بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِمْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَقَتْلِهِمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ بَلْ طَبَعَ اللّٰهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاًۖ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَبِمَا | sebebiyle |
|
2 | نَقْضِهِمْ | bozmaları |
|
3 | مِيثَاقَهُمْ | sözlerini |
|
4 | وَكُفْرِهِمْ | ve inkar etmeleri |
|
5 | بِايَاتِ | ayetlerini |
|
6 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
7 | وَقَتْلِهِمُ | ve öldürmeleri |
|
8 | الْأَنْبِيَاءَ | peygamberleri |
|
9 | بِغَيْرِ | yere |
|
10 | حَقٍّ | haksız |
|
11 | وَقَوْلِهِمْ | ve demeleri(nden ötürü) |
|
12 | قُلُوبُنَا | kalblerimiz |
|
13 | غُلْفٌ | kılıflıdır |
|
14 | بَلْ | hayır, fakat |
|
15 | طَبَعَ | mühürlemiştir |
|
16 | اللَّهُ | Allah |
|
17 | عَلَيْهَا | üzerini |
|
18 | بِكُفْرِهِمْ | inkarlarından ötürü |
|
19 | فَلَا |
|
|
20 | يُؤْمِنُونَ | artık inanmazlar |
|
21 | إِلَّا | ancak |
|
22 | قَلِيلًا | pek az |
|
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِمْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَقَتْلِهِمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ
فَ istînâfiyye, بِ sebebiyyedir. مَا zaiddir. بِمَا نَقْضِهِمْ car mecruru mahzuf bir fiile müteallıktır. Takdiri, لَعَنَّاهمْ (Onlara lanet ettik.) şeklindedir.
Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. م۪يثَاقَهُمْ kelimesi نَقْضِهِمْ’in mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Sülâsî (üç harfli) fiillerin masdarları aşağıdaki şartlardan biri olduğunda fiil gibi amel ederek fail ve mef’ûl alabilir:
1. Tenvinli olmalıdır.
2. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.
3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.
4. Masdarın mef’ûlüne muzâf olmalıdır. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
كُفْرِهِمْ atıf harfi وَ ’la نَقْضِهِمْ ’e matuftur. بِاٰيَاتِ car mecruru كُفْرِهِمْ masdarına müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. Cemi müennes salim olduğu için cer alameti kesradır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَتْلِهِمُ الْاَنْبِيَٓاءَ cümlesi وَ ’la نَقْضِهِمْ ’e matuftur. الْاَنْبِيَٓاءَ kelimesi قَتْلِهِمُ ’in mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.
الْاَنْبِيَٓاءَ kelimesinin hemzesi, kelime kökünden olan memdud isimlerdendir. Memdud isimler nasb halinde fetha ile îrablanırlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
بِغَيْرِ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri; ظالمين (zalimler) şeklindedir. حَقٍّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
قَوْلِهِمْ atıf harfi وَ ’la نَقْضِهِمْ ’e matuftur. قُلُوبُنَا kelimesi mübtedadır. Muttasıl zamir نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
غُلْفٌ kelimesi haberi olup lafzen merfûdur.
بَلْ طَبَعَ اللّٰهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاًۖ
بَلْ idrâb harfi intikal içindir. طَبَعَ fetha üzere mebni mazi fiildir. للّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
بَلْ; önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. Buna “idrâb (اِضْرَابْ)” denir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلَيْهَا car mecruru طَبَعَ fiiline müteallıktır. بِكُفْرِهِمْ car mecruru طَبَعَ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِ harf-i ceri sebebiyyedir.
فَ ta’lîliyyedir. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. يُؤْمِنُونَ fiili
نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
اِلَّا hasr edatıdır. قَل۪يلًا mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, إلا زمانًا قليلًا (Sadece az bir imanla inanırlar.) şeklindedir. İstisna عَلَيْهَا’daki zamirdendir. (Mahmut Sâfî)
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ وَكُفْرِهِمْ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَقَتْلِهِمُ الْاَنْبِيَٓاءَ بِغَيْرِ حَقٍّ وَقَوْلِهِمْ قُلُوبُنَا غُلْفٌۜ
فَ istînâfiyye, بِ harfi sebebiyyedir. فَبِمَا نَقْضِهِمْ ibaresinde مَا harfi tekid için gelmiş zaid bir harftir. Kelamın aslı فَبِنَقۡضِهِم şeklindedir. (Sâbûnî - Fahreddin er-Râzî)
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Car mecrurun mütellakı olan fiil mahzuftur. Takdiri لعنّاهم (Onlara lanet ettik) olan fiille birlikte müspet mazi fiil sıygasında, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ [(Fakat) onların o sağlam sözleri bozmaları sebebiyle...] ifadesindeki بِ harf-i cerinin müteallakı, mahzuf olup takdiri, “Onların, ahitlerini bozmaları, şunları yapmaları sebebiyle onlara lanet ettik, onlara gazapta bulunduk.” şeklindedir. Müteallakının hazfedilmiş olması daha manalıdır. Çünkü hazfedilmesi durumunda zihin, her türlü manayı düşünebilir. Hazfedilen müteallakın bu çeşit kelimeler olduğunun delili ise “ayette bahsedilenlerin zemm sıfatlarından” olmasıdır. Böylece bunlar, lanete ve gazaba delalet etmiş olurlar. (Keşşâf - Fahreddin er-Râzî - Elmalılı)
Allah Teâlâ بِ harfini birkaç şeyin başına getirmiştir:
a. Ahdi bozmak.
b. Allah’ın ayetlerini inkâr etmek ki bundan maksat, onların mucizeleri inkâr etmeleridir..
c. Haksız yere (zulmen) peygamberleri öldürmek…
d. Onların, “Bizim kalplerimiz perdelidir.” demeleridir. (Fahreddin er-Râzî)
Lanetlenme sebeplerinin sayılması taksim sanatıdır.
كُفۡرِهِم ve قَتۡلِهِمُ ve قَوۡلِهِمۡ, temâsül dolayısıyla نَقۡضِهِم kelimesine atfedilmiştir.
Üç peygamberi aynı çağda öldürmüşlerdir: Hz. İsa, Hz. Yahya, Hz. Zekeriyya.
[Peygamberleri haksız yere öldürmeleri] ve [Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri] cümlelerinde, zikr-i kül irade-i cüz kabilinden mecaz-ı mürsel vardır.
Mübteda ve haberden müteşekkil قُلُوبُنَا غُلۡفُۢ cümlesi mekulü’l-kavldir. Sübut ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
وَقَوۡلِهِمۡ قُلُوبُنَا غُلۡفُۢ cümlesinde istiare vardır. Örtü manasındaki غُلۡفُۢ kelimesi müstear olarak anlayışsızlık ve idraksizlik manasında kullanılmıştır. (Sâbûnî)
وَقَوۡلِهِمۡ قُلُوبُنَا غُلۡفُۢ [Bizim kalplerimiz perdelidir.] ifadesinde iki mana vardır:
Birincisi: Bizim kalplerimiz ilim mahfaza kaplarıdır. Şu halde “İlmimiz sayesinde biz artık peygamberlere, filanlara muhtaç değiliz.” demektir.
Diğeri de: “Bizim kalplerimiz kabuklu, kaşerlidir, ne söylense etkilenmez. Şu halde yapılan davet ve telkinlerin hiç biri kulağımıza girmez.” demektir. (Elmalılı)
بَلْ طَبَعَ اللّٰهُ عَلَيْهَا بِكُفْرِهِمْ
İdrâb harfi بَلۡ intikal için gelmiştir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedün ileyh kalplere korku salmak için Allah lafzıyla gelmiştir.
Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması sebebiyle lafza-i celalde tecrîd sanatı vardır.
