لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَٰكِنِ | oysa |
|
2 | اللَّهُ | Allah |
|
3 | يَشْهَدُ | şahidlik eder |
|
4 | بِمَا | ne ki |
|
5 | أَنْزَلَ | indirdi |
|
6 | إِلَيْكَ | sana |
|
7 | أَنْزَلَهُ | indirmiş olduğuna |
|
8 | بِعِلْمِهِ | kendi bilgisiyle |
|
9 | وَالْمَلَائِكَةُ | ve melekler de |
|
10 | يَشْهَدُونَ | şahidlik ederler |
|
11 | وَكَفَىٰ | kafidir |
|
12 | بِاللَّهِ | Allah’ın |
|
13 | شَهِيدًا | şahidliği |
|
Bu âyet hem Hz. Peygamber’e yönelik bir teselli içermektedir hem de gerçeğin, –kaynağından gelen– güçlü bir ifadesidir. Evet Ehl-i kitap ve diğerleri, parça parça gelmekte olan Kur’ân’ı, onun Allah’tan geldiğini ve vahiy ürünü olduğunu inkâr etseler de bu sonucu değiştirmez. Çünkü Allah, her şeyi kuşatan ilmiyle bunun böyle olduğuna şahitlik etmekte yani bu gerçeği bildirmektedir. Vahiyle ilgili melekler de olup biteni görerek olayın şahidi olmuşlardır. Bu şehâdet öncelikle Hz. Peygamber’in mânevî gücünü arttırmaktadır, ayrıca bunu duyanların Kur’ân’a bir de bu gözle bakmalarını teşvik etmektedir.
(Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 184-185)
لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ
لٰكِنِ istidrak harfidir. اللّٰهُ lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur. يَشْهَدُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
لٰكِنَّ ’nin tahfifi لٰكِنْ şeklinde olur. Tahfif edilince amelden düşer. İsim cümlesinin başına geldiği gibi fiil cümlesinin de başına gelebilir. Kendisinden önce genellikle vav (و) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يَشْهَدُ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, ب harf-i ceriyle birlikte يَشْهَدُ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اَنْزَلَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اَنْزَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri, هُو ’dir. اِلَيْكَ car mecruru اَنْزَلَ fiiline müteallıktır.
اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ cümlesi iki atıf arasında itiraz cümlesidir. اَنْزَلَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
بِعِلْمِه۪ car mecruru اَنْزَلَهُ ’deki gaib zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, أنزله معلوما (Ona ilim indirdi) şeklindedir.
وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ
İsim cümlesidir. وَ atıf harfidir. الْمَلٰٓئِكَةُ mübteda olup lafzen merfûdur. يَشْهَدُونَ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَشْهَدُونَ fiili نَ sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. كَفٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.
بِ zaiddir. اللّٰهِ lafzen mecrur olup كَفٰى fiilinin faili olarak mahallen merfûdur. شَه۪يدًا ise hal veya temyiz olup fetha ile mansubtur.
Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.
Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.
Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur:
a. İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler,
b. Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler,
c. İçinde “كَفَى بِ” terkibi bulunan cümleler,
d. Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren كَمْ) ile kurulan cümleler.
Bu ayette ise كَفَى بِ terkibinden sonra geldiği için شَه۪يدًا temyizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ه۪يدًا kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ
Ayet istînâfiyye, لٰكِنِ istidrak harfidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.
Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın dikkatini uyararak onu canlı tutar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler.
Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası اَنْزَلَ اِلَيْكَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.
اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ cümlesi, sıla cümlesi için tefsiriye veya beyanî istînaftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Âşûr da aynı görüştedir.
İstînâfa matuf olan وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ cümlesi, istânâfla aynı üsluptadır. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezâyüftür.
