Nisâ Sûresi 46. Ayet

مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَياًّ بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْناً فِي الدّ۪ينِۜ وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاً  ...

Yahudilerden öyleleri var ki, (kelimeleri yerlerinden kaydırıp) tahrif ederek onları anlamlarından uzaklaştırırlar. Dillerini eğip bükerek ve dine saldırarak “İşittik, karşı geldik”, “İşit, işitmez olası!” “Râ’inâ” derler. Hâlbuki onlar, “İşittik ve itaat ettik; dinle ve bize bak” deselerdi, bu kendileri için daha hayırlı olurdu. Fakat Allah, küfürleri yüzünden kendilerini lânetlemiştir. Bu yüzden pek az iman ederler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مِنَ
2 الَّذِينَ öyleleri var ki
3 هَادُوا Yahudilerden ه و د
4 يُحَرِّفُونَ kaydırıyorlar ح ر ف
5 الْكَلِمَ kelimeleri ك ل م
6 عَنْ -nden
7 مَوَاضِعِهِ yerleri- و ض ع
8 وَيَقُولُونَ ve diyorlar ق و ل
9 سَمِعْنَا işittik س م ع
10 وَعَصَيْنَا ve isyan ettik ع ص ي
11 وَاسْمَعْ ve dinle س م ع
12 غَيْرَ غ ي ر
13 مُسْمَعٍ dinlemez olası س م ع
14 وَرَاعِنَا ve "ra’ina" ر ع ي
15 لَيًّا eğip bükerek ل و ي
16 بِأَلْسِنَتِهِمْ dillerini ل س ن
17 وَطَعْنًا ve taşlayarak ط ع ن
18 فِي
19 الدِّينِ dini د ي ن
20 وَلَوْ keşke (eğer)
21 أَنَّهُمْ onlar
22 قَالُوا deselerdi ق و ل
23 سَمِعْنَا işittik س م ع
24 وَأَطَعْنَا ve ita’at ettik ط و ع
25 وَاسْمَعْ ve dinle س م ع
26 وَانْظُرْنَا ve bize bak ن ظ ر
27 لَكَانَ elbette olurdu ك و ن
28 خَيْرًا daha iyi خ ي ر
29 لَهُمْ kendileri için
30 وَأَقْوَمَ ve daha sağlam ق و م
31 وَلَٰكِنْ fakat
32 لَعَنَهُمُ onları la’netlemiştir ل ع ن
33 اللَّهُ Allah
34 بِكُفْرِهِمْ inkarlarından dolayı ك ف ر
35 فَلَا
36 يُؤْمِنُونَ inanmazlar ا م ن
37 إِلَّا hariç
38 قَلِيلًا pek azı ق ل ل
 

Yahudilerden bir kısmının kelimelerin yerlerini değiştirmeleri –muhtemelen bu âyetten alınan– tahrîf terimi ile ifade edilmektedir. Tahrifin çeşitleri vardır. Âyetin devamında verilen örnekler tahriftir, burada müsbet mâna ve değer ifade eden kelimeler alınmakta, ya ses benzerliğinden veya kelimelerin diğer mânalarından yararlanılarak olumsuz, kötü, aşağılayıcı maksatlarla kullanılmaktadır. Meselâ “râinâ” kelimesi Arapça’da “Bizi gözet, durumumuzu göz önüne alarak konuş...” mânasına gelir, müminler bu ifadeyi olumlu bir mânada kullanmakta, Hz. Peygamber’den –söylediklerini iyi anlamaları ve yerine getirebilmeleri için– durumlarını gözeterek konuşmasını, açıklamalarını buna göre yapmasını istirham etmektedirler.

