اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّمَا | şüphesiz |
|
2 | التَّوْبَةُ | tevbesi makbuldür |
|
3 | عَلَى | göre |
|
4 | اللَّهِ | Allah’a |
|
5 | لِلَّذِينَ | şu kimselerin |
|
6 | يَعْمَلُونَ | yaparlar |
|
7 | السُّوءَ | bir kötülük |
|
8 | بِجَهَالَةٍ | cahillikle |
|
9 | ثُمَّ | sonra |
|
10 | يَتُوبُونَ | dönerler (tevbe ederler) |
|
11 | مِنْ | -ndan |
|
12 | قَرِيبٍ | hemen ardı- |
|
13 | فَأُولَٰئِكَ | işte |
|
14 | يَتُوبُ | tevbesini kabul eder |
|
15 | اللَّهُ | Allah |
|
16 | عَلَيْهِمْ | onların |
|
17 | وَكَانَ |
|
|
18 | اللَّهُ | Allah |
|
19 | عَلِيمًا | bilendir |
|
20 | حَكِيمًا | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
17-18.Ayetler Diyanet tefsiri;
Âyette geçen “bilmeden” ifadesi, “yapılanın kötülük veya günah olduğunu bilmeden” mânasında olmayıp, “bildiği halde iradesine hâkim olamayan, bilgisini uygulamayan, nefsine uyup kötülük yapan” mânasında kullanılmıştır. İnsanlar yaşadıkları müddetçe tövbe kapısı açıktır. Ne zaman akılları başlarına gelir ve tövbe ederlerse Allah’ın, vaadinin gereği olarak bu tövbeyi kabul buyurması ve günahkâr kullarını affetmesi umulur, lutfundan beklenir. Günahkâr kişi hayatının son saniyelerine kadar tövbe etmez, dünya hayatından ümit kestikten ve gayb âlemine dahil bulunan berzah ve âhiretle ilgili bazı gerçekleri gördükten, hissettikten sonra henüz can vermeden tövbe ederse, bu tövbenin sebebi, gayba imana dayalı samimi pişmanlık olmayıp yüz yüze gelinen cezadan kurtulmaya yönelik bulunduğu, tekrar kulluk ve itaat imtihanına fırsat da kalmadığı için kabul edilmeyecektir. Kabul edilmeyen bir başka tövbe de hayatını, hak dini inkâr içinde geçirdikten sonra ölen ve âhiret âlemini gördükten sonra pişmanlık duyanların tövbesidir. Bu da gayba iman ve samimi pişmanlıktan kaynaklanmadığı için Allah tarafından kabul edilmeyecektir. Bu hükmü teyit eden başka âyetler de vardır (bk. Bakara 2/162; Âl-i İmrân 3/91).Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 34-35
Peygamber (sav):”Şüphesiz Allah, perde düşmedikçe kulun tövbesini kabul eder be onu affeder” buyurunca ashab-ı kiram:”Ey Allah’ın Rasûlü!Perde nedir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz de (sav) şöyle buyurdu:” Perde,kişinin müşrik olarak ölmesidir.”
(Ahmed b. Hanbel , Müsned, V, 174)
(Ayet ve hadislerle açıklamalı KUR’ÂN-I KERİM MEALİ
PROF. DR. MEHMET YAŞAR KANDEMİR)
Cehl جَهْلٌ üç çeşittir:
Birincisi insanın bilgiden yoksun olmasıdır. Asıl olan mana budur.
İkincisi bir şeye olduğundan başka biçimde inanmaktır.
Üçüncüsü ise bir şeye hak ettiğinden başka bir şekilde davranmaktır. Bunu yaparken ister doğru bir inanca sahip olsun, isterse yanlış bir inanca dayansın fark etmez. Namazı bilerek terk eden adam gibi.
Cahil Kavramı bazen yerme bağlamında gündeme gelir, hatta genelde bu anlamda kullanılır. Nadirense yerme anlamında kullanılmaz. 2/273 Ayeti buna örnek teşkil eder. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle birlikte 24 kez geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri cahil, cühelâ, cehâlet, meçhul ve tecâhül(ü arif)tir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ
اِنَّمَا kâffe ve mekfûfe’dir. Kâffe; meneden alıkoyan anlamında olup, buradaki
مَا harfidir, اِنَّ harfinden sonra gelmiş ve onun amel etmesine mani olmuştur.
اِنَّ ‘ nin ameli ise engellenmiştir, yani mekfûfedir. التَّوْبَةُ mübtedadır. Muzâf mahzuftur. Takdiri قبول التوبة (Tövbenin kabulu) şeklindedir. عَلَى اللّٰهِ car mecruru التَّوْبَةُ kelimesinin mahzuf haberine müteallıktır. Takdiri فضل الله (Allah’ın fazlı) şeklindedir.
اَلَّذِينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceri ile birlikte mahzuf hale müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. السُّٓوءَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
بِجَهَالَةٍ car mecruru mahzuf hale müteallıktır. Takdiri واقعين بجهالة (Cehaletin vaki olması) şeklindedir.
ثُمَّ atıf harfidir. يَتُوبُونَ fiili نَ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. مِنْ قَر۪يبٍ car mecruru يَتُوبُونَ fiiline müteallıktır.
Mevsuf mahzuftur. Takdiri من زمان قريب (yakın bir zaman) şeklindedir.
فَ atıf harfidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. يَتُوبُ fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَتُوبُ merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur. عَلَيْهِمْ car mecruru يَتُوبُ fiiline müteallıktır.
بِجَهَالَةٍ (bilmeden) kelimesi hal konumunda olup “kötülüğü cahilce, ahmakça işleyenler” demektir. Çünkü çirkin şeyi işlemek hikmetin ve aklın sevk ettiği şeylerden değil, ahmaklık ve nefsanî isteğin sürüklediği şeylerdendir. Mücâhid’e [v. 103/721] göre kim Allah’a isyan ederse cehaletinden el çekinceye kadar cahildir. (Keşşâf)
Şayet مِنْ قَر۪يبٍ ifadesindeki مِنْ ’in anlamı nedir?” dersen şöyle derim: مِنْ , kısmîlik / ba‘diyet ifade eder, yani yakın zaman diliminin bir kısmında tövbe edenler demektir. Allah adeta günahın ortaya çıkmasından ölümün gelip çatmasına kadar ki zamanı yakın zaman olarak adlandırmaktadır. Kişi bu söylediğimiz zaman diliminin hangi parçasında tövbe ederse etsin, ‘yakında’ tövbe etmiştir, aksi halde ise tövbeyi geciktirmiştir. (Keşşâf)
Ayette geçen عَلَى ile Allah’ın tövbeleri kabul ederken kullarının cahilliklerine şefkatle muamele etmesinin bir gereklilik olduğu anlamı çıkmaktadır. Allah da üzerine düşeni muhakkak yapacaktır. Tövbelerin kabulünü de bir gereklilikle ifade etmişse, o halde O, bunu da yerine getirecektir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları)
وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
وَ istînâfiyyedir. كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. اللّٰهُ lafza-i celâli, كَانَ ’nin ismi olup lafzen merfûdur.
عَل۪يمًا kelimesi كَانَ ’nin haberidir. حَك۪يمًا ise كَانَ ’nin ikinci haberidir.
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السُّٓوءَ بِجَهَالَةٍ ثُمَّ يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ
Müstenefe olan ayetin ilk cümlesi isim cümlesi formunda faide-i haber talebî kelamdır.
Mübteda olan التَّوْبَةُ ’nün haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, bu mahzuf habere müteallıktır. Mevsûlde tevcîh sanatı vardır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
يَتُوبُونَ مِنْ قَر۪يبٍ cümlesi takip ifade eden ثُمَّ harfiyle makabline atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezayüftür.
[Allah'ın kabul edeceği tövbe] cümlesi kasr üslubuyla gelmiştir. Kasr-ı mevsuf ale’s sıfattır. Burada yaptığı kötülükten sonra hemen tövbe edenlerin tövbesinin kabul olacağı bildirilmiştir.
Allah tövbemi kabul etti diyen kişi kendini düzeltir. Böyle düşünmeyenin artık kendini düzeltme ihtimali hiç olmaz.
[Kötülüğü cehaletle yapma] kaydı; bilerek yapmanın cezasının daha ağır olduğuna işaret ederken bir taraftan da ilme teşvik eder.
مِنْ قَر۪يبٍ tabirindeki مِنْ harfinin kısım bildirme manası da vardır. Yani yakın zamanın bir kısmında tövbe ederler manasını taşır. Böylece sanki günahın işlendiği zamanla ölüme kadarki zaman yakın olarak isimlendirilmiştir. (Ebüssuûd) Kişi ölümüne kadar herhangi bir zamanda tövbe ederse affolur demektir.
