وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَلَيْسَتِ | (geçerli) değildir |
|
2 | التَّوْبَةُ | tevbesi |
|
3 | لِلَّذِينَ | kimselerin |
|
4 | يَعْمَلُونَ | yapan(ların) |
|
5 | السَّيِّئَاتِ | kötülükler |
|
6 | حَتَّىٰ | nihayet |
|
7 | إِذَا | zaman |
|
8 | حَضَرَ | gelip çattığı |
|
9 | أَحَدَهُمُ | kendilerine |
|
10 | الْمَوْتُ | ölüm |
|
11 | قَالَ | der |
|
12 | إِنِّي | muhakkak ben |
|
13 | تُبْتُ | tevbe ettim |
|
14 | الْانَ | şimdi |
|
15 | وَلَا | ve (değildir) |
|
16 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
17 | يَمُوتُونَ | ölenlere |
|
18 | وَهُمْ | olarak |
|
19 | كُفَّارٌ | kafir |
|
20 | أُولَٰئِكَ | işte |
|
21 | أَعْتَدْنَا | hazırlamışızdır |
|
22 | لَهُمْ | onlar için |
|
23 | عَذَابًا | bir azab |
|
24 | أَلِيمًا | acı |
|
Son anda tevbe etmeye “Firavun tevbesi” denir.
Kur’ân’da iki kral zikredimiş, ikisi de helak olmuştur: Firavun ve Tubba kavmi kralı. İkisinin durumu birbirinin tam tersidir. Tubba kralı müslüman oluyor ama kavmi bunu kabul etmiyor. Duhan/37 ve Qâf/14 te geçiyor. Yine de onu kral olarak kabul etmeye de devam etmişler.
Firavun ise dalalete çağırıyor, kavmi de kabul ediyor. Tubba kralı hidayete çağırıyor ama kavmi kabul etmiyor.
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ
وَ atıf harfidir. لَيْسَتِ nakıs camid fiildir. تۡ te’nis alametidir. كَانَ gibi isim cümlesinin başına gelir, ismini ref haberini nasb eder.
التَّوْبَةُ kelimesi لَيْسَ ’nin ismidir. اَلَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, لِ harf-i ceriyle birlikte لَيْسَ ’nin mahzuf haberine müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası يَعْمَلُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَعْمَلُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. السَّيِّـَٔاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ
حَتّٰٓى ibtidâ harfidir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. حَضَرَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. حَضَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir.
اَحَدَهُمُ mukaddem mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. Muttasıl zamir هُمُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْمَوْتُ fail olup lafzen merfûdur. Muzâf mahzuftur. Takdiri; أسباب الموت أو دواعيه şeklindedir.
Şartın cevabı قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ ’dir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ’dir.
Mekulü’l-kavli, اِنّ۪ي تُبْتُ ’dur. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.
اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
ى mütekellim zamiri, اِنَّ ‘nin ismi olarak mahallen mansubtur. تُبْتُ fiili اِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. الْـٰٔنَ zaman zarfı, تُبْتُ fiiline müteallıktır.
وَ atıf harfidir. لَا nefy harfinin tekrarı olumsuzluğu tekid içindir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl önceki ism-i mevsûle matuftur. İsm-i mevsûlun sılası يَمُوتُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَمُوتُونَ muzari fiildir. نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
وَ haliyyedir. Munfasıl zamir هُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. كُفَّارٌۜ haber olup lafzen merfûdur.
اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
İsim cümlesidir. اُو۬لٰٓئِكَ ism-i işareti mübteda olarak mahallen merfûdur. اَعْتَدْنَا fiili mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
اَعْتَدْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru اَعْتَدْنَا fiiline müteallıktır. عَذَابًا mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. اَل۪يمًا ise عَذَابًا’in sıfatıdır.
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ حَتّٰٓى اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ وَهُمْ كُفَّارٌۜ
Ayet وَ ’la اِنَّمَا التَّوْبَةُ cümlesine atfedilmiştir. لَيْسَ ‘nin dahil olduğu menfi isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır.