لٰكِنْ kendisinden sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)
Şayet “Fakat demek, evvelinde istidrâk edilecek bir şey olmasını gerektirir, ‘Fakat Allah şahitlik eder’ ifadesinde bu nerede?” dersen şöyle derim: Ehl-i Kitap Peygamberin (s.a.) gökten bir kitap indirmesini isteyip bu bahaneyle inat edince Allah, “[Şuna şuna vahyettiğimiz gibi işte] Sana da vahyettik.” diyerek onlara karşı delil getirdi ve ardından [Fakat Allah şahitlik eder.] buyurdu. Bu, “Onlar şahitlik etmezler, fakat Allah şahitlik eder.” demektir. Şöyle de denilmiştir: “Sana da vahyettik.” ifadesi inince “Biz senin hakkında buna şahitlik etmeyiz!” demişler, bunun üzerine “Fakat Allah şahitlik eder.” ifadesi nazil olmuştur. “Allah’ın, Peygambere indirdiklerine şahitlik etmesi”nin anlamı, tıpkı iddiaların delillerle ispat edilmesi gibi mucizeler göstererek onun doğruluğunu kanıtlamasıdır. Meleklerin şahitliği ise onun tamamen gerçek ve dosdoğru olduğuna tanıklık etmeleridir. (Keşşâf - Âşûr)
يَشْهَدُ - يَشْهَدُونَۜ - شَه۪يدًا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
يَشْهَدُونَ fiilinin atıf harfiyle beraber açıkça zikredilmesi tekid içindir. (Âşûr)
Bil ki لٰكِن kelimesiyle söze başlanmaz. Çünkü o, daha önce geçmiş olan sözle ilgili bir “istidrâk” için olup (muayyen bir hususu açıklamak için getirilmiştir). Hakkında istidrâk yapılan hususla ilgili olarak iki görüş bulunmaktadır:
a. Bütün bu ayetler, “Ehl-i kitap, senin, üzerlerine gökten bir kitap indirmeni isterler.” (Nisa Suresi, 153) ayetindeki hususa bir cevaptır. Onların bu sözü, bu Kur’an’ın, onlara gökten indirilmiş bir kitap olmadığı manasını ihtiva etmektedir. Sanki şöyle denilmiştir: “Onlar her ne kadar Kur’an-ı Kerim’in Hazreti Muhammed’ (s.a.) gökten indirilmiş bir kitap olmadığını iddia ediyorlarsa da Allah Teâlâ, onun, Hazreti Muhammed’e semadan indirilmiş bir kitap olduğuna şehadet eder.”
b. Cenab-ı Allah, “Sana da şüphesiz vahyettik.” buyurunca Yahudiler, “Biz Senin için buna şehadet etmiyoruz.” dediler. Bunun üzerine de O, “Lakin Allah sana indirdiğine şahitlik eder…” ayetini göndermiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Cenab-ı Hakk, اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ bunu kendi ilmiyle indirmiştir, buyruğundan murad, Kur’an’ı güzelliğin zirvesi ve kemalin de en son derecesiyle vasfetmesi anlamındadır.
Allah’ın ilim sıfatı ile ilgili alimlerimiz şöyle demişlerdir: Bu ayet, Allah Teâlâ’nın bir ilminin olduğuna delalet etmektedir. Çünkü bu ayet, ilmi Allah’a izafe ederek ilmillah demektedir. Eğer Allah’ın ilmi Allah’ın zatının kendisi olmuş olsaydı, o zaman bir şeyin kendi nefsine izafe edilmiş olması gerekirdi. Bu ise muhaldir. (Fahreddin er-Râzî)
وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً
وَ istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Zaid بِ harfi cümleyi tekid etmiştir.
Cümlede mütekellimin Allah Tealâ olması dolayısıyla للّٰهِ isminde tecrîd sanatı vardır.
Bu cümlede zamir yerine özel ismin gelişi, muktezâ-i zâhirin hilafına kelamdır. Allah ismini zihne yerleştirmek, tazim, heybet uyandırmak ve telezzüz içindir.
شَه۪يدًا temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır. Kelimenin nekreliği tazim ifade eder.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.
(Âşûr) Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah’ın şahit olarak kâfi olduğu sözünde tağlîb vardır. Allah sadece şahit olarak değil, basîr, semî, hafîz vs. olarak da yeter.
Ayetin sonunda “Allah şahit olarak yeter.” buyurulmuştur. Yani peygambere itaatle ilgili olarak Allah hesap sorar. O halde Allah’ın emirlerini yerine getirin, demektir. Cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.
َشَه۪يد kelimesi شَاهِدُ’un mübalağasıdır. شَاهِدُ, bir hadise vukua gelirken orada olup hadisenin vukuunu gözüyle görendir. Hadise yerine uzak olanlar, gözleriyle göremeyeceklerinden, başka vasıta ile olayı öğrenseler bile onlara şahit denmez. “Şehit” insanların hazır bulunmadıkça bilemedikleri şeyleri bilen, gören ve haberi olandır.
Ayet-i kerimede çok güzel ve bariz bir teşâbüh-i etrâf sanatı vardır. Ayet aynı manayla başlamış ve sona ermiştir.
وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا “Hakiki şahit olarak Allah yeter.” buyurmuştur ki bu, وَكَفٰى اللّٰهِ شَه۪يدًا takdirindedir (yani buradaki bâ harfi zâiddir). (Fahreddin er-Râzî)