17 Temmuz 2024
Nisâ Sûresi 163-170 (103. Sayfa)

بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ  ...

Nisâ Sûresi 163. Ayet

اِنَّٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ كَمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِه۪ۚ وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَۚ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراًۚ  ...


Biz, Nûh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyüb’e, Yûnus’a, Hârûn’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davûd’a da Zebûr vermiştik.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّا elbette biz
2 أَوْحَيْنَا vahyettik و ح ي
3 إِلَيْكَ sana da
4 كَمَا gibi
5 أَوْحَيْنَا vahyettiğimiz و ح ي
6 إِلَىٰ
7 نُوحٍ Nuh’a
8 وَالنَّبِيِّينَ ve peygamberlere ن ب ا
9 مِنْ
10 بَعْدِهِ ondan sonraki ب ع د
11 وَأَوْحَيْنَا nitekim vahyetmiştik و ح ي
12 إِلَىٰ
13 إِبْرَاهِيمَ İbrahim’e
14 وَإِسْمَاعِيلَ ve İsma’il’e
15 وَإِسْحَاقَ ve İshak’a
16 وَيَعْقُوبَ ve Ya’kub’a
17 وَالْأَسْبَاطِ ve sıbtlara س ب ط
18 وَعِيسَىٰ ve Îsa’ya
19 وَأَيُّوبَ ve Eyyub’a
20 وَيُونُسَ ve Yunus’a
21 وَهَارُونَ ve Harun’a
22 وَسُلَيْمَانَ ve Süleyman’a
23 وَاتَيْنَا ve vermiştik ا ت ي
24 دَاوُودَ Davud’a da
25 زَبُورًا Zebur’u ز ب ر

Zebera زبر ;

Büyük demir parçası demektir. Zebur'n anlamıyla ilgili üç görüş vardır:

a) Kalın bir şekilde yazılmış her yazı ve kitaba denir.

b) Zebur sözcüğü, İlahi kitaplar arsında künhüne vâkıf olunması, kavranması zor olan her tür kitabı ifade eder. c) Bazıları şöyle demiştir: 'Zebur' sözcüğü, şer'i hükümler içermeyip yalnızca akli hikmetleri içeren kitabın adıdır. 'Kitab' sözcüğü ise hem hükümleri hem de hikmetleri içerenin ismidir.

Nitekim Hz. Davud'un Zebur'unun hiçbir hüküm içermemesi de buna delalet etmektedir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekli Zebur'dur. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

اِنَّٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ كَمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِه۪ۚ 


İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  نَا  mütekellim zamiri  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  اَوْحَيْنَٓا  fiili  اِنَّ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اِلَيْكَ  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.

كَ  harf-i cer ve teşbih harfidir.  مَا  ve masdar-ı müevvel,  كَ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mef’ûlu mutlaka müteallıktır. Takdiri,  إيحاء كإيحائنا إلى نوح (Nuh’a vahyettiğimiz gibi bir vahiy) şeklindedir.

اَوْحَيْنَٓا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

اِلٰى نُوحٍ  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.  النَّبِيّ۪نَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  نُوحٍ ’e matuftur.  النَّبِيّ۪نَ ’nin cer alameti  ى  harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.

مِنْ بَعْدِه۪  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

 

وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَۚ


Fiil cümlesidir.  اَوْحَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ  car mecruru  اَوْحَيْنَٓا  fiiline müteallıktır.

اِبْرٰه۪يم  kelimesi gayri munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar.

Gayri munsarif isme “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir.

Arapçada kullanılmakla birlikte Arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsarif isimlerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَ  kelimeleri atıf harfi  وَ ‘la  اِبْرٰه۪يمَ ’e matuftur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اَوْحَيْنَٓا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi وحي’dir. İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.

 وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراًۚ


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  اٰتَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا fail olarak mahallen merfûdur.

دَاوُ۫دَ  kelimesi mef‘ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  زَبُورًا  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.


اِنَّٓا اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ كَمَٓا اَوْحَيْنَٓا اِلٰى نُوحٍ وَالنَّبِيّ۪نَ مِنْ بَعْدِه۪ۚ 


Ayet müstenefedir. Bu ayetler Yahudilerin gökten kendilerine kitap indirilme suallerine karşılık bir red cevabı mahiyetinde olduğu için istînâfiyye olarak gelmiştir. (Âşûr)

اِنَّٓ  ile tekid edilen cümle lâzım-ı faide-i haber inkâr î kelamdır. Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hudûs ve hükmü takviye ifade eder. Mecrur mahaldeki ism-i mevsûlün sılası faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Burada bazı peygamberlerin adlarının anılması, onları şereflendirmek, telezzüz ve üstünlüklerini göstermek içindir. Burada mürsel, mufassal teşbih ve ıttırad sanatı (övülen kişilerin doğum sırasına göre sayılması) vardır. Teşbihten maksat ehemmiyetine binaen zihne yerleştirmektir.

[Sana vahyettik] ifadesi, Ehl-i Kitabın, Peygamberden (s.a.) kendilerine gökten bir kitap indirmesine ilişkin isteklerini cevaplamakta ve kendisine vahyedilme konusunda onun durumunun tıpkı kendisinden önceki diğer peygamberlerin durumu gibi olduğunu belirtmekle bahanelerini ortadan kaldırmaktadır. (Keşşâf)


 وَاَوْحَيْنَٓا اِلٰٓى اِبْرٰه۪يمَ وَاِسْمٰع۪يلَ وَاِسْحٰقَ وَيَعْقُوبَ وَالْاَسْبَاطِ وَع۪يسٰى وَاَيُّوبَ وَيُونُسَ وَهٰرُونَ وَسُلَيْمٰنَۚ وَاٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ زَبُوراًۚ


وَ ’la makabline atfedilen cümlede atıf sebebi tezayüftür. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

[Ondan sonrakilere vahyettik] buyurduktan sonra [İbrahim’e, İsmail’e…] diyerek ondan sonrakilerin kim olduğunu zikredilmesi ibhamdan sonra izah babında ıtnâb sanatıdır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an)

اَوْحَيْنَٓا  [vahyettik] fiili üç kere tekrarlanmıştır. Reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. Bu; manayı zihne yerleştirmek için ve vahiy olayının önemini vurgulamak, adları geçen Peygamberlerin özel ve müstakil bir grup ve vahyin özel bir nevine mazhar olduklarına dikkat çekmek içindir. (Ebüssuûd)

“İsa’ya, Eyyub’a..." diye buyurulmaktadır. Burada Hazreti İsa kendisinden önce peygamber olarak gönderilmiş birtakım peygamberlerden önce zikredilmiştir. Çünkü “vav” atıf edatı tertibi (sıralamayı) gerektirmemektedir. Ayrıca Yahudilerin kanaatini reddetmek üzere Hazreti İsa’ya bir özellik de atfedilmiş olunmaktadır. (Kurtubî)

Davud’a (a.s.)  اَوْحَيْنَٓا  yerine  اٰتَيْنَا  fiilinin kullanılması Peygamber Efendimiz (s.a.) açısından hem vahiy hem de kitap verilmesindeki benzerliği ispat içindir. (Ebüssuûd)

Nisâ Sûresi 164. Ayet

وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلاً لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَۜ وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْل۪يماًۚ  ...


Daha önce kıssalarını sana anlattığımız peygamberler gönderdik. Anlatmadığımız (nice) peygamberler de gönderdik. Allah, Mûsa ile de doğrudan konuştu.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَرُسُلًا ve elçilere ر س ل
2 قَدْ elbette
3 قَصَصْنَاهُمْ anlattığımız ق ص ص
4 عَلَيْكَ sana
5 مِنْ
6 قَبْلُ daha önce ق ب ل
7 وَرُسُلًا ve elçilere ر س ل
8 لَمْ
9 نَقْصُصْهُمْ anlatmadığımız ق ص ص
10 عَلَيْكَ sana
11 وَكَلَّمَ ve konuşmuştu ك ل م
12 اللَّهُ Allah
13 مُوسَىٰ Musa’ya
14 تَكْلِيمًا sözle ك ل م

وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلاً لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَۜ 


وَ  atıf harfidir.  رُسُلًا  kelimesi mahzuf bir fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Takdiri,  أرسلنا أو أمرنا (Gönderdik veya emrettik) şeklindedir. 