بِكُفۡرِهِمۡ ’in tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
[Allah küfürleri sebebiyle onların kalplerini mühürledi.] cümlesi itiraz cümlesidir. Bu kelâm onların fâsit iddialarını bir an önce reddetmek içindir. (Sâbûnî - Ebüssuûd -
Âşûr)
Bu ayetteki َبَلۡ طَبَعَ ٱللَّهُ عَلَیۡهَا بِكُفۡرِهِمۡ cümle istiṭrat metodu kullanılarak hemen öncesindeki Yahudilerin sözlerine cevap niteliğinde araya girmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi )
طَبَعَ kelimesini “mühürledi” anlamı yerine “tabiatı haline getirdi” diye çevirmek daha güzeldir. (Elmalılı)
فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاًۖ
فَ atıf harfi sebebi müsebbebe bağlayan rabıta olarak gelmiştir. Cümle menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
Cümle kasırla tekid edilmişdir. Nefiy harfi اِنْ ve istisna harfi اِلَّٓا ile oluşmuş kasr, fiille mef’ûl arasındadır.
Bu durumda kasr-ı sıfat ale’l-mevsûf olması caizdir. Yani fail tarafından gerçekleştirilen fiil, başka mef’ûllere değil zikredilen mef’ûle tahsis edilmiştir. Ama o mef’ûlde vaki olan başka fiiller de olabileceği gibi kasr-ı mevsûf ale’s-sıfat olması da caizdir. Yani bu durumda fail, mef’ûl üzerinde gerçekleşen fiile tahsis edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâğat Dersleri Meânî İlmi)
فَلَا یُؤۡمِنُونَ إِلَّا قَلِیلࣰا [Ancak az bir kısmı iman eder.] ifadesinde te’kîdü’z-zem bimâ yüşbihü’l-medh sanatından söz edilebilir. Çünkü iman etmemek yergiyi hak eden bir davranıştır ve ondan istisna edilen de yine yergiyi gerektiren “iman edenlerin az olması”dır.
Çok az iman etmek iki türlü anlaşılabilir.1. Onların çok azı iman eder. 2. İman ettikleri şeyler çok azdır.
وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلٰى مَرْيَمَ بُهْتَاناً عَظ۪يماًۙ
وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلٰى مَرْيَمَ بُهْتَاناً عَظ۪يماًۙ
وَ atıf harfidir. بِكُفْرِهِمْ car mecruru mahzuf لعنّاهم (Onları lanetledik.) fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. بِ harf-i ceri sebebiyyedir.
Sülâsî (üç harfli) fiillerin masdarları aşağıdaki şartlardan biri olduğunda fiil gibi amel ederek fail ve mef’ûl alabilir:
1. Tenvinli olmalıdır.
2. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.
3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.
4. Masdarın mef’ûlüne muzâf olmalıdır. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قَوْلِهِمْ atıf harfi وَ ’la بِكُفْرِهِمْ ’e matuftur.
عَلٰى مَرْيَمَ car mecruru masdar olduğundan قَوْلِهِمْ’e müteallıktır. مَرْيَمَ kelimesi gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.
بُهْتَانًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَظ۪يمًا kelimesi بُهْتَانًا’in sıfatıdır.
وَبِكُفْرِهِمْ وَقَوْلِهِمْ عَلٰى مَرْيَمَ بُهْتَاناً عَظ۪يماًۙ
بِكُفْرِهِمْ önceki ayetteki mukadder لعنّاهم (Onları lanetledik) fiiline müteallıktır.
بِ sebebiyet bildirmektedir. وَقَوْلِهِمْ makabline temâsül dolayısıyla atfedilmiştir.
بُهْتَانًا ’deki tenvin tahkir ifade eder.
بُهْتَانًا ,عَظ۪يمًا için sıfattır. Sıfat ıtnâb sanatıdır.
بِكُفْرِهِمْ masdarın failine muzâf olduğu bir izafettir.
Allah’ın, “İnkârları ile kâfir olmaları (sebebi ile)” sözüyle onların kudret-i ilâhiyi inkâr ları; “Meryem’in aleyhine büyük iftira atıp söylemeleri…” ifadesiyle de Hz. Meryem’e zina nispet edişleri kastedilmiştir. İki şey birbirinden başka olunca bunların birbiri üzerine atfedilmesi güzel ve yerinde olmuştur. (Fahreddin er-Râzî)
عَلٰى harfi istila manasıyla bu iftiranın Hz. Meryem’e ne kadar zor geldiğine, onu baştan ayağa kapladığına işaret eder.
بُهتَ şaşırıp kaldı, demektir. بُهْتَانً, sıradan bir iftira değil, aklını başından alacak, hayrete düşürecek derecede mühim, büyük bir iftiradır. Bu kelimenin nekre gelmesi de tanınmayacak, düşünülemeyecek kadar insanı şaşkına düşüren bir iftira oldunu gösterir. Manasını tekid için de arkasından sıfat gelmiştir.
Bu iftira İsa (a.s.) doğunca değil İsa (a.s.) peygamberliğini ilan etmeye başlayınca atılmıştır. O yüzden bu iftira her açıdan şaşılacak bir iftiradır.
Yahudilerin inkârlarının anlatıldığı 155-156. ayetlerdeki bu cümlelerin tekririni müfessirimiz şöyle izah eder: كُفْرِ kelimesinin tekrar nedeni, onların küfürlerinin tekrarıdır. Çünkü onlar önce Musa’yı, sonra İsa’yı, ardından da Hz. Muhammed’i inkâr ettiler. Burada Yahudilerin peygamberleri inkâr ı bir gelenek haline getirdiklerine işaret etmek üzere كُفْرِ kelimesinin tekrarıyla ıtnâb yapılmıştır. (Süleyman Gür, Kādî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِۚ وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُۜ مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَق۪يناًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَقَوْلِهِمْ | ve demelerinden (ötürü) |
|
2 | إِنَّا | elbette |
|
3 | قَتَلْنَا | biz öldürdük |
|
4 | الْمَسِيحَ | Mesih’i |
|
5 | عِيسَى | Îsa |
|
6 | ابْنَ | oğlu |
|
7 | مَرْيَمَ | Meryem |
|
8 | رَسُولَ | elçisi |
|
9 | اللَّهِ | Allah’ın |
|
10 | وَمَا | oysa |
|
11 | قَتَلُوهُ | onu öldürmediler |
|
12 | وَمَا | ve |
|
13 | صَلَبُوهُ | asmadılar |
|
14 | وَلَٰكِنْ | fakat |
|
15 | شُبِّهَ | benzer gösterildi |
|
16 | لَهُمْ | kendilerine |
|
17 | وَإِنَّ | ve şüphesiz |
|
18 | الَّذِينَ |
|
|
19 | اخْتَلَفُوا | ayrılığa düşenler |
|
20 | فِيهِ | onun hakkında |
|
21 | لَفِي | içindedirler |
|
22 | شَكٍّ | tam bir kuşku |
|
23 | مِنْهُ | ondan yana |
|
24 | مَا | yoktur |
|
25 | لَهُمْ | onların |
|
26 | بِهِ | o hususta |
|
27 | مِنْ | hiç |
|
28 | عِلْمٍ | bilgileri |
|
29 | إِلَّا | sadece |
|
30 | اتِّبَاعَ | uyuyorlar |
|
31 | الظَّنِّ | zanna |
|
32 | وَمَا |
|
|
33 | قَتَلُوهُ | onu öldürmediler |
|
34 | يَقِينًا | yakinen |
|
صلب: Sert, katı, pek, çetin, sağlam ve dayanıklı demektir.Güçlü olma nokta-ı nazarından 'sırt' صَلَب ve صَلْب olarak adlandırılmıştır. ألإصْطِلاب ve الصَّلْب kemikten yağ çıkarmak demektir. الصَّلِيب sözcüğü, üzerinde çarmıha gerilen tahtadır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 8 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sulb, Sulbiye, selâbet ve sâliptir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِۚ
Ayet atıf harfi وَ ’la öncesinde geçen قَوْلِهِمْ ’e matuftur.
