اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَاراًۜ كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُوداً غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزاً حَك۪يماً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | الَّذِينَ | kimseleri |
|
3 | كَفَرُوا | inkar eden(leri) |
|
4 | بِايَاتِنَا | ayetlerimizi |
|
5 | سَوْفَ | yakında |
|
6 | نُصْلِيهِمْ | sokacağız |
|
7 | نَارًا | bir ateşe |
|
8 | كُلَّمَا | her |
|
9 | نَضِجَتْ | piştikçe |
|
10 | جُلُودُهُمْ | derileri |
|
11 | بَدَّلْنَاهُمْ | değiştireceğiz |
|
12 | جُلُودًا | derileri |
|
13 | غَيْرَهَا | başkasıyla |
|
14 | لِيَذُوقُوا | tadsınlar diye |
|
15 | الْعَذَابَ | azabı |
|
16 | إِنَّ | şüphesiz |
|
17 | اللَّهَ | Allah |
|
18 | كَانَ |
|
|
19 | عَزِيزًا | daima üstündür |
|
20 | حَكِيمًا | hüküm ve hikmet sahibidir |
|
Âyetlerimizi örtenleri, örtbas edenleri, âyetlerimizi gündemlerinden düşürenleri, âyetlerimizi yok farz edenleri, âyetlerimizden habersiz bir hayat yaşayanları işaret levhalârımızı kamufle ederek yollarına devam edenleri, uyarılarımıza aldırış etmeden burunları doğrusuna gidenleri ateşe sokacağız, ateşe yaslayacağız, cehenneme sallayıvereceğiz diyor Rabbimiz. Aman Allah’ım! Bizi böyle bir ateşle, bizi böyle bir cehennemle karşı karşıya bırakma! Bizi böyle bedbahtlardan kılma ya Rabbi! Kimmiş bunlar? Kimmiş bu cehennemin ashabı? Allah kendilerine hayatlarını düzenlesinler diye bir kitap gönderdiği halde, Allah kendilerine yeryüzünde rahmet kapıları açtığı halde, Allah’ın âyetlerini örtüp örtbas edenler, hayatlarını Allah’ın âyetleriyle düzenlemeye yanaşmayanlar, sanki böyle bir kitap gelmemiş gibi hareket edenler, hayat programlarını Allah’ın kitabına sormadan yaşayanlar, kitapsız bir hayattan yana olanlar, kitaplarıyla ilgilerini kesenler.
Öyleyse anlıyoruz ki bir dönemler İbrahim (a.s) ile beraber olmak, bir dönemler İshak (a.s) ile, Yâkub (a.s) ile, Dâvûd (a.s), Süleyman (a.s), Mûsâ ve Îsâ (a.s) larla beraber olmak, bir dönemler Muhammed (a.s)’la beraber olmak, eğer bu beraberlik son döneme kadar, ölüme kadar gitmemişse hiçbir değer ifade etmeyecektir. Önceki toplumlar için ilk peygamberden son peygambere kadar iman edilmedikçe bu iman kabul edilmeyeceği gibi bizim için de ölünceye kadar devam etmedikçe iman kabul edilmeyecektir. Allah bizden ölünceye kadar bir iman ve teslimiyet istiyor. Kıyamet kopuncaya kadar bütün peygamberlerin yolunu takip etmemizi istiyor. Hiçbir zaman bu yoldan ayrılma hakkına sahip değiliz. Evet özgürlüğümüz var, dilediğimiz zaman bu yolu terk edip başka yollara gidebiliriz diyorlarsa bu ehl-i kitap o zaman cehennem onların gideceği yerdir. (Besairul Kur’ân-Ali Küçük)
اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَاراًۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubtur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا۟ ’dur. Îrabtan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِاٰيَاتِنَا car mecruru كَفَرُوا fiiline müteallıktır. Mütekellim zamiri نَا , muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
سَوْفَ gelecek zamana işaret eder. Alimler bu edatı tesvif - erteleme diye isimlendirmişlerdir. Vaad veya tehdit bulunan, yani istenen veya hoşlanılmayan bir fiile delalet eden bir muzari fiilin başına geldiklerinde tekid -vurgu olurlar.
