اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكاً عَظ۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | يَحْسُدُونَ | kıskanıyorlar mı |
|
3 | النَّاسَ | insanlara |
|
4 | عَلَىٰ | yüzünden |
|
5 | مَا | şeyi (vahiyleri) |
|
6 | اتَاهُمُ | verdiği |
|
7 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
8 | مِنْ | -ndan |
|
9 | فَضْلِهِ | lutfu- |
|
10 | فَقَدْ | oysa |
|
11 | اتَيْنَا | biz verdik |
|
12 | الَ | soyuna |
|
13 | إِبْرَاهِيمَ | İbrahim |
|
14 | الْكِتَابَ | Kitabı |
|
15 | وَالْحِكْمَةَ | ve hikmeti |
|
16 | وَاتَيْنَاهُمْ | ve onlara verdik |
|
17 | مُلْكًا | bir mülk |
|
18 | عَظِيمًا | büyük |
|
اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ
اَمْ munkatı’ olup بل ve hemze manasındadır. يَحْسُدُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
النَّاسَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. مَٓا müşterek ism-i mevsûlu, عَلٰى harf-i ceriyle birlikte يَحْسُدُونَ fiiline müteallıktır. İsm-i mevsûlun sılası اٰتٰيهُمُ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
اٰتٰيهُمُ mukadder fetha üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir هُمُ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. اللّٰهُ lafza-i celâli, fail olup lafzen merfûdur.
مِنْ فَضْلِه۪ car mecruru ism-i mevsûlun mukadder aid zamirinin mahzuf haline müteallıktır. Takdiri; ما آتاهم إيّاه الله من فضله (Allah’ın fazlından ona verdiği) şeklindedir. Muttasıl zamir ه muzâfun ileyh olarak mahallen mansubtur.
فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكاً عَظ۪يماً
فَ ta’lîliyyedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. اٰتَيْنَٓا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. اٰلَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِبْرٰه۪يمَ kelimesi muzâfun ileyh olup gayrı munsarif olduğu için cer alameti fethadır. Çünkü kendisinde hem alemlik (özel isim olma vasfı) ve hem de ucmelik vasfı (yani Arapça olmama vasfı) bulunmaktadır.
الْكِتَابَ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. وَالْحِكْمَةَ kelimesi atıf harfi وَ ’la الْكِتَابَ ’ye matuftur.
وَ atıf harfidir. اٰتَيْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مُلْكًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur. عَظ۪يمًا ise مُلْكًا ’in sıfatıdır.اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلٰى مَٓا اٰتٰيهُمُ اللّٰهُ مِنْ فَضْلِه۪ۚ
اَمْ munkatıa, yani بل ve istifham hemzesi manasındadır. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle kınama amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebtir. Ayrıca soruda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
اَمْ يَحْسُدُونَ ifadesinde أم edatı بل ve istifham hemzesi anlamında olup, hasedi yadırgamak ve çirkinliğini göstermek amacıyla gelmiştir. Yahudiler, Allah’ın müminlere nasip ettiği zafer, galibiyet, izzetlerinin artması ve günden güne ilerlemelerinden dolayı Müslümanlara haset etmekteydi. (Keşşâf)
Haset, ancak bir fazilet (üstünlük ve fazlalık) bulunduğu zaman söz konusu olur. Binaenaleyh her ne zaman insan daha tam ve daha mükemmel bir fazilete ve üstünlüğe sahip olursa, ona haset edenlerin hasedi de o nisbette fazla olur. Dinî bakımdan en büyük makamın nübüvvet makamı olduğu malumdur. Yine Cenab-ı Hakk'ın, bunu Hz Peygamber (sav)'e verip, bu nübüvvete her gün gittikçe artan daha güçlü bir devlet, daha büyük bir şevket ve daha çok yardımcı nasip etmiş olduğu da malumdur. Bütün bunlar da büyük bir hasedi icap ettiren şeylerdendir. (Fahreddin er-Râzî)
اَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ [Yoksa insanları kıskanıyorlar mı?] Cümlesinde mecaz-ı mürsel vardır. İnsanlardan maksat Hz. Muhammed (sav)'dir. Umum zikredilmiş, husus kastedilmiştir. Burada, önceki ve sonraki bütün insanların taşıdığı üstün vasıfların Rasulullah (sav)'de toplandığına işaret vardır.(Safvetü't Tefâsir, Fahreddin er-Râzî)
فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكاً عَظ۪يماً
فَ ta’lîliyye, قَدْ tahkik harfidir. Müspet mazi fiil sıygasında lazım-ı faide-i haber talebî kelamdır. Akabindeki aynı üslupla gelen cümle وَ ’la makabline atfedilmiştir. Vasıl sebebi tezayüftür.
فَقَدْ اٰتَيْنَٓا cümlesinde gaibden mütekellime iltifat vardır. Bu hususun önemini bildirmek için bu sanat kullanılmıştır. (Ebüssuûd)
فَقَدْ اٰتَيْنَٓا اٰلَ اِبْرٰه۪يمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَاٰتَيْنَاهُمْ مُلْكًا عَظ۪يمًا [Muhakkak ki İbrahim ailesine kitabı ve hikmeti verdik ve onlara büyük bir saltanat (otorite) verdik] cümlesinde cem' ma’at-taksim vardır.
اٰتَيْنَٓا fiilinin mükerrer olarak kullanılması lütuf ve ihsan makamının gereğidir. Bir de nübüvvet ile hükümdarlığın farklı şeyler olduğunu zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
الْكِتَابَ - الْحِكْمَةَ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
الْكِتَابَ daki marifelik cins içindir. (Âşûr)
[Biz vermiştik] ifadesi, bildikleri bir şeyle, yani Allah’ın kitap ve hikmeti İbrahim hanedanına verdiğine ilişkin kendi bilgileriyle onları susturmaktadır. [İbrahim hanedanı] ki Peygamber (sav)’in selefleridir. Yani Allah’ın, onlara verdiğinin benzerini Peygamber (sav)’e de vermesi garip bir şey değildir. (Keşşâf)
Eğer vermek fiilinden maksat, gerek bizzat gerek bilvasıta vermeyi kapsayan genel bir mana ise- ki bu makama ve öncesine en uygun olan da budur; çünkü makablinde, insanlara lütûfta bulunulduğu belirtilmektedir- o takdirde Âl-i İbrahim'den murad, hepsidir. Çünkü nübüvvet ve hükümranlık verilmek suretiyle bazılarının şereflendirilmesi, hepsinin şereflendirilmesi demektir. Çünkü hepsi hükümranlık eserleriyle ilgilenmiş ve nübüvvet nurundan faydalanmıştır. (Ebüssuûd)