Yahudiler ise İbrânîce’de ses itibariyle bu kelimeye benzeyen ve “ahmak, kalın kafalı” gibi bir mâna ifade eden “râûnâ” kelimesinin mânasını kastederek “râinâ” demektedirler. Tahrifin diğer şekilleri kelimelerin yerlerini değiştirmek, kelimeleri başkalarıyla değiştirmek ve lafızla alâkası olmayan veya kastedilme ihtimali çok uzak bulunan mânalar vererek sözü asıl mânasından saptırmak suretiyle yapılmaktadır. Bir kısım yahudiler ve hıristiyanlar tahrifin bütün şekillerini yapmışlar, hem kendilerini aldatmışlar hem de başkalarını saptırmak istemişlerdir. Kötü niyetle davranan, hidayet karşısında sonuna kadar direnen kâfirler akıl ve iradelerini böyle kullandıkları için ilâhî lânete müstahak olmuşlardır, lânetlenmişlerin ise inanmaları beklenemez. “Artık pek az inanırlar” ifadesi, “Bunu çok az adam söyleyebilir”, “utanması az” deyimlerinde olduğu gibi olumsuzluk ifade etmek için kullanılmıştır, “Artık inanmazlar” demektir.

Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 76-77

 

Sebete: Asıl anlamı çalışmayı/işi bırakmaktır. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri sebt (Cumartesi) ve şabat (yahudilerde dinlenme günüdür. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

حَرْف Bir şeyin harfi; onun kenarı, ucu demektir. مُحَارِف Malı mülkü kalmamış mahrum yoksul kişidir. Bir şeyi tahrif etmek, onu eğip bükmektir. (Müfredat) Kur’ân’ı Kerim’de türevleriyle 6 ayette geçmiştir. (Mucemul Müfehres) Türkçede kullanılan şekilleri harf, herif, tahrif, muharref, harfiyyen ve muharriftir. (Kur’ânı Anlayarak Okuma Rehberi)

 

مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَياًّ بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْناً فِي الدّ۪ينِۜ 

 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûlu,  مِنَ  harf-i ceriyle birlikte mukadder mübtedanın mahzuf mukaddem habere müteallıktır. Takdiri  قوم  şeklindedir.

مِنَ  teb’izdir. Mahzuf bir mübtedanın haberidir. Bunun delili  يُحَرِّفُونَ  kelimesinin, o mübtedanın sıfatı olmasıdır. Takdiri  قَوْمٌ يُحَرِّفُونَ الكَلِمَ (Kelimeyi tahrif eden bir kavim) şeklindedir. Arap kelamında mevsûf hazfedilip, sıfatının da onun yerine kaim olması yaygındır. (Âşûr) 

İsm-i mevsûlün sılası  هَادُوا ‘dur. Îrabtan mahalli yoktur.

هَادُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

يُحَرِّفُونَ  cümlesi mübteda olan  قوم ‘in sıfatı olarak mahallen merfûdur.

يُحَرِّفُونَ  muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  الْكَلِمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.  عَنْ مَوَاضِعِه۪  car mecruru  يُحَرِّفُونَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  يَقُولُونَ muzari fiildir.  نَ ’un sübutuyla merfûdur. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  سَمِعْنَا ‘dır.  سَمِعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا fail olarak mahallen merfûdur.  يَقُولُونَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur.

عَصَيْنَا  cümlesi atıf harfi  وَ’la mekulü’l-kavle matuftur.  عَصَيْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.

وَ  atıf harfidir.  اسْمَعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri 

أنت  dir.  غَيْرَ  kelimesi  اسْمَعْ ’deki failin hali olup fetha ile mansubtur. 

مُسْمَعٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

وَ  atıf harfidir.  رَاعِنَا  illet harfinin hazfıyla mebni emir fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir. 

لَيًّا  hal olup fetha ile mansubtur.  بِاَلْسِنَتِهِمْ  car mecruru  لَيًّا ‘e müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

طَعْنًا  kelimesi atıf harfi  وَ ’la  لَيًّا ’e matuftur.  فِي الدّ۪ينِ  car mecruru  طَعْنًا ’e müteallıktır.       


 وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ 

 

وَ  istînâfiyyedir.  لَوْ  gayrı cazim şart harfidir. Cümleye muzâf olur. 

اَنَّ  ve masdar-ı müevvel mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur. Takdiri  ثبت (Sabit oldu) şeklindedir. Yani  لو ثبت قولهم  manasındadır.

اَنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir  هُمْ [onlar]  اَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur.  قَالُوا  fiili  اَنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.

Mekulü’l-kavli,  سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا ‘dır.  سَمِعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  قَالُوا  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. 

وَ  atıf harfidir.  اَطَعْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  fail olarak mahallen merfûdur.  اسْمَعْ  sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

وَ  atıf harfidir.  انْظُرْنَا  sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri  نَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Fail ise müstetir olup takdiri  أنت ‘dir.

لَ  harfi  لَوْ ‘in cevabının başına gelen vakıadır.  كَانَ  nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هو ’dir.

خَيْرًا  ise  كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur.

لَهُمْ  car mecruru  خَيْرًا ‘a müteallıktır.  اَقْوَمَ  kelimesi  خَيْرًا ’a matuftur.

اَقْوَمَ  kelimesi ism-i tafdil kalıbındadır.

Şayet  لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ  [Onlar için daha hayırlı olurdu] ifadesindeki zamir nereye racidir? dersen, şöyle derim:  اَنَّهُمْ قَالُوا [sözleri] ifadesine racidir, çünkü mana,  سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا  [işittik, itaat ettik] ifadeleri sübut bulup devam etseydi bu sözleri “onlar için daha hayırlı” yani daha isabetli ve daha adil olurdu, şeklindedir. (Keşşâf)

   

وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاً

 

وَ  atıf harfidir. لٰكِنْ  istidrak harfidir.  لَعَنَهُمُ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  هُمُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.  اللّٰهُ  lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.  بِكُفْرِ  car mecruru  لَعَنَ  fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfûn ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بِ  harf-i ceri sebebiyyedir.

فَ  ta’lîliyyedir.  لَا  nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.  يُؤْمِنُونَ  muzari fiildir.

نَ ’un sübutuyla merfûdur.  اِلَّا  hasr edatıdır.  قَل۪يلًا  mef’ûlu mutlaktan naibtir. Takdiri; لا يؤمنون إلا إيمانا قليلا  (Sadece az bir imanla inanırlar.) şeklindedir.




 

مِنَ الَّذ۪ينَ هَادُوا يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪ وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا لَياًّ بِاَلْسِنَتِهِمْ وَطَعْناً فِي الدّ۪ينِۜ

 

Ayet müstenefe olarak fasılla gelmiştir. İlk cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Lâzım-ı faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Bahsi geçen kişileri tahkir için gelen mecrur mahaldeki  الَّذ۪ينَ  ism-i mevsûlu   قوم  şeklinde takdir edilen mahzuf mübtedanın mahzuf haberine müteallıktır. 

Sılası mazi fiil sıygasındaki  هَادُوا  olan mevsûlde tevcîh sanatı vardır.  

يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ عَنْ مَوَاضِعِه۪  cümlesi takdiri  قوم  olan  mahzuf mübteda için sıfattır. Sıfatlar, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır. Muzari fiil sıygasındaki  وَيَقُولُونَ  cümlesi  يُحَرِّفُونَ ’ye  وَ ’la atfedilmiştir. Vasıl sebebi hükümde ortaklıktır.

يَقُولُونَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  سَمِعْنَا  cümlesi  mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Akabindeki aynı üslupta gelen  وَعَصَيْنَا  cümlesi  سَمِعْنَا ’ya atfedilmiştir. Vasıl sebebi hükümde ortaklıktır.

وَاسْمَعْ  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Dua manasındadır.  غَيْرَ hal,  مُسْمَعٍ muzâfun ileyhtir.

لَيًّا بِاَلْسِنَتِهِمْ  ibaresinde de istiare vardır.  لَيًّ  kelimesinin manası ‘ipi bükmek’tir. Burada zahiri manasından başka bir mana ifade eden söz için kullanılmıştır. (Sâbûnî) 


 وَلَوْ اَنَّهُمْ قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا لَكَانَ خَيْراً لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ

 

وَ  istînâfiyye veya haliyyedir. Cümle şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır.

اَنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi masdar teviliyle mahzuf fiilin faili olarak mahallen merfûdur.

