اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | إِنَّ | şüphesiz |
|
2 | اللَّهَ | Allah |
|
3 | يَأْمُرُكُمْ | size emreder |
|
4 | أَنْ |
|
|
5 | تُؤَدُّوا | vermenizi |
|
6 | الْأَمَانَاتِ | emanetleri |
|
7 | إِلَىٰ |
|
|
8 | أَهْلِهَا | ehline |
|
9 | وَإِذَا | ve zaman |
|
10 | حَكَمْتُمْ | hükmettiğiniz |
|
11 | بَيْنَ | arasında |
|
12 | النَّاسِ | insanlar |
|
13 | أَنْ |
|
|
14 | تَحْكُمُوا | hükmetmenizi |
|
15 | بِالْعَدْلِ | adaletle |
|
16 | إِنَّ | şüphesiz |
|
17 | اللَّهَ | Allah |
|
18 | نِعِمَّا | ne güzel |
|
19 | يَعِظُكُمْ | size öğüt veriyor |
|
20 | بِهِ | onunla |
|
21 | إِنَّ | doğrusu |
|
22 | اللَّهَ | Allah |
|
23 | كَانَ |
|
|
24 | سَمِيعًا | işitendir |
|
25 | بَصِيرًا | görendir |
|
Emâneti emânet bilmemizi, emâneti sahibine vermemizi, emâneti emânetin sahibinin istediği gibi kullanmamızı istiyor Rabbimiz. Emânetle ilişkilerimizi emânetin sahibinin istediği şekilde ayarlamamızı istiyor. Allah emânet olarak bize ne vermişse. Akıl mı verdi Allah emânet olarak? Sıhhat mı verdi? Zaman mı verdi? Mal, mülk, fırsat, imkân mı verdi? Ev, araba, arsa mı verdi? Evlât mı verdi? Hanım mı verdi? Veya din mi gönderdi? Kitap, peygamber mi gönderdi? İrade mi verdi emânet olarak? Bunların tümünü emânetin sahibinin razı olduğu yerlerde kullanarak emânetlerimizi yerine getirmemiz isteniyor. Öyleyse burada anlatılan emâneti iki türlü anlıyoruz:
a- Bu emânet Ahzâb sûresindeki emânettir.
“Doğrusu Biz, emâneti (sorumluluğu) göklere, yere, dağlara sunmuşuzdur da onlar bunu yüklenmekten çekin-mişler ve ondan korkup titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahil olan insan onu yüklenmiştir.”
(Ahzâb 72)
Emânet işte bu âyette anlatılan emânettir. Yâni âyetin ifade ettiğine göre emânet tekâlif-i İlâhiyedir. Dindir, imandır, hidâyettir, Kur’-andır, sünnettir, candır, bedendir, iradedir. Allah’ın bize emânet ettiği şeylerdir. Meâric sûresinin ifadesine göre namazcılar bu emânetlere riâyet ederler. Bu emânetlere sahip çıkarlar. Bu emânetlerle ilişkilerini Allah’ın istediği biçimde ayarlarlar. Bu emânetlere asla hıyanette bu-lunmazlar. Bunları zayi etmezler.
Bakara emânet size, Âl-i İmrân emânet, Nisâ, Mâide, Zuhruf, Câsiye Hadîd emânet size. Allah için meselâ Câsiye’yi nerede kullan-dınız bugüne kadar? Biliyor musunuz bu sûreyi? Var mı sizin kitapta böyle bir sûre? Zümer’i nerede harcadınız? Yâsîni nereye yerleştirdi-niz? Eh yerinde duruyor işte, emânet sandığına yerleştirdik, elli yıldır bekliyor mu? Eyvah!
b- Bir de emânet, insanların kendi aralarında birbirlerine emânet ettiği, emânet verdiği şeylerdir. Hattâ bu mânâda kâfirin emânetidir de. İşte buna karşı da riâyetkar davranmamız, nezih davranmamız isteniyor. Emânet sahiplerine karşı sahtekârlık yapmamamız, hıyanet-te bulunmamamız isteniyor.