قَدْ قَصَصْنَاهُمْ  cümlesi  رُسُلًا ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  قَصَصْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  عَلَيْكَ  car mecruru قَصَصْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır.

مِنْ قَبْلُ  car mecruru  قَصَصْنَاهُمْ  fiiline müteallıktır.  قَبْلُ  kelimesinin merfû oluşu muzâfun ileyhin mahzuf olduğunun işaretidir. Ötre muzâfun ileyhten ivazdır.

قَبْلَ  ve  بَعْدَ  muzâfun ileyhleri hazfedilince zamme üzere mebni olurlar: Bu durumdaki izafete, izafetten munkatı’ zarflar (izafetten kesilen zarflar) denir. قَبْلَ  zarfı, hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olanlar grubundandır.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

رُسُلًا  kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Takdiri,  أرسلنا (gönderdik) şeklindedir.

لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ  cümlesi  رُسُلًا ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur.  لَمۡ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.

نَقْصُصْهُمْ  meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن’dur. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

عَلَيْكَ  car mecruru  نَقْصُصْهُمْ  fiiline müteallıktır. 

وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْل۪يماًۚ


Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  كَلَّمَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  للّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.

مُوسٰى  mef’ûlun bih olup elif  üzere mukadder fetha ile mansubtur.  تَكْل۪يمًا  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur.

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir.

Adedini bildiren mef’ûlü mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-i (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ulü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

تَكْل۪يمًا  lafzı burda tekid için gelen mef’ûlü mutlak çeşidinden gelmiştir.


وَرُسُلاً قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ وَرُسُلاً لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَۜ 


Önceki ayetteki  قَدْ قَصَصْنَاهُمْ  cümlesine tezayüf nedeniyle atfedilen ilk cümle mahzufla birlikte müspet fiil cümlesidir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. 

رُسُلًا  kelimesi takdiri  أرسلنا  veya  أمرنا  olan fiilin mef’ûlüdür.

قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ  cümlesi  رُسُلًا  için sıfattır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. Müspet fiil cümlesi lâzım-ı faide-i haber talebî kelamdır. 

وَرُسُلًا  ilk  رُسُلًا  kelimesine matuftur. Atıf sebebi temâsüldür.

Tezat dolayısıyla  قَدْ قَصَصْنَاهُمْ  cümlesine atfedilen  لَمْ نَقْصُصْهُمْ  cümlesi menfi fiil sıygasında faide-i haber ibtida-i kelamdır. Bu cümle de ikinci  رُسُلًا’in sıfatıdır.

قَدْ قَصَصْنَاهُمْ عَلَيْكَ مِنْ قَبْلُ  ve  لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَۜ  cümleleri arasında mukabele sanatı vardır.

قَصَصْنَاهُمْ - لَمْ نَقْصُصْهُمْ  kelimeleri arasında tıbâk-ı selb sanatı vardır.

وَرُسُلًا- قَصَصْنَاهُمْ - عَلَيْكَ  kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.


وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْل۪يماًۚ


وَ  istînâfiyye, cümle itiraziyedir. İtiraz cümleleri ıtnâb babındandır. Müspet muzari fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır. تَكْل۪يمًاۚ  şeklindeki mef’ûlü mutlak cümleyi tekid etmiştir.

Bütün esma-i hüsnayı bünyesinde toplayan lafza-i celâl zikredilerek iltifat sanatı yapılması; konunun önemini vurgulamak ve Allah isminin kalplere yer etmesini sağlar. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde lafza-i celalin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

كَلَّمَ - تَكْل۪يمًاۚ  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

وَكَلَّمَ اللّٰهُ مُوسٰى تَكْل۪يمًا  ayetinde masdarın kullanımı nedeniyle mecazî anlam ortadan kalkmakta ve Allah'ın gerçek anlamda Hz. Musa ile konuştuğu ortaya çıkmaktadır.  (Doç.Dr. M. Akif Özdoğan, Arap Dilinde Muhatabı İkna Etme Açısından Haberî Cümlede Tekid Edatlarının Rolü)

İsa’nın (a.s.) “Allah’ın kelimesi” olması  كُن  emriyle olması dolayısıyladır. Musa’nın (a.s.) “Allah’ın kelimi” olması ağaç arkasından onunla konuşması dolayısıyladır.


Nisâ Sûresi 165. Ayet

رُسُلاً مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً  ...


Müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak peygamberler gönderdik ki, peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 رُسُلًا elçiler (gönderdik) ki ر س ل
2 مُبَشِّرِينَ müjdeleyici ب ش ر
3 وَمُنْذِرِينَ ve uyarıcı ن ذ ر
4 لِئَلَّا
5 يَكُونَ kalmasın ك و ن
6 لِلنَّاسِ insanların ن و س
7 عَلَى karşı
8 اللَّهِ Allah’a
9 حُجَّةٌ bahaneleri ح ج ج
10 بَعْدَ sonra ب ع د
11 الرُّسُلِ elçilerden ر س ل
12 وَكَانَ ve ك و ن
13 اللَّهُ Allah
14 عَزِيزًا üstündür ع ز ز
15 حَكِيمًا hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

رُسُلاً مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ 


رُسُلًا  kelimesi önceki ayetteki ilk  رُسُلًا ’den bedel olup fetha ile mansubtur. 

مُبَشِّر۪ينَ  kelimesi  رُسُلًا’in sıfatı olup nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler  ي  ile nasb olurlar.

مُنْذِر۪ينَ  kelimesi atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur. Cemi müzekker salim olduğu için nasb alameti  ي ’dir.

مُبَشِّر۪ينَ - مُنْذِر۪ينَ  kelimeleri ism-i fail kalıbındandır. İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Tenâzu' sözlükte; “birbiriyle çekişmek, mücadele etmek, hasımlık etmek” gibi anlamlara gelir. Nahiv ıstılahında ise, iki fiil veya şibh-i fiilin, bir fail veya bir mef’ûl almasıdır. Burada ise  مُبَشِّر۪ينَ  ve  مُنْذِر۪ينَ  olan iki tane ism-i fail  لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ  harf-i cer ve mecrurunu kendilerine mef’ûl olarak almışlardır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لِ  harfi, lam-ı ta’lîldir.  اَنْ  masdar harfi,  لا  zaiddir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  لِ  harf-i ceriyle birlikte mahzuf mukadder fiile müteallıktır. Takdiri,  أرسلنا (Gönderdik) şeklindedir.  لِلنَّاسِ  car mecruru  يَكُونَ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.

Fiili muzarinin başına “اَنْ ” harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. Kur’an-ı Kerim’de çok nadir de olsa bazen cümlede  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i cerini ve  اَنْ ’den sonra da nâfiye lâ’sını  (لَا)  görebiliriz.  لِئَلَّا  şeklinde yazılır. Bazen ise bu  اَنْ ’den önce  (لِ)  harf-i ceri ve nâfiye lâ’sının  (لَا)  hazfedildiğini görebiliriz. Ancak lafızda olmadığı halde manaları geçerlidir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

عَلَى اللّٰهِ car mecruru  حُجَّةٌ  kelimesinin mahzuf haline müteallıktır.  حُجَّةٌ  kelimesi  يَكُونَ’nin muahhar ismidir.

بَعْدَ  zaman zarfı,  حُجَّةٌ ’e müteallıktır.  الرُّسُلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri, بعد إرسال الرسل (Resullerin gönderilmesinden sonra) şeklindedir. 

 

وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

عَز۪يزًا kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  حَك۪يمًا  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir.


رُسُلاً مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِۜ


Ayet fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. İlk kelime olan  رُسُلًا; önce geçen  رُسُلًا  kelimesinden bedel olduğu için, takdir edilen bir cümlede hal olduğu için ya da medih olduğu için mansubdur.

مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ  kelimeleri  رُسُلًا’in sıfatıdır.

لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ  cümlesine dahil olan  لِ  ta’liliye,  أنْ  masdar harfidir. Masdar-ı müevvel, başındaki cer harfiyle birlikte mukadder  أرسلنا  fiiline müteallıktır. Menfi  كانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber talebî kelamdır.

Masdar-ı müevvel cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.  كانَ لِلنَّاسِ’nin  mahzuf mukaddem haberine müteallıktır.  حُجَّةٌ  muahhar ismidir.

لِئَلَّا يَكُونَ لِلنَّاسِ عَلَى اللّٰهِ حُجَّةٌ بَعْدَ الرُّسُلِ  cümlesi  مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَ  sözü için ta’lîldir. (Âşûr)

Bu ayet-i kerimede insanların Allah’a karşı bir hüccetlerinin olmasından bahsedilmektedir. Şayet Allah, insanların mazeretlerinin ortadan kalkacağından bahsediyorsa bundan, peygamberler olmasa insanların kötü davranışlar yapabileceği ve bu davranışlar için de mazeretlerinin kabul edileceği anlamı çıkmaktadır. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)

مُبَشِّر۪ينَ  ve  مُنْذِر۪ينَ  arasında tıbâk-ı îcab vardır. Nekre olmaları tazim ve teksir ifade eder.

Zamir makamında açık isim olarak gelen الرُّسُلِ, ıtnâb sanatıdır. Ayrıca bu tekrarda  reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır. 

بَعْدَ الرُّسُلِ  sözünde zamir yerine açık isim gelmesi bu zikredileni ihtimam ve bu cümlenin delalet ettiği mana açısından müstakil olarak da mesel şeklinde kullanılabileceğine delalet içindir. (Âşûr)


 وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Müsnedün ileyhin bütün kemal sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin mastarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)

Allah Teâlâ kendi vasıflarını  كَانَ  ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden  كَانَ  bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî  كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda  söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)

Haber olan iki vasfın, aralarında و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. 

عَز۪يزًا ,حَك۪يمًا  sıfatları arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekit için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. Âşûr da aynı fikirdedir.

Hakîm ismi tehir edilmiştir. Çünkü mananın tamamlanması için izzet isminin cari olması hikmetin parlak bir örneğidir. (Âşûr)

Cenab-ı Hakk ayet-i kerimeyi, “Allah, Azîz ve Hakîmdir.” sözüyle tamamlamıştır. Bu, “O Yahudilerin, peygamberden istedikleri şey, Allah’ın kudreti için çok kolay bir şeydir. Ama siz ey Yahudiler, bunu inadınızdan, inat ederek istediniz. Allah Teâlâ Azîzdir. Ve O’nun izzeti, işi yokuşa sürenin talebine icabet edilmemesini gerektirir. Aynı şekilde O’nun hikmeti gereği, onların inatlarında devam edeceklerini bildiği için isteklerine icabet etmemesini gerektirir. Bu böyledir. Çünkü Allah Teâlâ, Hazreti Musa’ya bu şerefi vermiş, buna rağmen kavmi ona karşı kibir, inat ve ısrarlarını sürdürmüşlerdir.” (Fahreddin er-Râzî)
Nisâ Sûresi 166. Ayet

لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً  ...


Fakat Allah, sana indirdiğini kendi ilmiyle indirmiş olduğuna şahitlik eder. Melekler de buna şahitlik eder. Şahit olarak Allah yeter.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 لَٰكِنِ oysa
2 اللَّهُ Allah
3 يَشْهَدُ şahidlik eder ش ه د
4 بِمَا ne ki
5 أَنْزَلَ indirdi ن ز ل
6 إِلَيْكَ sana
7 أَنْزَلَهُ indirmiş olduğuna ن ز ل
8 بِعِلْمِهِ kendi bilgisiyle ع ل م
9 وَالْمَلَائِكَةُ ve melekler de م ل ك
10 يَشْهَدُونَ şahidlik ederler ش ه د
11 وَكَفَىٰ kafidir ك ف ي
12 بِاللَّهِ Allah’ın
13 شَهِيدًا şahidliği ش ه د

Bu âyet hem Hz. Peygamber’e yönelik bir teselli içermektedir hem de gerçeğin, –kaynağından gelen– güçlü bir ifadesidir. Evet Ehl-i kitap ve diğerleri, parça parça gelmekte olan Kur’ân’ı, onun Allah’tan geldiğini ve vahiy ürünü olduğunu inkâr etseler de bu sonucu değiştirmez. Çünkü Allah, her şeyi kuşatan ilmiyle bunun böyle olduğuna şahitlik etmekte yani bu gerçeği bildirmektedir. Vahiyle ilgili melekler de olup biteni görerek olayın şahidi olmuşlardır. Bu şehâdet öncelikle Hz. Peygamber’in mânevî gücünü arttırmaktadır, ayrıca bunu duyanların Kur’ân’a bir de bu gözle bakmalarını teşvik etmektedir.

(Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 184-185)

لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ


لٰكِنِ  istidrak harfidir.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, mübteda olup lafzen merfûdur.  يَشْهَدُ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

لٰكِنَّ ’nin tahfifi  لٰكِنْ  şeklinde olur. Tahfif edilince amelden düşer. İsim cümlesinin başına geldiği gibi fiil cümlesinin de başına gelebilir. Kendisinden önce genellikle vav (و) gelir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يَشْهَدُ  merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

مَٓا  müşterek ism-i mevsûlu,  ب  harf-i ceriyle birlikte  يَشْهَدُ  fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası  اَنْزَلَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.

اَنْزَلَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  Faili müstetir olup takdiri, هُو ’dir.  اِلَيْكَ  car mecruru  اَنْزَلَ  fiiline müteallıktır.

اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪  cümlesi iki atıf arasında itiraz cümlesidir.  اَنْزَلَهُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.

بِعِلْمِه۪  car mecruru  اَنْزَلَهُ ’deki gaib zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri,  أنزله معلوما  (Ona ilim indirdi) şeklindedir.


وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ


İsim cümlesidir.  وَ  atıf harfidir.  الْمَلٰٓئِكَةُ  mübteda olup lafzen merfûdur.  يَشْهَدُونَ  fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.

يَشْهَدُونَ  fiili  نَ  sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 


وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً


Fiil cümlesidir. وَ  atıf harfidir.  كَفٰى  elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir.

بِ  zaiddir.  اللّٰهِ  lafzen mecrur olup كَفٰى  fiilinin faili olarak mahallen merfûdur.  شَه۪يدًا  ise hal veya temyiz olup fetha ile mansubtur.

Temyiz; kendisinden sonra geçen müphem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan” soruları sorulur.

Temyiz ikiye ayrılır:

1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.

2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülmeyen mümeyyez.

Melhûz Mümeyyez: Burada temyiz cümledeki kapalılığı giderir. Manası kapalı olup da temyiz sayesinde açıklığa, netliğe kavuşan bu tür cümlelere melhûz mümeyyez denir. Melhûz mümeyyez daha çok şu cümlelerde olur: 

a. İsm-i tafdil kalıbının kullanıldığı bazı cümleler, 

b. Anlatılmak istenen anlamı ifadede tek başına yetersiz kalan “artmak-eksilmek, çoğalmak-azalmak, yükselmek-alçalmak, güzel ve çirkin olmak, büyük veya küçük olmak” gibi fiillerin kullanıldığı cümleler, 

c. İçinde “كَفَى بِ” terkibi bulunan cümleler,

d. Kem-i istifhamiye (soru için olan كَمْ ) ve kem-i haberiyye (çokluk bildiren  كَمْ) ile kurulan cümleler.

Bu ayette ise  كَفَى بِ  terkibinden sonra geldiği için  شَه۪يدًا  temyizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

ه۪يدًا  kelimesi mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Mübalağalı ism-i fail; bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


لٰكِنِ اللّٰهُ يَشْهَدُ بِمَٓا اَنْزَلَ اِلَيْكَ اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ

 

Ayet istînâfiyye,  لٰكِنِ  istidrak harfidir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin muzari fiil olması hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder.

Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği muhatabın dikkatini uyararak onu canlı tutar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. 

Mecrur mahaldeki mevsûlün sılası  اَنْزَلَ اِلَيْكَ, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mevsûlde tevcih sanatı vardır.

اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ  cümlesi, sıla cümlesi için tefsiriye veya beyanî istînaftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Âşûr da aynı görüştedir.

İstînâfa matuf olan  وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَشْهَدُونَۜ  cümlesi, istânâfla aynı üsluptadır. Sübut  ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi tezâyüftür.

لٰكِنْ  kendisinden  sonra gelen cümleye, önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (İtkan, c. 2, s. 474)

Şayet “Fakat demek, evvelinde istidrâk edilecek bir şey olmasını gerektirir, ‘Fakat Allah şahitlik eder’ ifadesinde bu nerede?” dersen şöyle derim: Ehl-i Kitap Peygamberin (s.a.) gökten bir kitap indirmesini isteyip bu bahaneyle inat edince Allah, “[Şuna şuna vahyettiğimiz gibi işte] Sana da vahyettik.” diyerek onlara karşı delil getirdi ve ardından [Fakat Allah şahitlik eder.] buyurdu. Bu, “Onlar şahitlik etmezler, fakat Allah şahitlik eder.” demektir. Şöyle de denilmiştir: “Sana da vahyettik.” ifadesi inince “Biz senin hakkında buna şahitlik etmeyiz!” demişler, bunun üzerine “Fakat Allah şahitlik eder.” ifadesi nazil olmuştur. “Allah’ın, Peygambere indirdiklerine şahitlik etmesi”nin anlamı, tıpkı iddiaların delillerle ispat edilmesi gibi mucizeler göstererek onun doğruluğunu kanıtlamasıdır. Meleklerin şahitliği ise onun tamamen gerçek ve dosdoğru olduğuna tanıklık etmeleridir. (Keşşâf - Âşûr) 

يَشْهَدُ - يَشْهَدُونَۜ شَه۪يدًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.  

يَشْهَدُونَ  fiilinin atıf harfiyle beraber açıkça zikredilmesi tekid içindir. (Âşûr)

Bil ki لٰكِن  kelimesiyle söze başlanmaz. Çünkü o, daha önce geçmiş olan sözle ilgili bir “istidrâk” için olup (muayyen bir hususu açıklamak için getirilmiştir). Hakkında istidrâk yapılan hususla ilgili olarak iki görüş bulunmaktadır:

a. Bütün bu ayetler, “Ehl-i kitap, senin, üzerlerine gökten bir kitap indirmeni isterler.” (Nisa Suresi, 153) ayetindeki hususa bir cevaptır. Onların bu sözü, bu Kur’an’ın, onlara gökten indirilmiş bir kitap olmadığı manasını ihtiva etmektedir. Sanki şöyle denilmiştir: “Onlar her ne kadar Kur’an-ı Kerim’in Hazreti Muhammed’ (s.a.) gökten indirilmiş bir kitap olmadığını iddia ediyorlarsa da Allah Teâlâ, onun, Hazreti Muhammed’e semadan indirilmiş bir kitap olduğuna şehadet eder.”

b. Cenab-ı Allah, “Sana da şüphesiz vahyettik.” buyurunca Yahudiler, “Biz Senin için buna şehadet etmiyoruz.” dediler. Bunun üzerine de O, “Lakin Allah sana indirdiğine şahitlik eder…” ayetini göndermiştir. (Fahreddin er-Râzî)

Cenab-ı Hakk,  اَنْزَلَهُ بِعِلْمِه۪ۚ  bunu kendi ilmiyle indirmiştir, buyruğundan murad, Kur’an’ı güzelliğin zirvesi ve kemalin de en son derecesiyle vasfetmesi anlamındadır.

Allah’ın ilim sıfatı ile ilgili alimlerimiz şöyle demişlerdir: Bu ayet, Allah Teâlâ’nın bir ilminin olduğuna delalet etmektedir. Çünkü bu ayet, ilmi Allah’a izafe ederek ilmillah demektedir. Eğer Allah’ın ilmi Allah’ın zatının kendisi olmuş olsaydı, o zaman bir şeyin kendi nefsine izafe edilmiş olması gerekirdi. Bu ise muhaldir. (Fahreddin er-Râzî)


  وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يداً

 

وَ  istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. Zaid  بِ harfi cümleyi tekid etmiştir.

Cümlede mütekellimin Allah Tealâ olması dolayısıyla  للّٰهِ  isminde tecrîd sanatı vardır. 

Bu cümlede zamir yerine özel ismin gelişi, muktezâ-i zâhirin hilafına kelamdır. Allah ismini zihne yerleştirmek, tazim, heybet uyandırmak ve telezzüz içindir.

شَه۪يدًا  temyizdir. Temyiz anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır. Kelimenin nekreliği tazim ifade eder.

Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. 

(Âşûr) Tezyîl cümlesi önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir. 

Allah’ın şahit olarak kâfi olduğu sözünde tağlîb vardır. Allah sadece şahit olarak değil, basîr, semî, hafîz vs. olarak da yeter. 

Ayetin sonunda “Allah şahit olarak yeter.” buyurulmuştur. Yani peygambere itaatle ilgili olarak Allah hesap sorar. O halde Allah’ın emirlerini yerine getirin, demektir. Cümlede lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel sanatı vardır.

َشَه۪يد  kelimesi  شَاهِدُ’un mübalağasıdır.  شَاهِدُ, bir hadise vukua gelirken orada olup hadisenin vukuunu gözüyle görendir. Hadise yerine uzak olanlar, gözleriyle göremeyeceklerinden, başka vasıta ile olayı öğrenseler bile onlara şahit denmez. “Şehit” insanların hazır bulunmadıkça bilemedikleri şeyleri bilen, gören ve haberi olandır.

Ayet-i kerimede çok güzel ve bariz bir teşâbüh-i etrâf sanatı vardır. Ayet aynı manayla başlamış ve sona ermiştir. 

وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًا “Hakiki şahit olarak Allah yeter.” buyurmuştur ki bu, وَكَفٰى اللّٰهِ شَه۪يدًا takdirindedir (yani buradaki bâ harfi zâiddir). (Fahreddin er-Râzî)
Nisâ Sûresi 167. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ قَدْ ضَلُّوا ضَلَالاً بَع۪يداً  ...


Şüphesiz inkâr edenler, insanları Allah yolundan alıkoyanlar derin bir sapıklığa düşmüşlerdir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
4 وَصَدُّوا ve menedenler ص د د
5 عَنْ -undan
6 سَبِيلِ yol- س ب ل
7 اللَّهِ Allah
8 قَدْ hakikaten
9 ضَلُّوا düşmüşlerdir ض ل ل
10 ضَلَالًا bir sapıklığa ض ل ل
11 بَعِيدًا uzak ب ع د

Daha önce inkârın çeşitleri, bunları temsil eden kimselerin zihnî ve ahlâkî tavırları açıklanmış, hidayete yönelmeleri için gerekli yönlendirmeler yapılmış, delil ve işaretler verilmişti. Bundan sonra gelecek âyetlerde ise hem bütün insanlığa hem de özellikle Ehl-i kitaba yönelik bir çağrı yapılacaktır. Bu ikisi arasında psikolojik olarak hazırlanmayı sağlayacak bir geçiş olmak üzere, çeşitli yollarla insanların gerçeği bulmalarını, hak dine inanmalarını ve hayatlarını buna göre düzenleyip yaşamalarını engellemede, hakkı gözetmeme (zulüm) ve peygamberi inkâr etmede ısrar edenleri bekleyen korkunç âkıbet canlı bir şekilde haber verilmektedir. (Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 185)

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ قَدْ ضَلُّوا ضَلَالاً بَع۪يداً

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

صَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  صَدُّوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Atıf harflerinden biri kullanılarak iki kelimeyi veya iki cümleyi birbirine bağlamaya atf-ı nesak denir. Atıf harfinden önce gelene matufun aleyh, sonra gelene matuf denir. Matuf ve matufun aleyh arasında îrab bakımından, sıyga bakımından, cümlelerin haberî veya inşaî olması bakımından uyum olur. Mana bakımından aralarında uygunluk varsa fiil isme atfedilebilir. Müstetir zamir atıf olmaz.

