlâ Azîzdir. Ve O’nun izzeti, işi yokuşa sürenin talebine icabet edilmemesini gerektirir. Aynı şekilde O’nun hikmeti gereği, onların inatlarında devam edeceklerini bildiği için isteklerine icabet etmemesini gerektirir. Bu böyledir. Çünkü Allah Teâlâ, Hazreti Musa’ya bu şerefi vermiş, buna rağmen kavmi ona karşı kibir, inat ve ısrarlarını sürdürmüşlerdir.” (Fahreddin er-Râzî)