Mecrur mahaldeki ism-i mevsûl لَيْسَ , لِلَّذ۪ينَ ‘nin mahzuf haberine müteallıktır.
Gaye ve cer harfi حَتّٰٓى ‘yı takibeden, şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil, şart üslubunda haberî isnad olan terkip حَتّٰٓى ile birlikte mecrur mahalde يَعْمَلُونَ fiiline müteallıktır.
اِذَا ’ya muzâfun ileyh olan حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ , şart cümlesi, قَالَ اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ ise cevap cümlesidir. Cevap cümlesindeki mekulü’l-kavl اِنّ۪ي تُبْتُ الْـٰٔنَ faide-i haber inkarî kelamdır.
اِنّ۪ ile tekid edilen cümlede müsnedin muzari fiil sıygasında cümle olması hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade eder.
وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ ifadesindeki ism-i mevsûl nefy harfiyle birlikte, önceki mevsûle matuftur.
Mübteda ve haberden oluşmuş, faide-i haber ibtidaî kelam olan وَهُمْ كُفَّارٌۜ , hal cümlesidir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mevsûller arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
الْمَوْتُ - يَمُوتُونَ ve التَّوْبَةُ - تُبْتُ kelime grupları arasında cinas ve reddü’l-acüz ale’s-sadr vardır.
اِذَا حَضَرَ اَحَدَهُمُ الْمَوْتُ [Onlardan birine ölüm gelince] sözünde hükmî mecaz veya istiare vardır.
وَلَا الَّذ۪ينَ يَمُوتُونَ [...İnkârcı birer nankör olarak ölenlerin tövbesi de]َ ِ لِلَّذ۪ينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّـَٔاتِۚ [kötülükleri bile-isteye işleyenler] sözüne matuftur. Allah, tövbenin söz konusu olmaması bakımından, tövbeyi ölüm gelip çatıncaya kadar erteleyenlerle inkâr üzere ölenleri bir tutmuştur. Çünkü ölümün gelip çatması ahiret hallerinin başlangıcıdır. İnkâr üzere ölen kişi nasıl tövbe fırsatını kaçırmışsa tövbeyi erteleyip duran kişi de aynı durumdadır; her ikisi de mükellefiyet ve iradî tercih devrini aşmışlardır. (Keşşâf)
Cenab-ı Hak, makbul olan tövbenin şartlarını zikredince, bunun peşinden makbul olmayan tövbenin izahını yapmıştır. ”Herhangi birine ta ölüm gelince…’’ ifadesi, “ölümün inmesinin ve yaklaşmasının alametleri gelince” demektir. (Fahreddin er-Razi)
Allahu Teâlâ iki kısım tövbeden bahsetmiştir. Birinci kısım hakkında:
اِنَّمَا التَّوْبَةُ عَلَى اللّٰهِ
Allah katında (makbul olan) tevbe, kötülüğü ancak cehalet sebebiyle yapacakların tövbesidir...”] (Nisa, 17) buyurmuştur. Bu ifade, bunların tövbelerinin kabulünün gerekli olduğunu iş’âr etmektedir. Hak Teâlâ ikinci kısım tövbe hakkında
ise :
وَلَيْسَتِ التَّوْبَةُ لِلَّذٖينَ يَعْمَلُونَ السَّيِّپَاتِ [ (Yoksa makbul olan o tövbe), kötülükleri yapanların (tövbesi) değildir...”] (Nisa, 18) buyurmuştur ki bu ifade de, Allah’ın böylesi kimselerin tövbesini kabul etmeyeceğini kesin olarak göstermektedir. Binaenaleyh geriye, aklî taksimata göre, bu iki kısım arasında üçüncü bir kısmın daha bulunması kalmaktadır ki bu üçüncü kısım: Allah Teâlâ’nın, tövbelerini ne kabul edeceğini ne de reddedeceğini kesin olarak belirtmediği