نُصْل۪يهِمْ fiili, ی üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur. Muttasıl zamir هِمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
نَارًا kelimesi ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُوداً غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ
كُلَّمَا şart manası taşıyan zaman zarfıdır. بَدَّلْنَاهُمْ fiiline müteallıktır. نَضِجَتْ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir.
جُلُودُهُمْ fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Şartın cevabı بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا ‘dir. بَدَّلْنَا sükun üzere mebni mazi fiildir. Mütekellim zamiri نَا fail olarak mahallen merfûdur.
Muttasıl zamir هُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. Muzâf hazfedilmiştir. Takdiri; بدّلنا جلودهم şeklindedir. جُلُودًا ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
غَيْرَ kelimesi جُلُودًا ’in sıfatıdır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
لِ harfi, يَذُوقُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel , لِ harfiyle birlikte بَدَّلْنَاهُمْ fiiline müteallıktır.
يَذُوقُوا fiili, نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubtur.
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزاً حَك۪يماً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup mansubtur. اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder.
كَانَ ’nin ismi, müstetir هو zamiridir. عَز۪يزًا lafzı كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur. حَك۪يمًا ise ikinci haberdir.اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِنَا سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَاراًۜ
İstînâf cümlesi fasılla gelmiştir. اِنَّ ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin arkadan gelecek olan habere işaret eden ism-i mevsûlle gelmesi, bahsedilen kişilerin bilinen bir grup olduğunu belirtmesi yanında bu kişilere tahkir ifade eder.
Müphem yapısı nedeniyle tevcih ihtiva eden mevsûlün sılası olan كَفَرُوا cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümlenin müsnedi, istikbal harfi سَوْفَ ’nin dahil olduğu سَوْفَ نُصْل۪يهِمْ نَارًاۜ cümlesidir. Faide-i haber talebî kelamdır. Müspet muzari fiil cümlesi formunda gelmiştir.
Burada ateşe yaslanmalarının sürekli ve ebedi oluşunu belirtmek için isim cümlesi gelmiştir. Zira isim cümlesi devamlılık ifade eder. Müsnedin muzari fiil cümlesi formunda gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm, ayrıca zem makamı olduğu için istimrar ifade eder. نُصْل۪يهِمْ Bu kelimede, girdirmenin ötesinde fazladan bir mana vardır. Çünkü bu ifade, "Onları ateşte kebap ederim" demek gibidir. (Fahreddin er-Râzî)
بِاٰيَاتِنَا izafeti ayetlerin şanı içindir.
كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُوداً غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ
Hal cümlesi olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir.
نُصْل۪يهِمْ ’daki mansub zamirden hal olan cümle, şart üslubunda haberî isnaddır. نَضِجَتْ şart fiilidir. Şartın cevabı olan بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ cümlesi müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ cümlesine dahil olan لِ , cümleyi sebep bildiren masdara çevirmiştir. Masdar-ı müevvel, cer mahallinde بَدَّلْنَاهُمْ fiiline müteallıktır. Faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşan terkip, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cildin en üst tabakasında acıyı hisseden sinirler vardır. Onlar yanınca acı hissi kaybolur. Acının devamlı olması için deriler yenilenir.
لِيَذُوقُوا الْعَذَابَۜ [Azabı tatsınlar] ifadesinde istiare vardır. Tatmak dil ile olur. Burada insanın başına gelen acı manasında kullanılmıştır. Tehekkümî istiaredir. Azap, acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak zikredilmiştir. Câmi’ acıyı hissetmektir.