Masdar olan قَوْلِهِمْ ’in mekulü’l-kavli, اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ’dir. اِنَّ tekid harfidir. اِنَّ ’nin ismi olarak gelen mütekellim zamiri نَا, mahallen mansubtur.
قَتَلْنَا fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. قَتَلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. الْمَس۪يحَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
ع۪يسَى kelimesi الْمَس۪يحُ ’den bedeldir. Gayrı munsariftir. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır. ابْنُ ise ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedelidir. مَرْيَمَ muzâfun ileyh olup gayri munsarif olduğu için esre almamıştır.
رَسُولَ kelimesi ع۪يسَى ’nın sıfatı veya bedelidir. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. قَتَلُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
مَا صَلَبُوهُ cümlesi atıf harfi وَ ’la makabline matuftur. صَلَبُو damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
وَ atıf harfidir. لٰكِنْ istidrak harfidir. شُبِّهَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هو’dir. لَهُمْ car mecruru شُبِّهَ fiiline müteallıktır.
وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُۜ
وَ istînâfiyyedir. İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, إِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası اخْتَلَفُوا’dur. Îrabtan mahalli yoktur. اخْتَلَفُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪يهِ car mecruru اخْتَلَفُوا fiiline müteallıktır. لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
ف۪ي شَكٍّ car mecruru إِنَّ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. مِنْهُ car mecruru شَكٍّ’in mahzuf sıfatına müteallıktır.
مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَق۪يناًۙ
مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallıktır.
بِه۪ car mecruru عِلْمٍ kelimesinin mahzuf haline müteallıktır. مِنْ zaiddir. عِلْمٍ lafzen mecrur, muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur.
اِلَّا istisna edatıdır. اتِّبَاعَ istisna-i munkatı’ olup fetha ile mansubtur. الظَّنّ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَ atıf harfidir. مَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. قَتَلُوهُ damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
يَق۪ينًا mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri, ما قتلوه قتلا يقينا (Kesin bir ölümle öldürmediler.) şeklindedir. يَق۪ينًا kelimesi sıfat-ı müşebbehedir.وَقَوْلِهِمْ اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِۚ
وَ atıftır. قَوْلِهِمْ önceki ayetteki mecrura matuftur. Atıf sebebi temasüldür.
اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِ cümlesi masdar olan قَوْلِهِمْ için mekulü’l-kavldir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi faide-i haber inkâr î kelamdır.
رَسُولَ اللّٰهِ izafetinde رَسُولَ şan ve şeref kazanmıştır.
Nasıl ki İsa’nın (a.s.) dünyaya gelişi sırlı bir biçimde ise dünyadan ayrılışı da sırlıdır, ona mahsustur.
Onların اِنَّا قَتَلْنَا الْمَس۪يحَ ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ رَسُولَ اللّٰهِۚ sözlerinin, teşhir edilen cinayetleri meyanında zikredilmesi, sadece yalan olduğundan dolayı değil fakat onların bu sözlerinin aynı zamanda İsa Peygamberi (a.s.) hâşâ öldürmekten sevinç duyduklarını, onunla alay ettiklerini zımnen ifade etmesi sebebiyledir. Çünkü onların, İsa’dan (a.s.) resul ünvanı ile bahsetmeleri alay yoluyladır. Ancak onların, İsa (a.s.) hakkında alay için kullandıkları bu vasıf, Allah Teâlâ tarafından övgü olarak kullanılmıştır. Bu da İsa’yı (a.s.) methetmek, onun mertebesinin yüceliğini belirtmek, onun katline kalkışmanın pek büyük bir cinayet ve bununla övünmenin büyük bir hayasızlık olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd - Sâbûnî)
İsa’dan (a.s.) “Meryem oğlu Mesih İsa, Allah’ın elçisi” şeklinde bahsedilmiştir. Böylece peygamber yüceltilirken yaptıkları işin ne kadar kötü olduğu vurgulanmıştır. Bu yüzden idmâc vardır.
وَمَا قَتَلُوهُ وَمَا صَلَبُوهُ وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْۜ
وَ istînâfiyyedir. Cümle menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki وَمَا صَلَبُوهُ cümlesi tezâyüf nedeniyle مَا قَتَلُوهُ cümlesine atfedilmiştir.
وَ atıf, لٰكِنْ istidrak harfidir. شُبِّهَ لَهُمْ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil, mef’ûle dikkat çekmek kastıyla meçhul bina edilmiştir.
قَتَلُوهُ - قَتَلْنَا kelimelerinin arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
قَتَلُوهُ - صَلَبُوهُ arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَلٰكِنْ شُبِّهَ لَهُمْ ayetindeki teşbih (benzetme) meselesinde çeşitli rivayetler vardır ki başlıca iki görüş vardır:
I. Kelamcıların birçoğu demiştir ki Yahudiler Hazreti İsa’yı öldürmek istedikleri zaman Allah onu göğe kaldırdı. Yahudi reisleri de halkın fitneye düşmesinden korktular, bir insan tuttular, öldürüp astılar ve insanlara: “Mesih işte bu” diye aldatarak ilan ettiler. Çünkü halkın çoğunluğu onu şahsen değil, ancak ismiyle tanıyorlardı.
II. İsa’nın benzeri birine ilka olundu, başka bir insan ona benzetildi, ona benzer bir şekle konuldu demektir, demişlerdir. (Elmalılı)
وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اخْتَلَفُوا ف۪يهِ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُۜ
اِنَّ ile tekid edilmiş cümle makabline matuftur. Has ism-i mevsul olan الَّذ۪ينَ kelimesi اِنَّ’nin ismidir. Müsnedün ileyhin mevsûlle gelmesi o kişileri tahkir amacına matuftur.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Lam-ı muzahlakanın dahil olduğu اِنَّ ,لَف۪ي شَكٍّ’nin mahzuf haberine mütellıktır. Cümle, faide-i haber inkâr î kelamdır.
ف۪ي شَكٍّ ibaresinde istiare vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla شَكٍّ içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü شَكٍّ hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Onlardaki şüphenin derecesini etkili bir şekilde belirtmek için bu üslup kullanılmıştır.
شَكٍّ kelimesi, karışık bilgi için kullanıldığı gibi mutlak tereddüt anlamında ve ilmin (kesin bilginin) karşıtı olarak da kullanılır. İşte bundan dolayıdır ki şek, [Onların o konuda hiçbir bilgileri yoktur; sadece zanna uyuyorlar.] ifadesi ile de tekid edilmiştir. Şek, cehalet; ilim ise kesin bilgi olsun veya olmasın, kalbin mutmain olduğu inanç (itikat) olarak da tefsir edilebilir. (Ebüssuûd)
مَا لَهُمْ بِه۪ مِنْ عِلْمٍ اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّۚ وَمَا قَتَلُوهُ يَق۪يناًۙ
Fasılla gelen cümle beyani istînâftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Menfi isim cümlesinde takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.
لَهُمْ mahzuf mukaddem habere müteallıktır. عِلْمٍ muahhar mübtedadır. Zaid مِنْ harfiyle tekid edilen cümle, faide-i haber talebî kelamdır.
اتِّبَاعَ الظَّنِّۚ müstesnadır. İstisna, munkatıadır. Çünkü zanna tâbi olmak ilim cinsinden değildir. “Fakat zanna tâbi oluyorlar.” anlamındadır. (Keşşâf)
اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنّ [Ancak zanna tâbi oldular.] ifadesine te’kîdü’z-zem bimâ yüşbihü’l-medh sanatı vardır. Çünkü bilmemek yergiyi hak eden bir davranıştır ve ondan istisna edilen de yine yergiyi gerektiren “bilmenin dışındaki zan”dır.