Ve (و): Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

عَنْ سَب۪يلِ  car mecruru  صَدُّوا  fiiline müteallıktır.  اللّٰهِ  lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

قَدْ ضَلُّوا  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  قَدِ  tahkik harfidir.  ضَلُّوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

ضَلَالًا  mef’ûlu mutlak olup fetha ile mansubtur. 

Mef’ûlü mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlü mutlak harfi cer almaz. Harfi cer alırsa hal olur. Mef’ûlü mutlak cümle olmaz. Mef’ûlü mutlak üçe ayrılır:

1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.

2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlü mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.

3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir.

Adedini bildiren mef’ûlü mutlak  فَعْلَةً  vezninden gelen bina-i (masdar-ı) merreden yapılır.

مَرَّةً  kelimesi de mef’ûlü mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ضَلَالًا  lafzı burda tekit için gelen mef’ûlü mutlak çeşidinden gelmiştir.

بَع۪يدًا  kelimesi  ضَلَالًا ’in sıfatıdır. 


اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ قَدْ ضَلُّوا ضَلَالاً بَع۪يداً

 

İstînâf cümlesidir, fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkâr î kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder. 

الَّذ۪ينَ كَفَرُوا sözünden muradın ehli kitap yani Yahudiler olması caizdir. (Âşûr)

Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan  كَفَرُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Akabindeki aynı üslupla gelen  وَصَدُّوا عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ  cümlesi sılaya  وَ  ile atfedilmiştir.  Atıf sebebi tezâyüftür.  

Cümlenin müsnedi olan  قَدْ ضَلُّوا ضَلَالًا بَع۪يدًا , faide-i haber inkâr î kelamdır. Tahkik harfi ve mef’ûlü mutlakla tekid edilmiş, müspet fiil cümlesi formunda gelmiştir. Müsnedin mazi fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  izafeti, lafza-i celâle muzâf olan  سَب۪يلِ  için şan ve şeref ifade eder.

سَب۪يلِ اللّٰهِ  ibaresinde istiare vardır.  سَب۪يلِ  kelimesi yol demektir. Allah’ın dini anlamında müsteardır. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.

ضَلُّوا - ضَلَالًا  kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

كَفَرُوا -  صَدُّوا - ضَلُّوا  fiilleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

كَفَرُوا -  صَدُّوا - ضَلُّوا  kelimelerinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belagat)

Dalalet küfürdür. Çünkü hayır ve saadet yolu olan imanın zayi edilmesi demektir. Dalaletin küfür için istiare olması imanın dosdoğru yol olarak istiare olmasına istinadendir. (Âşûr)

صَدُّوا  kelimesinde istiare düşünülebilir. Bu kelimenin birçok manası vardır.

ضَلَالًا بَع۪يدًا  Dalaletin uzak kelimesiyle vasıflanması masdara isnad kabilindendir. Failin hidayetten uzaklaşması sapkınlık masdarına isnad edilmiştir. Aslında dalalet uzak değildir, dalalete düşen uzak kalır. Bu ifade aynı zamanda istiaredir. İman eden kişi fıtrata yaklaşmış, doğru yola yakınlaşmıştır. İnkâr eden ise fıtratından, hidayetten, Allah’tan, Resul’den uzaklaşmıştır. Uzaktaki kişi ile irtibat kurulamaz. Ne fikir, ne duygu, ne maddi alışveriş yapılır. Bazen iletişim bile kurulamaz. Bağlar kopar. İnkâr eden de Allah ile arasındaki iman bağını koparmış, kulluk halkasından çıkmıştır. (Medine Balcı, Dergâhu’l Kur’an ve Âşûr)
Nisâ Sûresi 168. Ayet

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَر۪يقاًۙ  ...


Şüphesiz inkâr edenler ve zulmedenler (var ya), Allah onları asla bağışlayacak ve doğru yola iletecek değildir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِنَّ şüphesiz
2 الَّذِينَ kimseler
3 كَفَرُوا inkar eden(ler) ك ف ر
4 وَظَلَمُوا ve zulmedenler ظ ل م
5 لَمْ
6 يَكُنِ olmayacak ك و ن
7 اللَّهُ Allah
8 لِيَغْفِرَ bağışlayan غ ف ر
9 لَهُمْ onları
10 وَلَا
11 لِيَهْدِيَهُمْ ve iletmeyecektir ه د ي
12 طَرِيقًا yola ط ر ق

Taraka طرق Ayaklarla vurulan yol demektir. İster iyi olsun ister kötü olsun, insanın bir işte takip ettiği her türlü yol bu anlamdan istiâre edilmiştir. طَرْقٌ sözcüğü çarparak vurma anlamındadır. الطَّارِقُ Bir yola giren kişi, yolcu demektir. Fakat yaygın kullanımda gece gelen anlamına tahsis edilmiştir.(Müfredat)

Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 11 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri tarikat, Târık ve matraktır. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَر۪يقاًۙ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

ظَلَمُوا  cümlesi atıf harfi  وَ ’la sılaya matuftur.  ظَلَمُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur. 

لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ  cümlesi  اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.  لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir.  يَكُنْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. اللّٰهُ  lafza-i celâli,  يَكُنِ’un ismi olup lafzen merfûdur.

لِيَغْفِرَ  fiiline dahil olan  لِ, lâm-ı cuhuddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

أن  ve masdar-ı müevvelلِ  harf-i ceriyle birlikte  يَكُنِ’un mahzuf haberine müteallıktır.  يَغْفِرَ; mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir.  لَهُمْ  car mecruru  يَغْفِرَ  fiiline müteallıktır.

وَ  atıf harfidir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يَهْدِيَهُم  fiiline dahil olan لِ, lâm-ı cuhuddur. Muzariyi gizli  أن ’le nasb ederek masdara çevirmiştir.

أن  ve masdar-ı müevvelلِ  harf-i ceriyle birlikte ilk masdar-ı müevvele matuftur.  يَهْدِيَ  fiili mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  هُو ’dir.

Muttasıl zamir  هُم  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  طَر۪يقًا  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.

اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَر۪يقاًۙ

 

İstînâf cümlesidir, fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkâr î kelamdır.

اِنَّ ’nin isminin ism-i mevsûlle gelmesi bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder. 

Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan  كَفَرُوا  cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Akabindeki aynı üslupla gelen  وَظَلَمُوا  cümlesi sılaya  وَ  ile atfedilmiştir. Atıf sebebi tezâyüftür. 

Cümlenin müsnedi  لَمْ يَكُنِ اللّٰهُ لِيَغْفِرَ لَهُمْ  şeklinde menfi  كانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi,  كانَ ’nin olumsuzluğunu tekid eden لِ, lam-ı cuhud sebebiyle faide-i haber talebî kelamdır. 

كانَnin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Ayetteki ikinci masdar-ı müevvel olan وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَر۪يقًاۙ  tezâyüf sebebiyle birinci masdar-ı müevvele atfedilmiştir.

كَفَرُوا  ve  وَظَلَمُوا  arasında mürâât-ı nazîr vardır. 

وَلَا لِيَهْدِيَهُمْ طَر۪يقًا  [Yola iletecek değildir] ibaresinde istiare vardır. İyi bir mümin olmak manası kastedilmiştir. Yol insanı hedefine, İslam’da da Müslümanı Allah’ın rızasına götürür. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din, yola benzetilmiştir.

طَر۪يقًا  kelimesinin nekreliği, tazim ve taklîl yani azlık ifade eder.

الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَظَلَمُوا  [zulmederek nankörce inkâr  edenler] yani inkâr cılığı ve günahkârlığı kendilerinde birleştirenler. Ya da bir kısmı kâfir iken bir kısmı büyük günah işleyen zalimler de olabilirler. Çünkü tövbesiz bağışlanmamaları açısından iki grup arasında fark yoktur. [Ve onları bir yola iletmeyecektir] onlara lütufla muamele etmeyecek onlar da cehenneme götüren yola gireceklerdir. Veya kıyamet günü onları cehennem yolundan başka bir yola iletmeyecektir. “Kolaydır.” yani Allah’ı bundan döndürebilecek hiçbir şey/kimse yoktur! (Keşşâf)

Bu cümle 167. ayetin açıklamasıdır. Çünkü dinleyicinin beklediği bu dalaletin cezasını açıklamıştır. (Âşûr)

Zamirlerini zikretmeksizin sıla ve mevsûlunun tekrarlanması sılanın tekrarıyla kınama manasını ifade içindir. (Âşûr)


Nisâ Sûresi 169. Ayet

اِلَّا طَر۪يقَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً  ...


(Allah onları) ancak içinde ebedî kalacakları cehennemin yoluna iletir. Bu ise Allah’a çok kolaydır.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 إِلَّا sadece
2 طَرِيقَ yoluna (iletecektir) ط ر ق
3 جَهَنَّمَ cehennemin
4 خَالِدِينَ kalacaklardır خ ل د
5 فِيهَا orada
6 أَبَدًا sürekli ا ب د
7 وَكَانَ ve ك و ن
8 ذَٰلِكَ bu da
9 عَلَى
10 اللَّهِ Allah’a
11 يَسِيرًا çok kolaydır ي س ر

اِلَّا طَر۪يقَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ


اِلَّا  istisna harfidir.  طَر۪يقَ  müstesna muttasıl olup mansubtur.  جَهَنَّمَ  muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.

خَالِد۪ينَ  mukadder  يهديهمdeki mef’ûlun hali olup mansubtur. Nasb alameti  ي ’dir. Cemi müzekker salim kelimeler,  ي  ile nasb olurlar.  ف۪يهَا  car mecruru  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.  اَبَدًا  zaman zarfı,  خَالِد۪ينَ ’ye müteallıktır.

خَالِد۪ينَ  kelimesi sülâsî mücerred olan  خلد  fiilinin ism-i failidir. 


  وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً

 

Fiil cümlesidir.  وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.

ذٰلِكَ  işaret ismi  كَانَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur.  عَلَى اللّٰهِ  car mecruru  يَس۪يرًا ’e müteallıktır.  يَس۪يرًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberi olup fetha ile mansubtur.

يَس۪يرًا  kelimesi sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.


اِلَّا طَر۪يقَ جَهَنَّمَ خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَداًۜ 


Ayette fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.  طَر۪يقَ جَهَنَّمَ, önceki ayetten istisna edilenlerdir. İstisna muttasıldır. 

Burada Türkçede de kullandığımız cehennem kelimesi gelmiştir. Cehennem, ahirette azap görülen yeri ifade etmekle beraber bu yer için değişik kelimeler kullanılmakta ama biz bunların hepsini Türkçeye “cehennem” diye tercüme etmekteyiz. Bu kelimenin lügat manası “dipsiz uçurum”dur. Cehennem için kullanılan kelimeler için aşağıdaki linkteki yazımızı okuyabilirsiniz.

https://www.dunyabizim.com/mercek-alti/cehennem-kurnda-hangi-isimlerle-geciyor-h39788.html

لِیَهۡدِیَهُمۡ ,خَـٰلِدِینَ  fiilinin mef’ûlünden haldir. Hal anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Cümle medhe benzer zemmi tekid örneğidir.

Te’kîdü’z-zem bimâ yüşbihü’l-medh sanatı, te’kîdü’l-medhin mukabili olarak ilk defa Hatîb el-Kazvînî tarafından ortaya konulmuştur. Bu sanat yerginin övgü biçiminde anlatımına dayanmaktadır, diğer bir ifadeyle dışı övgü, içi yergi bildiren ifadelerle hicvetmektir. (TDV İslâm Ansiklopedisi Tekit mad.)

Hakiki yolu bulmayı nefyeden yoldan istisna ise muttasıl, ilk olan hidayet yolundan istisna ise munkatı’ istisnadır. Bu istisnada zıddına benzeyen bir şeyle tekid söz konusudur. Çünkü bu kelam uyarı için gelmiştir. İstisnada hırs kokusu vardır. Sonra müstesna zikredilince inzar kabilinden olduğu anlaşılır. Bu ifadede tehekküm de vardır. Çünkü istisna onları hidayete erdirme yoludur. Onları cehennem yoluna zorlamak için değildir. Zira hidayet, dalalette olanı sevilen mekâna yöneltmektir.  

(Âşûr)

وَكَانَ ذٰلِكَ عَلَى اللّٰهِ يَس۪يراً

 

وَ  istînâfiyyedir. Cümle  كَانَ ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesidir. Cümle faide-i haber talebî kelamdır.

Müsnedün ileyhin işaret ismi ile gelmesi işaret edilenin önemini belirtir. 

ذٰلِكَ ’de istiare vardır. Mahsus şeyleri işaret etmekte kullanılan  ذٰلِكَ  ile bu cümlede durum işaret edilmiştir. Aklî olan hissî olana benzetilmiştir. Câmi’, her ikisindeki vücudun tahakkukudur. 

عَلَى اللّٰهِ  car mecruru amili olan  يَس۪يرًا ’e takdim edilmiştir. Bu takdim kasr ifade eder. Burada bu fiilin Allah’a kolay olduğu ifade edilmiş. Aslında Allah Teâlâ’ya her şey kolaydır. Bu cümle Allah’ın sonsuz kudretinden kinayedir.


Nisâ Sûresi 170. Ayet

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْراً لَكُمْۜ وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً  ...


Ey insanlar! Peygamber size Rabbinizden hakkı (gerçeği) getirdi. O hâlde, kendi iyiliğiniz için iman edin. Eğer inkâr ederseniz bilin ki, göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah’ındır. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 النَّاسُ insanlar ن و س
3 قَدْ muhakkak ki
4 جَاءَكُمُ size getirdi ج ي ا
5 الرَّسُولُ Elçi ر س ل
6 بِالْحَقِّ gerçeği ح ق ق
7 مِنْ -den
8 رَبِّكُمْ Rabbiniz- ر ب ب
9 فَامِنُوا inanın ا م ن
10 خَيْرًا yararınıza olarak خ ي ر
11 لَكُمْ kendi
12 وَإِنْ eğer
13 تَكْفُرُوا inkar ederseniz ك ف ر
14 فَإِنَّ bilin ki
15 لِلَّهِ Allah’ındır
16 مَا olanlar
17 فِي
18 السَّمَاوَاتِ göklerde س م و
19 وَالْأَرْضِ ve yerde ا ر ض
20 وَكَانَ ve ك و ن
21 اللَّهُ Allah
22 عَلِيمًا bilendir ع ل م
23 حَكِيمًا hüküm ve hikmet sahibidir ح ك م

Genel olarak inkârcıları ve özel olarak da Ehl-i kitabı muhatap alan önceki âyetlerde bunların dayanakları çürütüldüğü ve taleplerinin anlamsızlığı açıklandığı için içlerinde Arabistan müşriklerinin ve çevrede yaşayan Ehl-i kitabın da bulunduğu bütün insanların hak dine çağrılmalarına uygun bir zemin hazırlanmış oldu. Bu sebeple önce bu âyette bütün insanlar, takip eden âyette ise Ehl-i kitap hak dine, tevhid inancına davet edilmektedir.