عَلى harfi mecazî isti’la için olup taahhüt ve tahakkuk manasında kullanılmıştır. بِجَهالَةٍ burada kötü muamele ve düşünmeden yapılan iş manasında gelmiştir. Bu kelime hilmin mukabilidir. Bunun için zulüm için de kullanılır. مِن ibtidaiyye, قَرِيبٌ ise mahzuf bir kelimenin sıfatıdır. Yani: مِن زَمَنٍ قَرِيبٍ مِن وقْتِ عَمَلِ السُّوءِ (Kötü işi yapma vaktine yakın zaman) demektir. (Âşur)
Bil ki, Allah Teâlâ önceki ayette, fuhuş irtikâb edenler, tövbe edip hallerini iyileştirdiklerinde, onlardan eziyyetin kalkacağını zikredip, mutlak manada da kendisinin Tevvâb ve Rahîm olduğunu haber verince, bundan sonra tövbenin ne zaman yapılacağını, şartını zikretmiş, insanları, günahda ısrar ettikleri bir sırada kendilerine ölüm gelmeden önce, onları hemencecik tövbe etmeye teşvik etmiştir; zira ölüm esnasında yapacakları tövbe onlara fayda vermeyecektir. (Fahreddin er-Razi)
Allah’a isyan eden herkes cahil; yaptığı o fiil ise cehalet diye adlandırılır.
Rabbine isyan eden kimseye cahil denilmesinin sebebi şudur: Şayet bu kimse, kendisinde mükâfaat ve cezanın ne olduğu hususundaki bilgisini kullanmış olsaydı bu günahı işlemez, ona yeltenemezdi. Binaenaleyh, o bu ilmini kullanmayınca, sanki hiç ilmi yokmuş gibi olur. İşte bu sebepten dolayı da, Rabbine isyan eden kimseye cahil denilir. Bu izaha göre, insanın yaptığı şeyin günah olduğunu bilerek veya bilmeyerek işlediği her masiyet ve günah cehalet mefhumuna dahildir. (Fahreddin er-Razi)
مِنْ “ibtidaî gaye” manasını ifade etmektedir. Yanî, “Onun tövbeye başlaması, günahta ısrar edenler zümresine dahil olmaması için, hemen günahın peşinde başlar” demektir.
مِن edatının “teb’iz” için olduğu da söylenmiştir. Yani, “Onlar yakın bir zaman içinde tövbe ederler” demektir. Buna göre Cenab-ı Hak sanki, isyanın meydana geldiği zaman ile, ölümün gelip çattığı zaman arasındaki müddeti, “yakın zaman” olarak adlandırmıştır. Bu sebeple insan, bu arada kalan zaman dilimlerinin herhangi bir diliminde tövbe ederse, bu yakın bir zamanda tövbe etmiş olur. Aksi halde o, uzak bir zamanda tövbe eden olmuş olur. (Fahreddin er-Razi)
فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ
فَ istînâfiyyedir. Veya istînâfa matuftur. Müsnedün ileyhi işaret ismiyle gelen isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliğiyle muhatabın muhayyilesi canlanır.
Haber cümlesinde müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi ve ayette tekrarlanması teberrük, telezzüz ve haşyet uyandırma, ikazı artırma amacına matuftur.
يَتُوبُونَ - التَّوْبَةُ - يَتُوبُ kelimeleri arasında iştikak cinası, reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يماً حَك۪يماً
و istînâfiyyedir. كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Bütün kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâl telezzüz, teberrük ve kalplerde haşyet uyandırmak amacına matuftur.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle اللّٰهُ isminde tecrîd sanatı vardır.
Haber olan iki vasfın, aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. Ayrıca bu sıfatlarla ayetin anlamı arasındaki mükemmel uyum, teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
عَل۪يمًا حَك۪يمًا şeklindeki mübalağa kalıbındaki sıfatlar arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatları vardır.
عَل۪يمًا - بِجَهَالَةٍ arasında tıbâk-ı îcab vardır.
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ ifadesi, “Bilmeyerek bir günah işleyip de, sonra da hemen ondan tövbe edip, o günahta ısrar etmeyi terkederek istiğfarda bulunan kimseler hakkında, tövbe etmeye iletmek, ona irşad etmek ve bu tövbe hususunda tövbe edenlere yardım etmek, ancak Allah’adır...” anlamındadır. Daha sonra da Cenab-ı Hak, فَاُولٰئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ buyurmuştur. Yani, “Durumu böyle olan bu kul tövbe ettiğinde, Allah onun tövbesini kabul eder” demektir. Buna göre birinci ifadeyle tövbeye muvaffak kılması; ikinci ifadeyle de yapılan tövbeyi kabul etmesi kastedilmiştir. (Fahreddin er-Razi)
Uzaktakileri işaret eden "اُولٰئِكَ" nin kullanılmış olması onların zikirlerinden sonra araya fasıla girdiğindendir. Bu işaretteki hitap, Resûlüllah (sav)’e ya da hitaba ehil herkes içindir. (Ebüssuûd)
Burada zamir makamında ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, hükmün illetini bildirmek içindir. Çünkü (Allah kelimesinin masdarı olan) ulûhiyet, Allahu Teâlâ'nın kemâl sıfatlarını ifadede asıldır. (Ebüssuûd)
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.