وَمَا قَتَلُوهُ يَق۪ينًا cümlesi menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
يَق۪ينًا masdardan naib olarak gelmiş mef’ûlü mutlaktır.
يَق۪ينًا - الظَّنّ ve يَق۪ينًا - شَكٍّ kelime grupları arasında tıbâk-ı îcab, شَكٍّ - الظَّنِّۚ - اخْتَلَفُوا arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اِلَّا اتِّبَاعَ الظَّنِّۚ [Onlar sadece zanna tâbi oluyorlar.] cümlesinden istiare vardır. Bu tabirde zannın tasviri abartılarak kendilerini her taraftan kuşatmış, bütünüyle akıllarına galebe çalmış olması sebebiyle emri dinlenen davetçi, izinden gidilen komutan konumuna konmuştur.
مَا قَتَلُوهُ يَق۪ينًا [Onu gerçekten öldürmediler.] cümlesinde de zamirin Mesih’e değil de zanna ait olmasına göre zannı öldürme tabirinde istiare vardır. (Kur’an Mecazları, Şerif er-Radi)
بَلْ رَفَعَهُ اللّٰهُ اِلَيْهِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
بَلْ رَفَعَهُ اللّٰهُ اِلَيْهِۜ
بَلْ idrâb harfi, hükmü iptal için gelmiştir. رَفَعَهُ fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. اِلَيْهِ car mecruru رَفَعَهُ fiiline müteallıktır.
بَلْ; idrâb harfidir. Önce söylenen bir şeyden vazgeçmeyi belirtir. “Öyle değil, böyle, fakat, bilakis, belki” anlamlarını ifade eder.
Kendisinden sonra gelen cümle ile iki anlam ifade eder:
1. Kendisinden önceki cümlenin ifade ettiği anlamın doğru olmadığını, doğrusunun sonraki olduğunu ifade etmeye yarar. Bu durumda edata karşılık olarak “oysa, oysaki, halbuki, bilakis, aksine” manaları verilir.
2. Bir maksattan başka bir maksada veya bir konudan diğer bir konuya geçiş için kullanılır. Burada yukarıda olduğu gibi bir iddiayı çürütmek ve doğrusunu belirtmek için değil de bir konudan başka bir konuya geçiş içindir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
عَز۪يزًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. حَك۪يمًا ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
بَلْ رَفَعَهُ اللّٰهُ اِلَيْهِۜ
İstînâfiyye olarak fasılla gelen ayette بَلْ, idrâb harfidir. Cümle müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin lafza-i celâlle gelmesi telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırma kastının yanında haberin önemini de vurgulamaktadır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla اللّٰهُ isminin zikrinde tecrîd sanatı vardır.
Bu ayet-i kerimede rücû sanatı vardır.
Hazreti İsa’nın semaya yükseltildiği bu ayetle sabittir. Bu ayetin bir benzeri de Allah’ın, Âl-i İmran Suresi’ndeki, [Şüphesiz ki seni öldürecek olan Benim, seni kendime yükseltip kaldıracak seni küfredenlerin içinden tertemiz çıkaracak...] ayetidir. Bil ki Allah Teâlâ, bu izah ettiği şeylerin hemen peşinden, Hazreti İsa’ya pekçok bela ve sıkıntıların ulaştığını, O’nun da Hazreti İsa’yı kendisine yükselttiğini zikredince bu beyan, Hazreti İsa’nın kendisine yükseltilmesinin mükâfat bakımından cennetten ve o cennetteki maddi lezzetlerden daha büyük olduğuna delalet etmiştir. (Ebüssuûd)
وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزاً حَك۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi, telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Burada zamir makamında ism-i celâlin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allah Teâlâ’nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi, Sayı 41)
Haber olan iki vasfın, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
عَز۪يزًا ,حَك۪يمًا sıfatları arasında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
وَاِنْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِه۪ قَبْلَ مَوْتِه۪ۚ وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداًۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَإِنْ | ve andolsun |
|
2 | مِنْ | her biri |
|
3 | أَهْلِ | ehlinin |
|
4 | الْكِتَابِ | Kitap |
|
5 | إِلَّا | ancak |
|
6 | لَيُؤْمِنَنَّ | mutlaka inanacaktır |
|
7 | بِهِ | ona |
|
8 | قَبْلَ | önce |
|
9 | مَوْتِهِ | ölümünden |
|
10 | وَيَوْمَ | günü de |
|
11 | الْقِيَامَةِ | kıyamet |
|
12 | يَكُونُ | O olacaktır |
|
13 | عَلَيْهِمْ | onların aleyhine |
|
14 | شَهِيدًا | şahid |
|
Peygamber Efendimiz (sav) ahir zamanda İsa (as) gökten ineceğini, Ehl-i kitaptan ona inanmamış kimse kalmayacağını şöyle ifade buyurmuştur:
“Canımı kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki , yakında Meryem oğlu İsa (as) , adil bir hakem olarak gökten yere inecek , haçı kıracak (Hristiyanlığın hükümsüz olduğunu ilan edecek) , domuzu öldürme emrini verecek, zimmilerden cizyeyi kaldıracak (din olarak sadece İslamiyet kalacak); mal da o kadar çoğalacak ki, onu kimse kabul etmeyecek.”
( Buhari, Büyû’102, Mezalim 31, Enbiyâ 49; Müslim, İman 242).
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
وَاِنْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِه۪ قَبْلَ مَوْتِه۪ۚ
وَ istînâfiyyedir. اِنْ nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. مِنْ اَهْلِ car mecruru mahzuf mübtedanın mahzuf sıfatına müteallıktır. Takdiri, ما أحد من أهل الكتاب (Ehli kitaptan kimse yoktur ki…) şeklindedir.
الْكِتَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اِلَّا hasr edatıdır. لَ kasemin başına gelen tekid harfidir. يُؤْمِنَنَّ fiilinin sonundaki نَّ, tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Kasem ve cevabı ref mahallinde mahzuf mübtedanın haberidir.
Tekid nun’ları bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lâmı, ummak,
teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
بِه۪ car mecruru يُؤْمِنَنَّ fiiline müteallıktır. قَبْلَ zaman zarfı, يُؤْمِنَنَّ fiiline müteallıktır. Aynı zamanda muzâftır. مَوْتِه۪ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir ه۪ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداًۚ
وَ istînâfiyyedir. يَوْمَ zaman zarfı, شَه۪يدًا ’e müteallıktır. الْقِيٰمَةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
یَكُونُ nakıs muzari fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. يَكُونُ ’nun ismi müstetir هو zamiridir.
عَلَيْهِمْ car mecruru شَه۪يدًا ’e müteallıktır. شَه۪يدًا kelimesi يَكُونُ ’nun haberi olup lafzen mansubtur.
وَاِنْ مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ اِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِه۪ قَبْلَ مَوْتِه۪ۚ
وَ istînâfiyye , اِنْ nehiy harfidir. مِنْ اَهْلِ الْكِتَابِ mahzuf mübtedanın sıfatına müteallıktır. Takdiri, ما أحد من أهل الكتاب [Ehli kitaptan kimse yoktur ki…] şeklindedir. Mübtedanın hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. لَيُؤْمِنَنَّ mübtedanın haberidir.
Müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
لَيُؤْمِنَنَّ بِه۪ [Ona muhakkak iman edecektir.] ifadesi, mahzuf bir mevsûfun sıfatı olarak gelmiş yemin cümlesidir. Takdiri, ما أحد من أهل الكتاب اِلَّا لَيُؤْمِنَنَّ بِه۪ (Ehl-i Kitap’tan hiçbir fert yoktur ki (ölmezden evvel) ona kesinlikle iman edecek olmasın.) (Keşşâf)
Lam-ı muzahlaka, nûn-u sakile ve kasrla tekid edilmiş cümle, faide-i haber inkâr î kelamdır.