 Rasûlullah’ın sav Allah’tan getirdiği gerçek Kur’ân’dır ve İslâm’dır. Allah bütün insanları bu dine inanmaya çağırmaktadır. Kur’ân’ın nâzil olduğu yerde ve zamanda “Ey insanlar!” denildiği zaman bundan yakın çevredeki inkârcılar, müşrikler anlaşılsa bile “bütün insanlara yönelik” bir çağrıyı Arabistan kıtasına ve müşriklere özgü kılmak ilâhî maksada uygun değildir. Çünkü Kur’ân âyetleri insanların, bunlardan ibaret olmadığını, çeşitli ırk, renk, dil ve kültürden olan başka insanların da bulunduklarını açıklamaktadır. Hz. Peygamber de İslâm davetini Arabistan yarımadası ve Arap kavmi ile sınırlı tutmamış, Habeşistan’dan İran’a ve Bizans’a kadar dünyanın dört bucağına ulaştırmaya çalışmıştır.

 Allah’ın kullarını imana ve iyi davranışlarda bulunmaya (amel-i sâlih) çağırması –hâşâ– kendisi buna muhtaç olduğu için değildir. Çünkü insanlar da dahil olmak üzere bütün yaratılmışlar O’na aittir, O’nun mülküne dahildir. İman ve sâlih ameller insanlara lâzımdır, buna muhtaç olan insanlardır, dünya ve âhiret mutlulukları imana ve sâlih amele bağlıdır. Bu sebeple insanlar için hayırlı olan davranış, dini inkâr ve ilâhî emirlere isyan etmek veya bunlara karşı ilgisizlik değil, iman ve sâlih amellerdir.

(Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 187-188)

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ فَاٰمِنُوا خَيْراً لَكُمْۜ 


يَٓا  nida harfidir.  أَیُّ  münada nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir.  ٱلنَّاسُ  münadadan bedeldir.

Nidanın cevabı  قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ ’dir.  قَدْ  tahkik harfidir. Tekid ifade eder.  جَٓاءَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  الرَّسُولُ  fail olup lafzen merfûdur.

Muttasıl zamir  كُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  بِالْحَقِّ  car mecruru  جَٓاءَ’deki failin mahzuf haline müteallıktır.

مِنْ رَبِّكُمْ  car mecruru  جَٓاءَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri,  إن دعاكم فآمنوا (Eğer sizi davet ederse hemen iman edin.) şeklindedir.

اٰمِنُوا  fiili,  نَ ’un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  خَيْرًا  mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri,  آمنوا إيمانا خيرا لكم (İman etmek sizin için hayırlıdır.) şeklindedir.

لَكُمْ  car mecruru  خَيْرًا ’e müteallıktır. 


وَاِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  اِنْ  şart harfi iki muzari fiili cezm eder.  تَكْفُرُوا  fiili  نَ ’un hazfiyle meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

فَ  şartın cevabının başına gelen rabıta harfidir.  اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.

لِلّٰهِ  car mecruru  إِنّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır.  مَا  müşterek ism-i mevsûlu, اِنَّ’nin ismi olarak mahalen mansubtur.  فِي السَّمٰوَاتِ  car mecruru mahzuf sılaya müteallıktır. 

مَا فِي الْاَرْضِ  cümlesi, atıf harfi  وَ ’la makabline matuftur.


وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً

 

وَ  istînâfiyyedir.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  اللّٰهُ  lafza-i celâli,  كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.

 عَل۪يمًا  kelimesi  كَانَ ’nin haberidir.  حَك۪يمًا  ise  كَانَ ’nin ikinci haberidir.


يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ قَدْ جَٓاءَكُمُ الرَّسُولُ بِالْحَقِّ مِنْ رَبِّكُمْ

 

Ayet istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Nida üslubunda talebî inşâî isnaddır. Nidanın cevabı tahkik harfiyle tekid edilmiş, müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ  [Ey insanlar] nidasıyla başlamıştır. Nida; heyecan uyandırır, dikkat çeker, muhatabı dinlemeye teşvik eder.

الرَّسُولُ  kelimesi Peygamber Efendimizi ifade eder. Yani elif-lâm ahd-i ilmidir. 

الرَّسُولُ  tarif ahd içindir ve  الحَقِّ  şeriat ve Kur’an’dır. (Âşûr)

مِن  harf-i ceri mecazî ibtidaiyyedir. Kendisinden önce gelen  جاءَ  fiilinin müteaddiliği için gelmiştir. Bu fiildeki  كُمُ  zamiriyle ifade edilen kişileri imana teşvik eder. Çünkü  insanlara önem vererek gelen şeyin hakkı ona tabi olunmasıdır.  رَبِّكم  izafeti de Rabblerinden gelen bu dine iman için ikinci bir teşviktir. (Âşûr)

رَبِّكُمْ  izafeti, muzâfun ileyhin şanı içindir.

Allah Teâlâ’nın “Rab” unvanıyla ve muhatap zamirine izafetle zikri (Rabbinizden, denmesi), kulların terbiyesi ve kemâle erdirilmesi maksadına matuftur. Nitekim bundan sonra gelen emre uymaları teşvik edilir. (Ebüssuûd)

Burada bahsedilen  الحَقِّ  konusunda iki görüş vardır:

  1. “O, hak ile yani Kur’an ile geldi.” demektir. Kur’an bir mucizedir. Binaenaleyh Hazreti Peygamberin Rabbinden hak ile gelmiş olması gerekir.
  2. “O, Allah’a ibadete ve Allah’tan başkasından yüz çevirmeye davet ile gelmiştir (yani bunu yapmıştır).” Akıl, bunun hak (davet) olduğuna delalet eder. Binaenaleyh bu, Hazreti Muhammed’in, Rabbinden hak ile gelmiş olmasını gerektirir. (Fahreddin er-Râzî)

Ehl-i kitap ile diyalog sona erdikten ve bütün ehl-i kitabı da kapsaması için hitap küfür ehlinden sonra bütün insanlara yönelmiştir. Böylece öncesinde geçenlere tezyîl ve tekid olmuştur. (Âşûr)

 

فَاٰمِنُوا خَيْراً لَكُمْۜ


Mukadder şartın cevabı olan cümle, emir fiil sıygasında talebi inşaî kelamdır. Mahzuf şartın takdiri  إن دعاكم  [Sizi davet ederse...] şeklindedir.

Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, talebî inşâ cümlesidir.

خَيْرًا  mahzuf mef’ûlü mutlakın sıfatıdır. Dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır. (Âşûr)

 

وَاِنْ تَكْفُرُوا


وَ  atıf harfidir. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır.  تَكْفُرُوا  şart cümlesi müspet muzari fiil sıygasında gelmiştir. 

Şartın cevabının takdiri  فلا يضره كفركم  [Onların küfrü size zarar vermez.] şeklindedir. Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

[Eğer küfrederseniz] şart cümlesinin cevabı hazfedilmiştir. Cevap; muhatabın hayal gücüne bırakılarak korku ve teşvik arttırılmıştır.

اٰمِنُوا - تَكْفُرُوا  fiilleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.


فَاِنَّ لِلّٰهِ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ


فَ  mukadder şartın cevabına gelen rabıta harfi veya ta’liliyyedir.  اِنَّ  ile tekid edilen cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatı vardır.

Cümledeki takdim, kasr ifade eder. Kasr, اِنَّ ’nin haberi ve ismi arasındadır. Yer ve gökteki her şey, Allah’a kasredilmiştir.  لِلّٰهِ  maksurun aleyh/mevsûf, مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ  maksur/sıfattır. 

Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.  اِنَّ ,لِلّٰهِ ’nin mahzuf mukaddem haberine müteallıktır. Müşterek ism-i mevsûl  اِنَّ ’nin muahhar ismi mahallindedir.

 

فِي السَّمٰوَاتِ , mevsûlün mahzuf sılasına müteallıktır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.

السَّمٰوَاتِ - الْاَرْضِ  arasında mürâât-ı nazîr ve tıbâk-ı îcab sanatları vardır.

 

وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً


و  istînâfiyyedir.  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كَانَ ’nin isminin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak içindir. 

Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle  اللّٰهُ  isminde tecrîd sanatı vardır.