Azabı duymanın azabı tatma biçiminde ifade edilmesi, azabın azlığını beyan için değil,
- fakat ateş azabına uğrayanların devamlı yanmakla duyarlılıklarında bir eksilme olmayacağını, her defasında azabı duymalarının yeni bir şeyi tatmak gibi tam olacağını,
- ya da azabın, bedene acı vermekle beraber yanı sıra bir tat da vereceğini bildirmek;
- veyahut azabın şiddetine dikkati çekmek içindir.
Çünkü tatma duyusu, duyuların en kuvvetlisidir yahut da bu azap acısının ruhun bütün derinliklerine işleyeceğine dikkat çekmek içindir.
Allah Teâlâ, cehennemde yananların derilerini değiştirmeden de azap acısını duyma hassasiyetlerini, olduğu gibi kalıcı kılmaya veya bedenlerini ateşe karşı korumaya muktedir olduğu halde onların derilerini değiştirmesindeki hikmet: insanın, cehennemde yanarken zamanla duyarlılığını kaybedeceğini ve bedenin yanıp kül olmaktan korunduğu gibi, elem ve azap duymaktan da bu suretle kurtulabileceğini vehmetmesi olabilir. (Ebüssuûd)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَز۪يزاً حَك۪يماً
Ta’lîliye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
كَانَ ’nin dahil olduğu كَانَ عَز۪يزًا حَك۪يمًا cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
كَانَ ’nin haberi olan عَز۪يزًا حَك۪يمًا kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezeli olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda, söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)
Azîzdir, bu cezaya kimse engel olamaz. Hakîmdir, bu cezada bir hikmet vardır. Cümle mütekellim zamiriyle başlayıp Allah ismiyle bittiği için iltifat sanatı vardır.
Bu cümle, kâfirlerin cehenneme sokulmalarının ve derilerinin tebdilinin illeti mahiyetindedir. Burada gaib üslubuna geçilerek ism-i celilin zahir olarak zikredilmesi, durumun korkunçluğunu ifade etmek, mehabeti artırmak ve hükmün illetini zımnen bildirmek içindir. Zira ulûhiyet unvanı, Allah'ın (cc) bütün kemâl sıfatlarının temelidir. (Ebüssuûd)
Cenab-ı Hak, "Şüphesiz ki Allah, Azîz ve Hakîmdir" buyurmuştur ki buradaki ‘Azîz’ vasfından maksat, Kâdir ve Gâlip olan; ‘Hakîm’ vasfından maksat da, ancak doğruyu yapan... zat kastedilmiştir. Bu iki kelimenin burada zikredilmiş olması, son derece güzeldir. Zira insanın kalbine, "İnsanın bu ateş içinde ebedî olarak kalabilmesi nasıl mümkün olabilir?" şeklinde hayreti mûcib bir sual gelebilir.. İşte bu durumda o kimseye sanki, "Allah Teâlâ'nın böyle bir şey yapması şaşılacak bir şey değildir. Çünkü O, bütün mümkinata Kâdir ve Gâlip olandır. Binaenaleyh, ateşin tabiatını izâle etmeye Kâdirdir.." denilmiştir.
Yine insanın hatırına "O, Kerîm ve Rahîm'dir; binaenaleyh, O'nun rahmetine, bu zayıf kula bu denli azap etmek nasıl uygun düşer?" sorusu gelebilir. İşte bu durumda da o kimseye, "O, Rahîm olduğu gibi, Hakîm'dir de. Hikmeti, bunu gerektirir" denilir. Zira âlemin nizamı, ancak asi ve günahkârları tehdit etmekle devam edebilir. Binaenaleyh, O'nun sözünün yalan olmadığının ortaya çıkması için, O'ndan sadır olan bu tehdidin mutlaka tahakkuk etmesi gerekir. Böylece, bu iki kelimenin burada zikredilmiş olmasının, son derece güzel ve yerinde bulunduğu sabit olmuş olur. (Fahreddin er-Râzî)