اِنْ ve اِلَّا ile oluşan kasr, mübteda ve haber arasındadır. Kasr-ı mevsuf ale’s-sıfattır.
قَبْلَ مَوْتِه۪ۚ ‘ deki zamir Hz. İsa’ya (a.s.) veya önceki cümlede geçen ehli kitaba ait olabilir. Tenâzu ve tevcih sanatı vardır.
بِه۪’deki zamirin İsa’ya (a.s.) ait olması en kuvvetli yorumdur.
بِه۪ [Ona]’daki zamirin Allah’a ait olduğu ya da Hazreti Muhammed’e (s.a.) ait olduğu söylenmiştir. (Keşşâf)
Ölümlerinden önce İsa’ya inanacaklarını bildirmenin faydası tehdittir. Ve yakında ölüm geldiğinde ona mutlaka inanacaklarını fakat bunun onlara bir yararı olmayacağını bilsinler. Böylece imanın fayda vereceği bir zamanda bir an evvel inanmaya teşebbüse etmeleri gerektiğini hatırlatmakta ve onları uyarmaktadır. Bununla ayrıca bahanelerinin kaldırılması da amaçlanmıştır. (Keşşâf)
وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ يَكُونُ عَلَيْهِمْ شَه۪يداًۚ
وَ istînâfiyyedir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَ الْقِيٰمَةِ, önemine binaen müteallakı olan شَه۪يدًا ’e takdim edilmiştir.
كان’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Kıyamet gününde İsa (a.s.) Ehl-i Kitap aleyhinde: Yahudilere karşı kendisini tekzip ettiklerine; Hristiyanlara karşı da ona -hâşâ summe hâşâ- Allah’ın oğlu dediklerine şahadet edecektir. (Ebüssuûd)
فَبِظُلْمٍ مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ اُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ كَث۪يراًۙ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَبِظُلْمٍ | zulümlerinden dolayı |
|
2 | مِنَ |
|
|
3 | الَّذِينَ | olanların |
|
4 | هَادُوا | yahudilerin |
|
5 | حَرَّمْنَا | yasakladık |
|
6 | عَلَيْهِمْ | onlara |
|
7 | طَيِّبَاتٍ | temiz ve hoş şeyleri |
|
8 | أُحِلَّتْ | helal kılınmış |
|
9 | لَهُمْ | kendilerine |
|
10 | وَبِصَدِّهِمْ | ve çevirmelerinden dolayı |
|
11 | عَنْ |
|
|
12 | سَبِيلِ | yolundan |
|
13 | اللَّهِ | Allah |
|
14 | كَثِيرًا | çoklarını |
|
فَبِظُلْمٍ مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ اُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ كَث۪يراًۙ
فَ atıf harfidir. بِظُلْمٍ car mecruru حَرَّمْنَا fiiline müteallıktır.
فَبِظُلْمٍ sözü فَبِمَا نَقْضِهِمْ م۪يثَاقَهُمْ cümlesinden bedel-i mutabıktır. (Âşûr)
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, مِنَ harf-i ceriyle birlikte ظُلْمٍ kelimesinin mahzuf sıfatına müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
هَادُو damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
حَرَّمْنَا cümlesi mahzuf لعنّاهم fiiline matuftur. حَرَّمْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
عَلَيْهِمْ car mecruru حَرَّمْنَا fiiline müteallıktır. طَيِّبَاتٍ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
اُحِلَّتْ لَهُمْ cümlesi طَيِّبَاتٍ ’in sıfatı olarak mahallen mansubtur. اُحِلَّتْ meçhul mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هى ’dir.
لَهُمْ car mecruru اُحِلَّتْ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. بِصَدِّهِمْ car mecruru اُحِلَّتْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَنْ سَب۪يلِ car mecruru صَدِّ ’ye müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
كَث۪يرًا mef’ûlu mutlaktan naibtir.فَبِظُلْمٍ مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا حَرَّمْنَا عَلَيْهِمْ طَيِّبَاتٍ اُحِلَّتْ لَهُمْ وَبِصَدِّهِمْ عَنْ سَب۪يلِ اللّٰهِ كَث۪يراًۙ
Ayet atıf harfi فَ ile 155. ayetteki mukadder fiil لعنّاهم ’a atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
بِظُلْمٍ amili olan حَرَّمْنَا ’ya önemine binaen takdim edilmiştir.
Yahudilerin zulüm vasfı ile zikredilmesi, zulümlerinin son derece büyük olduğunu belirtmek içindir. Zira bu zulmün, buzağıya tapmaktan tövbeden sonra vaki olduğu hatırlatılmaktadır. (Ebüssuûd)
Meçhul bina edilmiş mazi fiil cümlesi طَيِّبَاتٍ ,اُحِلَّتْ لَهُمْ için sıfattır. Sıfat cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
طَيِّبَاتٍ - اُحِلَّتْ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
بِظُلْمٍ şeklinde nekre gelen zulüm kelimesi teksir ifade etmiştir. (Âşûr)
طَيِّبَاتٍ kelimesi nekre gelerek tazim ve teksir ifade etmiştir.
حَرَّمْنَا - اُحِلَّتْ arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.
Kendilerine haram kılınan tertemiz şeyler, “Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık...” (Enam Suresi, 146) ayetinde belirtilenlerdir. Ayrıca süt ürünleri de kendilerine haram kılınmıştı. Küçük olsun büyük olsun her günah işlediklerinde Allah onlara yiyecek vb. tertemiz bazı şeyleri haram kılmıştır. (Keşşâf)
بِصَدِّهِمْ, temâsül sebebiyle بِظُلْمٍ ’e atfedilmiştir.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresinde فِی harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi فِی harfinde zarfiyet manası vardır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Allah Teâlâ Yahudilere ceza olarak helal olanı haram sayma sebebini; Allah yolundan alıkoyma, riba almaları, insanların batıl yolla mallarını yemeleri olarak sayması taksim sanatıdır.
وَاَخْذِهِمُ الرِّبٰوا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَاَكْلِهِمْ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِۜ وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَأَخْذِهِمُ | ve almalarından ötürü |
|
2 | الرِّبَا | riba |
|
3 | وَقَدْ | rağmen |
|
4 | نُهُوا | menedilmelerine |
|
5 | عَنْهُ | ondan |
|
6 | وَأَكْلِهِمْ | ve yemelerinden ötürü |
|
7 | أَمْوَالَ | mallarını |
|
8 | النَّاسِ | insanların |
|
9 | بِالْبَاطِلِ | haksız yere |
|
10 | وَأَعْتَدْنَا | ve hazırladık |
|
11 | لِلْكَافِرِينَ | inkar edenlere |
|
12 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
13 | عَذَابًا | bir azab |
|
14 | أَلِيمًا | acı |
|
وَاَخْذِهِمُ الرِّبٰوا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَاَكْلِهِمْ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِۜ
Ayet atıf harfi وَ ’la önceki ayetteki بِصَدِّهِمْ ‘e atfedilmiştir. الرِّبٰوا kelimesi اَخْذِ masdarının mef’ûlun bihi olup elif üzere mukadder fetha ile mansubtur.
وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. نُهُوا damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı naib-i fail olup mahallen merfûdur.
عَنْهُ car mecruru نُهُوا fiiline müteallıktır. اَكْلِهِمْ kelimesi atıf harfi وَ ’la اَخْذِهِمُ ’e matuftur.
اَمْوَالَ النَّاسِ kelimesi اَكْلِهِمْ ’in mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
بِالْبَاطِلِ car mecruru اَكْلِهِمْ ’deki zamirin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri, متلبسين بالباطل (Batıla dolanmış olarak) şeklindedir.