Evet emânetlere dikkat edelim inşallah. Bakın A’râf sûresinde Rabbimiz buyurur ki:
“Pek az şükrediyorsunuz”
(A’râf 10)
Ne kadar da az şükrediyorsunuz? Bütün bunları, Allah’ın size verdiği bütün bu emânetleri ne kadar da az kullukta kullanıyorsunuz? Ne kadar da az yerinde kullanıyorsunuz? diyor Allah. Bugün meselâ sabahtan akşama kadar ağzınızı nerelerde kullandınız? bir düşünün. Ağzınızı hep paradan puldan, işten aştan söz etmede mi kullandınız? Yoksa Allah’ın vahyinin sözcülüğünde mi kullandınız? Kimilerimiz san-ki üzerinde böyle bir ağız nîmeti yok da, tatmış gibi efendim ben nasıl becereyim vahiy anlatmayı? diyor.
Bakın Rasûlullah Efendimiz bana dedi ki: Size de dedi mi? Bil-mem. Çünkü ben gidip sorduğum için bana dedi, siz de gidip sorduy-sanız size de demiştir. Ama ömrünüzde bir defa gitmemişseniz deme-miştir tabii. Kim Kur’ân okurken, Kur’ân anlatırken zorlanırsa ona iki sevap vardır diyor peygamberim. Yâni şimdi sen benim kadar rahat okuyamıyor musun? Veya çocuklarına onu anlatırken benim kadar ra-hat anlatamıyor musun? Al sana iki sevap. Ne kadar güzel değil mi? Birisi okumanın, anlatmanın sevabı, ötekisi de zorlanmanın sevabı. Öyleyse ne duruyoruz? Niye bu emâneti sahibine iade etmeye koşmuyoruz? Neden bu ağızlarımızı vahyin sözcülüğünde kullanarak e-mânetin sahibine teslim etmiyoruz?
İnşallah Allah’ın size verdiği birkaç emânetten daha söz edelim, ondan sonra âyetin devamına geçelim. Vakit emâneti ve mal, can emâneti, ömür emâneti, eylem emâneti. Acaba onları ne ettiniz? Nerelerde tuttunuz? Allah, verdiği tüm emânetler konusunda basîret versin bize, yolunda kullanma imkânı lütfetsin inşallah.
Demek ki aile emânettir, din emânettir, hayat emânettir, mal mülk emânettir, Kur’ân sünnet emânettir ve bunlar ehline verilecek. Emâneti yerinde kullanmak zorundayız.(Besairul Kur’ân-Ali Küçük)
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنَّ ’nin ismidir.
يَأْمُرُكُمْ fiili اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَأْمُرُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, takdir edilmiş بِ harf-i ceriyle birlikte يَأْمُرُكُمْ fiiline müteallıktır.
تُؤَدُّوا fiili ن ‘un hazfıyla mansub muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. الْاَمَانَاتِ mef’ûlun bihtir. Cemi müennes salim olduğu için nasb alameti kesradır.
اِلٰٓى اَهْلِهَا car mecruru تُؤَدُّوا fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
تُؤَدُّوا fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tef’il babındandır. Sülâsîsi أدي ’dir. Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef‘ûlu herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ
وَ istînâfiyyedir. اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur.
حَكَمْتُمْ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. Sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir تُمْ fail olarak mahallen merfûdur.
بَيْنَ mekân zarfı, حَكَمْتُمْ fiiline müteallıktır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
اَنْ ve masdar-ı müevvel, mukadder fiilin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubtur. Takdiri يأمركم (Size emreder) şeklindedir.
تَحْكُمُوا fiili ن ‘un hazfıyla mansub muzaridir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. بِالْعَدْلِ car mecruru تَحْكُمُوا fiiline müteallıktır.
اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup mansubtur.
نِعِمَّا camid fiil olup medih fiillerindendir. نِعْمَ ’nin faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. مَا nekre-i mevsûfedir. نِعْمَ fiilinin mahsusu mahzuftur. Takdiri; نعم الشيء شيء يعظكم şeklindedir.
يَعِظُكُمْ merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هُو ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. بِه۪ car mecruru يَعِظُكُمْ fiiline müteallıktır.
نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ ifadesindeki مَا , ya يَعِظُكُمْ بِهِ ile tavsif edilen mansub bir kelimedir ya da ism-i mevsûl olmak üzere merfû‘dur, sılası da yine يَعِظُكُمْ بِهِ ’dir. Adeta “Ne güzel şeydir Allah’ın size öğüt verişi!” yahut “Ne güzeldir Allah’ın size öğüt olarak verdiği şey!” buyrulmuş olmaktadır. Medhin mahsusu hazfedilmiş olup şu anlamdadır: نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ ذَاكَ [Allah’ın size verdiği bir öğüt olarak ne güzel bir şeydir bu!] -Yani emanetleri eda etme ve adaletle hükmetme [öğüdü].- (Keşşâf)
نِعِمَّا övgü için kullanılan bir kelimedir. Aslı نِعْمَ مَا şeklindedir. Daha sonra iki مَ birbirine idgam edilmiştir. İbn Kesîr, Hafs rivayetine göre Âsım, Verş rivayetine göre Nâfi ن ve ع harflerini kesreyle okumuştur. نِعْمَ ’deki ن önceden de kesreliydi. Birinci مَ ‘in ikincisi ile idgam edilmesinden dolayı iki sakin harf [ عِ ve idgam edilen مَ ] yan yana gelince عِ harfinin harekelenmesi gerekmiş ve ن ’un harekesini [kesre] almıştır. (Ömer Nesefî / Et-Teysîr Fi’t-Tefsîr)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli, اِنَّ ’nin ismi olup mansubtur. اِنَّ ’nin haberi كَانَ ’nin dahil olduğu isim cümlesidir.
كَانَ nakıs fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde ismini ref haberini nasb eder. كَانَ ’nin ismi müstetir هو zamiridir. سَم۪يعًا lafzı كَانَ ’nin haberi olup lafzen mansubtur. بَص۪يرًا ise ikinci haberdir.
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ
Bu ayette müminlere, bütün işlerde yani ister mezhep ve din işlerinde, isterse dünya ve muamelat hususlarında olsun, emanetlerine riayet edip bihakkın eda etmelerini emretmiştir. Yine Cenab-ı Hak, bir önceki ayette iman edip salih amel işleyenler için büyük bir mükâfaattn bulunduğunu zikredip emanete riayet de salih amellerin en başta gelenlerinden biri olunca, işte muhakkak ki Cenab-ı Hak bu ayette onu emretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
Emanet: Aslında insanın emin (güvenilir ve itimat edilen kimse olması) yani kendisine maddi veya manevi her hangi bir şeyin gönül rahatlığı ile korkusuz bir şekilde teslim edilebilir ve istendiği zaman eksiksiz alınabilir bir şekilde bulunması anlamına masdar ve kısaca masdar olduğu gibi insanın emin olma durumuna, gerek Allah ve gerek insanlar tarafından herhangi bir şekilde bırakılmış olan şeye de ism-i mef’ûl manasına gelen masdarın ismi olmuştur ki burada emanet bu manadadır. Ve bunların sahiplerine verilmesi ile insanlığın, Allah'ın bir emaneti olan şeref ve namus emanetinin korunması emredilmiştir. İnsan, Allahu Teâlâ'nın emanetini taşıyan bir emini, bir vekili olmayı üstüne alan yegâne yaratıktır ki bu sayede diğer yaratıklar üzerinde hüküm ve tasarruf etmeye güç yetirebilir. Bu sayededir ki insanlar da birbirinden emin olarak birbirlerine karşılıklı olarak ve sıra ile birçok hakları ve emaneti bırakırlar. İşte insanlar, gerek Allah'a ve gerek kullara karşı emanetle ilgili bu şereflerini ne kadar güzel korurlar ve emaneti ne derece yerli yerine koyabilirlerse o oranla değer ve iyiliklerini artırmış bulunurlar ve bu şekilde Allah'ın devamlı gölgesine (himayesine) girerler ve halk arasında açıktan ve gizli olarak etkili bir hakimiyet şerefini elde etmiş olurlar. (Elmalılı)
Fasılla gelmiş müstenefedir. اِنَّ ile tekid edilmiş cümle faide-i haber inkârî kelamdır.