Zamir yerine zahir isim gelerek lafza-i celâlin tekrarlanması ise azamet ve heybeti artırmak içindir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Allah’ın  عَلِیمًا ,حَكِیمࣰا  sıfatlarının tenvinli gelişi bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğu, bu sıfatların bir benzerinin olmadığı anlamına gelir. Aralarında وَ  olmaması, Allah Teâlâ’da ikisinin de birlikte mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Her ikisi de mübalağa kalıplarındandır. Aralarında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. 

وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًا  sözü, lafzen sarih olarak Allah’ın her şeyi bildiğine ve hikmet sahibi olduğuna delalet eder. Ama maksat bu yapılanlara karşılık ahirette verilecek  sevap ve cezayı hatırlatmaktır. Buna lâzım-melzûm alakasıyla mecaz-ı mürsel denir.

Ayetin fasılası mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır.

Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.


Günün Mesajı
Bütün peygamberler aynı mesajı tebliğ etmiştir. Allah vahyini 3 yolla gönderir: 1-Manayı direk olarak peygamberin kalbine bırakır ve peygamber bunun Allahtan olduğunu bilir. 2-Allah peygamberle aracısız fakat bir perde arkasından konuşur. 3-Bir melek vasıtasıyla vahyini iletir. Allah teala Musa as ile bir ağacın arkasından direk olarak konuşmuştur. Bunun için ona Allah’ın konuştuğu kişi anlamında ''kelîmullah'' denir.
Sayfadan Gönüle Düşenler

Her hafızın, ayrı sevdiği sayfaları vardır. Benimkilerden birisi: 103. sayfa yani 6. cüzün 3. sayfası. Burayı her tekrar ettiğimde, gözümün önüne gelen sahneler aynı:

Buz gibi bir sınıfta, arı vızıltısı gibi ezberlerini çalışan hafızlarla beraberim. Hafızlığımı evde yapıyordum ama Kur’ân kursuna bağlı olduğum için müftülüğün takip ettiği öğrencilerden biriydim. Hafızlık sınavına ne zaman girmem gerektiğiyle ilgili bir karara varılacaktı. İsteksizdim. Çünkü önümüzdeki sınava girmeyi zaten düşünmüyordum. Hastaydım. Sesim açılmamış, nefesim düzelmemişti. Günlerdir ders çalışamamış ve verememiştim. (Hafızlar için herhangi bir sınav öncesi ders dinletememek ciddi bir dezavantajdır.) Müftülükten gelen hocalara, işitme cihazım olduğunu, o yüzden soru sorarken yavaş ve net okumaları gerektiklerini ifade etme çabasının düşüncesi, tek başına yoruyordu.

Kur’ân-ı Kerim, 600’den fazla sayfasıyla bana göz kırpıyordu. Tedirgindim. Hangi sayfasına bakacak, hangisini tekrar edecektim? Harekete geçmeliyim düşüncesiyle, hocama son dinlettiğim cüzün baştaki sayfalarından başladım. Son cüzlere göz attım. Sure başlarına baktım. Hızlı hızlı geçiyordum. Sadece bir sayfayı adam akıllı çalışmıştım. Müftülükteki hocaların geldiği haberi verildi. Sınıfa gittik ve oturduk. Bana sıra geldi, kısa bir konuşmadan sonra hoca bir sayfanın, ilk satırının yarısını okudu. Kalbimin gözleri olsa parlardı. İyice çalıştığım 103. sayfayı sormuştu. Euzu besmelemi çektim ve sayfayı yarısına kadar okudum. Sonrasında nereyi sordu, hiç hatırlamıyorum.

Hafızlık, özellikle buna benzer günlerle, beni çok terbiye etti. Bazı şeyleri önceden düşünüp kendimi yormamın hiçbir anlamı olmadığını. Yaşayıp yaşamayacağımı bilmediklerimle ilgili yaptığım hesapların yarısının boşa gittiğini. Olacak olanı belki değiştiremeyeceğimi ama vereceğim tepkiyi ve beni ne kadar etkileyeceğini kontrol edebileceğimi. Allah diledikten sonra her işin sonundan alnımın akıyla çıkacağımı. Yapamadığım bir şey olursa, onun da Allah’tan geldiğini. Allah’ın rahmetiyle, hiçbir çabanın ve emeğin karşılıksız kalmayacağını. Hep dua etmemi. Hep Rabbime koşmamı. Hep O’na sığınmamı öğretti.

Rabbim! Rasûlullah (sav)’in Senden getirdiği gerçeği işittik ve iman ettik. Kitap olarak Kur’ân-ı Kerim’den razıyız. Onu okumamızı, gözlerimizle ve kalbimizle sevmemizi ve böylesi bir mucizeye inanmamızı nasip ettiğin için Sana hamd ederiz. Kelamını kalplerimize yerleştirmemizde, hayatımıza işlememizde ve yaşamamızda yardımını isteyenlerdeniz. Hafızlık isteyenlerin ve hafızlığını muhafaza etmeye çalışanların yollarını kolaylaştırmanı ve cennetinde hafızlığın tacına sahip olmayı dileyenlerdeniz.

Amin.

Not: Okuyuculara bir teklif: Kur’ân isimlerinden birini veya ikisini seçin ve kişisel Kur’ân’ınızın özel ismi yapın ve ondan öyle bahsedin. Allah’ın izniyle muhabbetinizi ve ilişkinizi kuvvetlendirecektir. Benim hafızlık Kur’ân’ımın adı: Mev’ıza Huda.

()

***

Yapılan iyilikler başına kakıldığında tebessüm ediyordu ama bazen bakışlarından incindiği ve yorulduğu belli oluyordu. Zaten saklamak için herhangi bir çaba göstermiyordu. Bazen de kişisel başarıları yeterince övmediğine dair sitemlerle karşılaşıyor ve şaşırıyordu. Allah rızası için yaşanan hayatın ve zamanın, bu tür düşüncelere takılıp kalmaktan çok daha değerli olduğuna inanıyordu. Fakat o, anında karşılık verebilenlerden değildi. Cevabını sonradan derleyip topluyor ve yazıya döküyordu. Yine bir gün evladının yastığının altına bıraktığı mektupta şöyle söylüyordu:

Evladım! Başarıların ve iyiliklerin için önce Allah’a hamdediyor, sonra da Allah’ın seni koruması ve başarılarınla iyiliklerini daim kılması dualarıyla seni tebrik ediyorum. Zira, bir mü’min olarak sana verebileceğim en güzel hediyenin dua olduğuna inanıyorum. 

Hepimiz gibi güzel sözler duymayı ve yaptıklarınla farkedilmeyi sevdiğin için gönlünü hoş tutmaya çalışıyorum. Ancak, son zamanlarda bu konuda aşırıya kaçtığını yani takdir edilme hevesiyle hareket ettiğini görüyorum. Halbuki, yaptığın dünyevi ve uhrevi her şey, kendin içindir. Başkasının bir ihtiyacını giderirken bile kendinin iki cihandaki haline yardım ediyorsundur. Allah’a olan imanın ve O’nun rızasının peşinden koşturman, yine kendi iyiliğinedir. İmtihan aleminde yürümeyi seçtiğin yola göre kazanan ya da kaybeden sadece sensindir.

Kendinin ve işlerinin değerini insanların gösterdikleri takdire göre belirlemekten kaçın. Başkalarının görmemesi veya kıymet vermemesi, iyiliklerde yarışma hevesini kırmasın. Geçici takdirlerin değersizliğini hatırla ve Seni her an gören, her işinin karşılığını verecek olan Allah’a sığın. 

Gece vakti mektubu okuduktan sonra evladım diye seslendiği nefsiyle beraber Allah’a sığındı:

Rabbim! Rahmetinle karşımıza çıkan hakikat ve nasihat esintilerini daima hatırlayanlardan eyle. İslamî edeb ile teşekkür etmesini bilenlerden ama edilmeyen teşekkürlere takılmayanlardan eyle. Geçici takdirleri toplamak için değil, Sana kavuşmak umuduyla koşanlardan eyle. Söylediklerimizle ve yaptıklarımızla; nefsinin beklentilerini susturarak, yalnız Senin rızan için çabalayanlardan eyle. 

Amin.

Zeynep Poyraz  @zeynokoloji