kimselerdir. Bu sebeple birinci kısım, bilmeden bir kötülük (günah) işleyenler; ikinci kısım da, ancak dehşetengiz şeyleri müşahede ettiklerinde tövbe edenler olunca, bu iki kısım arasında kalan ortadaki kısmın bir günahı bilerek işleyip ama sonra tövbe eden kimseler olması gerekir. Allah Teâlâ, işte bu kimselerin tövbelerini kabul veya reddedeceğini bildirmemiş, aksine onları meşîetine (dilemesine) bırakmıştır. Nitekim O, bunları bağışlamayı da meşîet-i ilâhîyesine bırakarak,[(Allah), (şirkten) başka günahı, dilediği kimseler için bağışlar] (Nisa, 48) buyurmuştur. (Fahreddin er-Razi)
Allah Teâlâ, ölüm esnasında görülen dehşetli hallere binaen “tövbe edenler”e, “kâfirler”i atfetmiştir. Matuf, matufun aleyhten başka bir şeydir. Bu da şatafat ehli olan fâsıkların (günahkârların) kâfir olmamalarını gerektirir.(Fahreddin er-Razi)
"السَّيِّپَاتِ / kötülükler" kelimesinin çoğul sıygası ile olması, kötülüklerin zaman içinde tekerrür etmesi itibariyledir; yoksa bundan bütün kötülük çeşitlerinin kastedildiği için değildir. وَلَا nefy / olumsuzluk harfinin tekrar edilmesi zımnen bildiriyor ki, bir fayda sağlamama itibariyle, tövbeyi tehir edenlerin hali kâfir olarak ölenlerin halinden de daha açıktır.
Burada ölüm anına kadar tövbe etmeyenlerle kâfirlerden maksat,
- ya özellikle kâfirlerdir,
- ya da yalnız fâsıklardır.
Buna göre kâfir olarak isimlendirilmeleri, durumlarının vehametini ifade etmek içindir. (Ebüssuûd)
اُو۬لٰٓئِكَ اَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَاباً اَل۪يماً
Ayetin son cümlesi müstenefe olarak fasılla gelmiştir. Müsnedün ileyhi işaret ismi olan bu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle gelmesi, işaret edilen kişileri tahkir ve kınama ifade eder. Müsnedin müspet mazi fiil sıygasında fiil cümlesi olarak gelmesi ise hudûs ifade eder.
عَذَابًا ‘deki tenkir; tarifsiz, bilinemeyen bir azap nev’ine işaret eder.
Azap, اَل۪يمًا ‘le sıfatlanmıştır, dolayısıyla cümlede ıtnâb sanatı vardır.
السَّيِّـَٔاتِۚ - كُفَّارٌۜ - عَذَابًا - اَل۪يمًا kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
‘Vardır’ demek başka birşey, ‘hazırladık’ demek başka birşeydir. İkinci ifadede vurgu vardır. Hazırlık misafir için yapılır. Ateşin onları misafir bekler gibi hazırlanarak beklediğini ifade eder.
أعْدَدْنَا fiili أعْتَدْنَا şeklini almıştır. Bu fiilde gaibden mütekellime iltifat vardır.
اَعْتَدْنَا لَهُمْ [Onlar için … hazırladık!] ifadesi tehdit bakımından فَاُو۬لٰٓئِكَ يَتُوبُ اللّٰهُ عَلَيْهِمْۜ ّٰ ayetindeki vaadin dengi ve karşılığıdır. Böylece, her iki durumun da mutlaka gerçekleşeceği ortaya çıkmış olmaktadır. (Keşşâf)
Uzak işareti اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin kullanılması, onların halinin çirkinliğinin son aşamaya vardığını ve kötülükteki mertebelerinin pek uzak olduğunu bildirmek içindir. Azabın bu şekilde vasıflandırılması, zat olarak da sıfat olarak da pek korkunç olduğunu bildirmek içindir. (Ebüssuûd)