Faide-i haber inkarî kelam olan cümlede  اَنَّ ’nin haberi mazi fiil sıygasında gelerek, hükmü takviye ve hudûs ifade etmiştir.

قَالُوا  fiilinin mekulü’l-kavli  سَمِعْنَا  cümlesi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Aynı üsluptaki  وَاَطَعْنَا  tezayüf dolayısıyla bu cümleye atfedilmiştir.

وَاسْمَعْ ,  cümlesi emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Dua manasındadır. Aynı  üslupta gelen  وَانْظُرْنَا  cümlesi makabline matuftur. Bu iki cümle emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında oldukları için mecâz-ı mürsel mürekkebtir. Bu cümleler mekulü’l-kavle matuftur.

Lâm-ı vakıa ve  كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesi  كَانَ خَيْرًا لَهُمْ وَاَقْوَمَۙ , şartın cevabıdır.

كَانَ ,  خَيْرًا ‘nin haberi,  اَقْوَمَۙ  ona matuftur. Her iki kelime de ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.

عَصَيْنَا - اَطَعْنَا  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır. 

يَقُولُونَ -  قَالُوا  ve  سَمِعْنَا - اسْمَعْ - مُسْمَعٍ  kelime grupları arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

عَصَيْ  fiili zıt manalı kelimelerdendir (tezdâd). Toplanmak ve ayrılmak şeklinde iki manası vardır. Emre sarılmak ve emirden uzaklaşmak. Tevcih sanatı: Bir sözün medih ve zem gibi iki zıt yönde anlaşılacak şekilde söylenmesi sanatıdır.

Zıt anlamlılık ve tevcih sanatı bu ayette üç yerde vardır:  عَصَيْ ,  رَاعِ ,  اسْمَعْ - غَيْرَ مُسْمَعٍ Belki de üç tevcih sanatı bir arada başka bir yerde yoktur.

رَاعِنَا : ‘Bizi gözet’ demektir. İbranice’de ise  رَعُنَ , ''sen ahmaksın'' demektir.

اسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ : [İşit, işitmez olan] demektir. Burada tevcih sanatı vardır. Bu ifade hem medih, hem zem için kullanılır. ''Dinle ey nahoş bir kelime dinletilemeyecek kişi. Lütfen ve tenezzülen dinle, çünkü sana karşı söz söylemek ve zorla dinletmek haddimiz değildir'' manasında olduğu gibi, ''Ey sözü dinlenmez olan, çağırdığı şeye icabet edilmeyen kişi'' manası da anlaşılabilir. (Tevcih)

Burada  اسْمَعْ - غَيْرَ مُسْمَعٍ  arasında tıbâk-ı selb vardır.

Ayrıca  وَيَقُولُونَ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا وَاسْمَعْ غَيْرَ مُسْمَعٍ وَرَاعِنَا  cümleleri ile  قَالُوا سَمِعْنَا وَاَطَعْنَا وَاسْمَعْ وَانْظُرْنَا  cümleleri arasında beşli mukabele vardır.

طَعْنًا - اَطَعْنَا  arasında  iştikakı sağire dolayısıyla cinas-ı nakıs ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Ayette, tafdil kipinin kullanılarak "daha hayırlı ve daha doğru olurdu" buyurulması,

- Ya gerçek manasında kullanılmıştır, ancak bu hayır kendi inançlarına göredir;

- Ya da istihza makamında kullanılmıştır;

- Ya da buradaki tafdil kipi gerçek anlamda değil ism-i fail anlamında olup "hayırlıdır, doğrudur" demektir.

Ayette,  لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ  [kendileri için daha hayırlıdır] ifadesi,  اَقْوَمَ [daha doğru] ifadesinden önce zikredilmiştir. Çünkü onların bütün gayretleri sadece kendi menfaatleri için idi.