Sülâsî (üç harfli) fiillerin masdarları aşağıdaki şartlardan biri olduğunda fiil gibi amel ederek fail ve mef’ûl alabilir:
1. Tenvinli olmalıdır.
2. Harfi tarifli (ال) olmalıdır.
3. Masdarın failine muzâf olmalıdır.
4. Masdarın mef’ûlüne muzâf olmalıdır. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Fiil cümlesidir. وَ atıf harfidir. اَعْتَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. لِلْكَافِر۪ينَ car mecruru اَعْتَدْنَا fiiline müteallıktır.
مِنْهُمْ car mecruru لِلْكَافِر۪ينَ ’nin mahzuf haline müteallıktır.
Cemi müzekker salim olan الْكَافِر۪ينَ kelimesi sülâsî mücerred olan كفر fiilinin ism-i failidir. Cer alameti ی ’dir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar.
عَذَابًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اَل۪يمًا ise عَذَابًا’in sıfatıdır.
وَاَخْذِهِمُ الرِّبٰوا وَقَدْ نُهُوا عَنْهُ وَاَكْلِهِمْ اَمْوَالَ النَّاسِ بِالْبَاطِلِۜ
اَخْذِهِمُ cümlesi وَ ‘la önceki ayetteki بِصَدِّهِمْ ’e atfedilmiştir. الرِّبٰوا kelimesi اَخْذِهِمُ için mef’ûldür.
Sonraki وَ haliyyedir. قَدْ tahkik harfiyle tekid edilen …نُهُوا عَنْهُ, müspet mazi fiil cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır.
بِالْبَاطِلِ tekmil ve ihtiras ıtnâbıdır. Mal, hak ederek de yenebilir.
اَكْلِهِمْ اَمْوَالَ [Mal yemek tabiri] sebep-müsebbep alakası ile mecaz-ı mürseldir. Yemek insanın en mübrem (kaçınılmaz, vazgeçilmez) ihtiyacı olduğu için onun ismi tağlîb yapılmış yani sadece yemek değil her türlü harcama, sadece mal değil para, altın, kazanç gelir her ne ise mal ile isimlendirilmiş. Husus söylenip umum murad edilmiştir.
وَاَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ مِنْهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
وَ, istînâfiyyedir. Müspet mazi fiil sıygasında gelen cümle faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَعْتَدْنَا fiili müsteardır. Tehekküm istiaresidir. Medhe benzer tekiddir.
نَا [Biz] azamet zamiridir. Allah Teâlâ yaptığı işin büyüklüğüne dikkat çekmek istediği zaman kendisi için bu zamiri kullanır.
Önceki ayette Allah ismi gelmişti. Burada biz zamiri geldiği için iltifat sanatı olmuştur.
عَذَابًا kelimesi nekre gelerek bilinemeyecek bir azap olduğu ifade edilmiştir. Bu da korkutmayı artıran bir etkendir. Sıfat da bu manayı tekid etmiştir.
“Hor-hakir eden azap” ibaresinde sebebe isnad şeklinde mecaz-ı mürsel vardır.
Burada zamir makamında zahir isim olarak لِلْكَافِر۪ينَ kullanılması ve اَل۪يمًا’in de sıfat olması dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَٰكِنِ | fakat |
|
2 | الرَّاسِخُونَ | derinleşmiş olanlar |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْعِلْمِ | ilimde |
|
5 | مِنْهُمْ | içlerinden |
|
6 | وَالْمُؤْمِنُونَ | ve mü’minler |
|
7 | يُؤْمِنُونَ | inanırlar |
|
8 | بِمَا | şeye |
|
9 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
10 | إِلَيْكَ | sana |
|
11 | وَمَا | ve şeye |
|
12 | أُنْزِلَ | indirilen |
|
13 | مِنْ |
|
|
14 | قَبْلِكَ | senden önce |
|
15 | وَالْمُقِيمِينَ | O kılanlar |
|
16 | الصَّلَاةَ | namazı |
|
17 | وَالْمُؤْتُونَ | verenler |
|
18 | الزَّكَاةَ | zekatı |
|
19 | وَالْمُؤْمِنُونَ | inananlar var ya |
|
20 | بِاللَّهِ | Allah’a |
|
21 | وَالْيَوْمِ | ve gününe |
|
22 | الْاخِرِ | ahiret |
|
23 | أُولَٰئِكَ | işte onlara |
|
24 | سَنُؤْتِيهِمْ | vereceğiz |
|
25 | أَجْرًا | bir mükafat |
|
26 | عَظِيمًا | büyük |
|
Derinleşmiş bilgi ve aydınlatıcı iman.. Bu ikisi kişiyi dinin tümüne inanmaya yöneltir. Bir olan Allah’ın katından gelen dinin tek olduğu sonucuna götürür.
Derinleşmiş bilginin, iman gibi, kalbi nura açan dosdoğru tanımaya bir yol olarak tavsif edilmesi, o günkü pratik durumu tasvir ettiği kadar, insan ruhunun her zamanki olgusunu da tasvir eden Kur’ân’ın ifade tarzının bir özelliğidir. Buna göre yüzeysel bilgi inatçı küfür gibidir. Bu ikisi, kalp ile sağlam bilgi arasına girip engel oluşturur. Bunu her zaman görmemiz mümkündür.
Çünkü ilimde derinleşenler ve ondan gerçek bir pay alanlar, kendilerini imanın evrensel kanıtlarının önünde bulurlar. Yada en azından bu evrenin, bir tek ilahının olduğuna, bu ilahın her şeye egemen olduğuna, dilediği gibi evirip-çevirip tasarrufta bulunduğuna, biricik irade sahibi olduğuna ve bu evrensel tek yasağı koyduğuna inanmaktan başka cevabı bulunmayan, birçok evrensel soruların belirtilerin karşısında bulacaklardır kendilerini. Böylece, hidayet arzusu gönüllerine dolan bu müminlerin, kalplerini yüce Allah açar ve ruhlarını hidayete bağlar. Ancak sırf bu bilgi peşinde koşup kendini bilgin zannedenler, kabukta kalınış bilgiyi, kalpleri ile iman kanıtlarını kavrama arasına engel yaparlar. Yada eksik ve yüzeysel bilgileri nedeniyle, kafalarında soru uyandıracak işaretleri göremezler. Bunlar, kalpleri doğru yolu bulmak için çarpmayan ve böyle bir arzu duymayan kimseler gibidirler. Her iki durumda da kalp, iman noktasında tatmin olmak için araştırma ihtiyacı duymaz. Yada bir dine bağlı bulunmayı bilgisizlik saplantısı kabul ederler. Yahut da herşeye tek başına hakim yüce Allah’ın katından birbirine bağlı Rasûller (Allah’ın selâmı üzerlerine olsun) kervanının eliyle gelen gerçek dinleri birbirinden ayırırlar.
Yaygın rivayete göre, Kur’ân’ın bu işaretinden en başta, Rasûlullah’ın (sâlat ve selâm üzerine olsun) çağrısına uyan yahudi grubu kastedilmektedir. Bunların da isimlerini daha önce belirtmiştik. Ancak ayet geneldir. Her zaman onlardan, derin bilginin yada gerçeği gören inancın yol göstericiliğinde, bu dini kabul edenleri kapsamaktadır.
Kur’ân’ın akışı hem bunları hem de onları, sıfatlarını belirlediği müminler kervanına katıyor:
“Namaz kılanlar, zekat verenler, Allah’a ve ahiret gününe inananlar.”
Bunlar, müslümanların ayırıcı sıfatlarıdır; namaz kılmak, zekat vermek Allah’a ve ahiret gününe inanmak. Bunların mükafatı da yüce Allah’ı belirlediğidir:
`… Büyük bir mükafat vereceğiz.”
Ayette geçen `Mukiymines-salah (Namaz kılanlar)’ deyimi, alışık olmadığımız bir kalıpta yer almaktadır. Bunun nedeni, bir yoruma göre namaz kılmanın önemini iyice vurgulamalıdır. Özel bir münasebetle akış içinde özel bir anlamı belirginleştirmek için, bu tur ifade tarzına Arap üslubunda ve Kur’ân`da rastlamak mümkündür. Her ne kadar İbn-i Mes’ud (r.a) mushafında, “Mukiymunes-salah” şeklinde merfu olarak yer almışsa da diğer tüm mushaflarda bu şekildedir.
Ayetlerin akışı Ehl-i Kitap’la -burada özellikle yahudilerle- yeniden karşılaşmaya başlıyor. Peygamberimizin (salât ve selâm üzerine olsun) peygamberliğine karşı tutumlarına ve yüce Allah’ın kendisini peygamber olarak göndermediğini iddia etmelerine karşılık vermektedir. Peygamberleri birbirinden ayırmaya kalkışmalarını ve peygamberliğine delil olarak üzerlerine gökten bir kitap indïrmesini istemek suretiyle O’nu sıkmalarını dile getirmektedir. Böylece peygambere valıyin gelmesinin, şimdiye kadar görülmemiş ve garip bir şey olmadığını belirtmektedir. Bu, Nuh (a.s)’dan Hz. Muhammed (salât ve selâm üzerine olsun)’a kadar tüm peygamberlerin gönderilişinde uygulanan bir kuraldır. Bu peygamberlerin tümü de müjdelemek ve korkutmak için gönderilmişlerdir. Allah’ın kullarına karşı rahmeti böyle gerektirmiştir. Böylece onlara karşı bir delil ve hesap gününden önce bir uyarı kılmıştır bunu. Tüm peygamberler bir tek hedefi gerçekleştirmek için, bir tek vahiyle gelmişlerdir. Onların arasını ayırmak, hiçbir kanıta dayanmayan sırf inatçılıktan kaynaklanan bir davranıştır. Ancak onlar inat ediyorlarsa, Allah şahittir. -Zaten O şahit olarak yeterlidir- Melekler de şahittir.
(Fizilalil Kur’ân-Seyyid Kutub)
لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ
لٰكِنِ istidrâk harfidir. الرَّاسِخُونَ mübteda olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır.
فِي الْعِلْمِ car mecruru الرَّاسِخُونَ ’ye müteallıktır. مِنْهُمْ car mecruru الرَّاسِخُونَ ’nin mahzuf haline müteallıktır. الْمُؤْمِنُونَ atıf harfi وَ ’la الرَّاسِخُونَ ’ye matuftur.
الرَّاسِخُونَ kelimesi sülâsî mücerred olan رسخ fiilinin ism-i failidir.
الْمُؤْمِنُونَ sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
يُؤْمِنُونَ kelimesi الرَّاسِخُونَ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يُؤْمِنُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, ب harf-i ceriyle birlikte يُؤْمِنُونَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اُنْزِلَ اِلَيْكَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
اُنْزِلَ meçhul mebni mazi fiildir. Naib-i faili müstetir olup takdiri هُو’dir.
اِلَيْكَ car mecruru اُنْزِلَ fiiline müteallıktır.
وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ cümlesi atıf harfi وَ ’la يُؤْمِنُونَ cümlesine atfedilmiştir.
الْمُق۪يم۪ينَ kelimesi mahzuf fiilin mef’ûlun bihidir. Takdiri أمدح (Methederim.) şeklindedir. الْمُق۪يم۪ينَ’nin nasb alameti ي ’dır. Cemi müzekker salim kelimeler ي ile nasb olurlar. الصَّلٰوةَ kelimesi ism-i fail olan الْمُق۪يم۪ينَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.
الْمُؤْتُونَ kelimesi mahzuf mübtedanın haberi olup ref alameti وَ ’dır. Cemi müzekker kelimeler harfle îrablanır. Takdiri, هم (Onlar) şeklindedir.
الزَّكٰوةَ kelimesi ism-i fail olan الْمُؤْتُونَ ’nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubtur.
İsm-i failler aşağıdaki şartlardan biri gerçekleştiğinde fiil gibi amel ederek fail ve mef’ûl alabilir.
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır.
2. Haber olmalıdır.
3. Sıfat olmalıdır.
4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır.
6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır.
İsm-i fail tercüme edilirken umumiyetle muzari manası verir. Nadiren mazi manasi da olabilir. (Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْمُؤْمِنُونَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْمُؤْتُونَ ‘ye matuftur. بِاللّٰهِ car mecruru ism-i fail olan الْمُؤْمِنُونَ ’ye müteallıktır.
الْيَوْمِ kelimesi atıf harfi و ’la بِاللّٰهِ ‘ye matuftur. الْاٰخِرِ ise الْيَوْمِ ’nin sıfatıdır.
اُنْزِلَ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.
Fiil if’al babındandır. Sülâsîsi نزل’dir. İf’al babı fiille, tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.
اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟
İsim cümlesidir. İsm-i işaret اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. سَنُؤْت۪يهِمْ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
سَنُؤْت۪يهِمْ fiilinin başındaki سَ harfi tekid ifade eden istikbal harfidir. سَنُؤْت۪يهِمْ fiili ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahalllen mansubtur.
اَجْرًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَظ۪يمًا kelimesi اَجْرًا’in sıfatıdır.لٰكِنِ الرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ مِنْهُمْ وَالْمُؤْمِنُونَ
Ayet müstenefedir. لٰكِنِ istidrâk harfidir. Sübut ifade eden isim cümlesidir. فِي الْعِلْمِ mübteda olan الرَّاسِخُونَ’ye müteallıktır. Çünkü الرَّاسِخُونَ ism-i fail kalıbındadır. وَالْمُؤْمِنُونَ , mübtedaya tezâyüf dolayısıyla atfedilmiştir.
فِي الْعِلْمِ ifadesindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla ilim içine girilebilen maddi bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü ilim hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Ancak ilimdeki yüksek dereceyi ifade etmek üzere bu harf kullanılmıştır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
رَّاسِخُ hakikate yürümekte ayağı sabit, sarsılmayan demektir. Temekkün, ilimde sebat etme ve yerleşme manasında istiaredir. (Âşûr)
Müstear minh ağaç, müstear leh vahye dayalı ilimdir.
Câmi’; her yıl, her zaman meyve vermesi. Hayatta beden için gıda neyse ruh için de ilim aynı şekilde ihtiyaçtır. İkisi de Allah’tandır. Meyve de ilim de çok çalışarak elde edilir. Ağacın üstü yükseldikçe kökü de o kadar derinleşir. Onun sarsılıp sökülmesini engeller. İnsan da ilimde ilerledikçe imanı sabitleşir, sarsılmaz hale gelir.
يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümle, mübtedanın haberidir. Müsnedin muzari fiille gelmesi hudûs, teceddüt ve hükmü takviye ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi etkilenir.
Mecrur mahaldeki ilk ism-i mevsulün sılası olan اُنْزِلَ mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. İkinci mevsûlün sılası da aynı üsluptadır. Mevsûllerde tevcih sanatı vardır.
وَالْمُق۪يم۪ينَ, takdiri امدح (methederim) olan mahzuf fiille, medih üzere mansubtur. Bu kelimenin بِمَٓا veya اِلَيْكَ’ye matuf olduğu da söylenmiştir.