سَمِعْنَا  [işittik] fiilinin iki kere tekrarı öncekinin muteber olmadığına değil, fakat hiç mevcut olmadığına dikkat çekmek içindir. Çünkü onlar gerçeği işitmiyorlardı, işitmeleri ret işitmesi idi. سَمِعْنَا  [işittik] demelerinden maksatları da emre isyanlarının, onu işitmelerinden ve ona vakıf olmalarından sonra gerçekleştiğini bildirmek içindir.  (Ebüssuûd)


 وَلٰكِنْ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ بِكُفْرِهِمْ 

 

وَ  atıf,  لٰكِنْ  istidrâk harfidir. Mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan cümlede müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet uyandırmak içindir.

Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.

Bu cümle onların söylediklerinin red ve tekzibi niteliğindedir. (Ebüssuûd)


 فَلَا يُؤْمِنُونَ اِلَّا قَل۪يلاً

 

Ayetin son cümlesinde  فَ  ta’lîliyyedir. Kasr üslubunda faide-i haber talebî kelamdır.

İstisna harfi  اِلَّا  ve olumsuzluk harfi  لَا  ile kasr oluşmuştur.  اِلَّا ’nın sadece istisna harfi olmasına da cevaz vardır.

Sıfat olan  قَل۪يلًا , mahzuf fiilin takdiri  إيمانا  olan mef’ûlü mutlakından naibdir. Dolayısıyla cümlede îcaz-ı hazif ve ıtnâb sanatları vardır

لَعَنَهُمُ - بِكُفْرِهِمْ - طَعْنً  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

يُؤْمِنُونَ - بِكُفْرِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab sanatı vardır.

يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ  ibaresinde istiare vardır. 

يُحَرِّفُونَ  fiilinin mazi değil de muzari gelişi teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade eder. 

 الْكَلِمَ ‘deki tarif, ahd-i ilmîdir.

Ayetteki  غَيْرَ مُسْمَعٍ [dinlemez olası] ifadesinin hem övgüye hem de yergiye ihtimali vardır. Eğer “dinle, dinlenmez olası” şeklinde olursa, bu bir yergidir. Çünkü Muhammed’in (as) çağrısı değil de onların çağrısı kabul edilirse Muhammed (as) dinlenmeyen kimse olacaktır. Bu ifadenin övgüye de ihtimali vardır. Zira bu durumda, “sözü hoş görülmeyerek dinlenmeyen kimse bizi dinle” demektir. (Dr Mustafa Aydın, Arap Dili Belâğatında Bedî İlmi ve Sanatları)

Allah Teâlâ, ["Artık onlar, birazı müstesna olmak üzere, iman etmezler"] buyurmuştur ki bu ifade ile ilgili şu iki açıklama yapılmıştır:

Birinci görüş: Bu ifadedeki, ‘’birazı’’ lafzı, kavmin sıfatı olup, takdiri, "Onlardan ancak az sayıda kimseler iman eder" şeklindedir. Sonra bu takdiri yapanlardan bazıları, bu pek az kimse ile, Abdullah İbn Selâm ve arkadaşları (gibi müslüman olanların) kastedilmiş olduğunu söylemişlerdir. Bu sayısı az topluluğun, Cenâb-ı Allah'ın ileride iman edeceklerini bildiği kimseler olduğu da söylenmiştir.

İkinci görüş: Ayetteki قَل۪يلًا  (biraz, az) kelimesi imanın sıfatı olup, ifadenin takdiri "Onlar, ancak pek az iman ederler" şeklindedir. Zira "Onlar, ancak pek az iman ederler" şeklindedir. Zira onlar Allah'a, Tevrat'a ve Hazret-i Musa'ya iman etmişler, ama diğer peygamberleri inkâr etmişlerdir. Ebu Ali el-Fârisi, şöyle diyerek bu görüşü birinciye tercih etmiştir:  قَل۪يلًا  lafzı, müfrettir. Eğer bununla bir çok insan (kavim) kastedilmiş olsaydı, tıpkı Hak Teala'nın,  اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَشِرْذِمَةٌ قَل۪يلُونَۙ [Şüphesiz ki bunlar azar azar bir cemaattir] (Şuara/54) ayetinde olduğu gibi, cemi gelirdi. (Fahreddin er-Râzî)