الْمُق۪يم۪ونَ şeklinde merfû olarak gelmesi gerekirken, namazın önemine dikkat çekmek için nasb halinde gelmiştir. (Nesefî)
وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ ifadesi ikâme-i salâtın (yani daha ziyade namaz vb. ritüellerde tezâhür eden gerçek dindarlığın) faziletini belirtmek için başında varsayılan bir امدح fiiliyle mansubtur. Bu yaygın bir kullanımdır. Sîbeveyhi mülhitlerce bu ifadeye yöneltilen itirazı, misaller ve şahitlerle çürütmüştür. Bazılarının mushaf hattında bir yanlışlık meydana geldiğine ilişkin iddialarına da itibar edilmez. Böyle bir şeye itibar edenler Kur’an’a iyice bakmayanlar, Arapların bu tür kullanımlarını -bu tür kelimeleri- “hâssaten/hele hele” anlamını vermek ve bir çeşitlilik katmak için mansub okuduklarını bilmeyenlerdir. Böyleleri bilmiyorlar ki Tevrat ve İncil’de kendilerinden övgüyle bahsedilmiş, bilinci saf olan sahabe nesli, İslam’a toz kondurmama ve ona yöneltilen her türlü itirazı bertaraf etme konusunda Allah’ın kitabında kendilerinden sonrakilerin kapatacakları bir gedik ve gelecektekilerin fark edebileceği bir kusur bırakmayacak kadar büyük bir hassasiyete sahip idiler. وَالْمُؤْمِنُونَ kelimesinin بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ ibaresine atfedildiği ve bu sebeple mecrur olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)َ
لْمُق۪يم۪ Kur’an’da 3 kere bu şekilde namaz için gelmiştir. Diğer ikisi İbrahim Suresi 40 ve Hac Suresi 35 ayetleridir. Zekat vermek sadece burada böyle isim olarak gelmiştir. Mümin kelimesi ise çok geçmiştir.
وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَالْمُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ
وَ atıftır. الْمُؤْتُونَ mahzuf mübtedanın haberidir. Takdiri, هم (onlar) şeklindedir. وَالْمُؤْتُونَ ,وَالْمُؤْمِنُونَ ‘ya matuftur. Atıf sebebi tezâyüftür. وَالْيَوْمِ lafza-i celâle matuftur.
Mümin olmak için gerekli özelliklerin sayılması taksim sanatıdır.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Ardarda sayılan övücü sıfatlar dolayısıyla istitbâ sanatı vardır.
مُؤْتُونَ - الْمُؤْمِنُونَ - الْمُق۪يم۪ينَ sıfatları isim olarak gelmiş, böylece bu fiillerin devamlı olarak yapıldığına işaret etmiştir.
Allah Teâlâ onları ilimde kök salan kimseler (الرَّاسِخُونَ) olarak tavsif etmiş ve bunu izah ederek öncelikle onların Allah’ın hükümlerini bilip onlara göre amel ettiklerini beyan etmiştir.
Onların, Allah'ın hükümlerini bilmeleri, يُؤْمِنُونَ بِمَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكَ وَمَٓا اُنْزِلَ مِنْ قَبْلِك
“(Onlar) hem sana indirilen (Kur’an’a) hem senden evvel indirilen (kitaplara) iman ederler” ifadesi ile bildikleri hükümlerle amel etmeleri ise وَالْمُق۪يم۪ينَ الصَّلٰوةَ وَالْمُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ “namazı dosdoğru kılanlar, zekâtı verenlerdir” tabiri ile anlatılmıştır. Allah Teâlâ, en şerefli taat oldukları için burada özellikle namazı kılma ve zekâtı vermeden bahsetmiştir. Çünkü namaz, bedenî ibadetlerin en şereflisi, zekât da mal ile yapılan ibadetlerin en şereflisidir. Hakk Teâlâ onların, Allah’ın hükümlerini bilip onlarla amel ettiklerini anlattıktan sonra onların Allah’ı bildiklerini de beyan etmiştir. En kıymetli bilgi, mebde ve mead (ilk yaratılış ve ahiret) bilgisidir. Bundan dolayı mebde bilgisi ayette, “Allah'a inanırlar” sözü ile mead (ahiret) bilgisi de “ve ahiret gününe inanırlar” sözü ile anlatılmıştır. Cenab-ı Hakk, bu üç kısmı izah edince ayette bahsedilenlerin Allah’ın hükümlerini bilip onunla amel eden kimseler oldukları ve Allah ile ahireti bilip inandıkları ortaya çıkmış olur. Bu ilim ve bilgiler bulununca da onların ilimde kök salmış (الرَّاسِخُونَ) oldukları anlaşılmış olur. Çünkü insanın kemâl ve mertebe bakımından bundan daha yüksek olması mümkün değildir. (Fahreddin er-Râzî)
اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْراً عَظ۪يماً۟
Cümle, beyanî istînaftır. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ifade eden isim cümlesi olup faide-i haber inkârî kelamdır. Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelerek muhatabı ikaz etmiş, zikredilenler için tazim ifade etmiş ve akıbeti bildirmiştir. İstikbal harfi سَ, müsnedi tekid etmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ [işte onlar]’ın kullanılması, onların fazilet derecesinin pek yüksek ve mertebelerinin pek uzak olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Müsnedin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiildeki tecessüm özelliği konunun daha iyi kavranmasını sağlar.
اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟ [Onlara azim ecir vereceğiz.] sözünde istiare vardır. Allah ve resulüne iman edip aralarını ayırmayanlar, ücretle çalışan işçilere benzetilmiştir. Câmi’, yaptığının karşılığını kesin alacak olmalarıdır.
Ayetteki اُو۬لٰٓئِكَ سَنُؤْت۪يهِمْ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟ ifadesinde gaib sıygasından hitap sıygasına geçiş şeklinde iltifat vardır. Zira kelamın dizilişine göre ifade سيؤتيهم şeklinde olabilirdi. Nitekim kıraat imamlarından Hamza bu şekilde okumuştur. Ayrıca اَجْرًا kelimesinin nekre olarak gelmesi mükâfatın büyüklüğüne dikkat çekmek içindir. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l Münir Adlı Tefsirinde Belâgat İlmi Uygulamaları)
يُؤْمِنُونَ - الْمُؤْمِنُونَ ve سَنُؤْت۪يهِمْ - الْمُؤْتُونَ kelime grupları arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr ve iştikak cinası vardır.
مَٓا - اُنْزِلَ - الْمُؤْمِنُونَ kelimelerinin tekrarında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah, insan evladı için yükselebileceği ve alçalabileceği nice mertebeler yaratmıştır. Kulunu, elinden geldiğince yükselerek Kendisine yaklaşmakla vazifelendirmiştir. Mertebeleri çıkan kalbin sınırları genişler, gönlü bahçelere dönüşür. Kuvvetlenen imanıyla hakikatleri kucaklar. İnen kalbin ise dünyası daralır, doyumsuz bir çukur halini alır. Uhrevi algısı körelir, kapasitesi ancak dünyaya yönelik çalışır.
Öyle bir göz düşün ki, yüzüne hakikatin ışığını tutsan da sanki hala karanlıktadır. Öyle bir kulak düşün ki, dibinde gerçekleri bağırarak anlatsan da sanki sessizlik tarafından yutulmuştur. Öyle bir hal düşün ki, yollarına Hakk hatırlatıcıları atsan da, sanki takılmak korkusuyla seke seke gitmektedir. Öyle bir ahmaklık düşün ki, avuçlarının arasına hakikat fırsatını yerleştirsen de, sanki yükseliyormuş edasıyla, alçalmaya devam etmektedir. Öyle bir kibir düşün ki, İslam yolunu göstersen de, inkarını ve inkar yolunda yaptıklarını gururla sahiplenerek anlatmaktadır.
Allahım! Hz. Muhammed (sav)’e indirdiğine ve ondan önce indirdiklerine ve hz. İsa’nın öldürülmediğine iman ettik. İslam’ı hakkıyla öğrenenlerden ve yaşayanlardan olmamızda yardımcımız ol. Kalplerine örtüyü çekenlere benzemekten Sana sığınırız.
Alçalanların hallerinden ve kendilerinden uzak duranlardan. Yükselenlere yakın duranlardan ve onlara benzeyenlerden. Hayatı boyunca yanlış seçimlerinden tövbe ederek ve doğru seçimlerini çoğaltarak, daima Senin katındaki mertebesini yükseltenlerden olmak duasıyla.
Amin.
Zeynep Poyraz @zeynokoloji