اِنَّ ’nin isminin lafza-i celâlle marife olması telezzüz ve teberrük içindir.
اِنَّ ’nin haberinin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Ayrıca muzari fiilin tecessüm özelliği muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek konuyu iyice kavramasına yardımcı olur.
اَنْ ve müspet muzari fiil sıygasındaki cümle masdar teviliyle يَأْمُرُكُمْ fiilinin mef’ûlü yerindedir.
اِنَّ اللّٰهَ يَأْمُرُكُمْ اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ [Muhakkak ki Allah size emanetleri sahibine vermenizi emreder] cümlesi emrin yüceliğini ifade etme ve emre sarılmaya teşvik için haber şeklinde gelmiş bir emirdir ve gerçekleştirilmesi için اِنَّ ile tekid edilmiştir. (Sâbûnî)
اَنْ تُؤَدُّوا الْاَمَانَاتِ اِلٰٓى اَهْلِهَاۙ [… emanetleri ehline vermenizi…] hitabı, her tür emanete ilişkin herkesi kapsamaktadır. Ayetin, emanetleri ehline vermeleri ve adaletle hükmetmelerine ilişkin yöneticilere hitap olduğu da söylenmiştir. (Keşşâf)
تُؤَدُّوا mecazdır, (الِاعْتِرافِ و) (الوَفاءِ) itiraf ve bir şeye vefa göstermek anlamındadır. (Âşûr)
وَاِذَا حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ اَنْ تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ
وَ atıftır. Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Şart cümlesi olan حَكَمْتُمْ بَيْنَ النَّاسِ şart manası olan zaman zarfının muzâfun ileyhidir.
اِذَا ’nın müteallakı olan cevap cümlesi mahzuftur. Takdiri يأمركم [size emrediyor] olabilir.
اَنْ ve masdar-ı müevveli olan تَحْكُمُوا بِالْعَدْلِۜ cümlesi, önceki masdar-ı müevvele matuftur.
Emanet, başkasının sende bir hakkı bulunup, senin de o hakkı sahibine vermenden ibarettir. Adaletle hükmetmek ise bir insanın başkası üzerinde bir hakkı olup, senin de, üzerinde hak bulunan kimseye o hakkı sahibine vermesine hükmetmenden ibarettir. Menfaatları celb, zararları def etme hususunda doğru olan sıralama, önce insanın kendisinden başlaması, sonra başkası ile meşgul olması şeklinde olunca, bundan dolayı Cenab-ı Hak önce emanetle ilgili işi zikretmiş, daha sonra da adaletle hükmetmeyi getirmiştir. Bu ne güzel bir tertip! Çünkü Kur'an'ın inceliklerinin çoğu, bağ ve sıralamalar içine yerleştirilmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُـكُمْ بِه۪ۜ
Fasılla gelmiş müstenefedir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden, faide-i haber inkâri kelamdır.
Cümlenin müsnedi gayrı talebî inşâ cümlesi formunda gelmiştir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Medih fiili olan نِعِمَّ ’nin mahsusu mahzuftur.
اِنَّ اللّٰهَ نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ [Allah bununla size ne güzel öğüt veriyor] yani öğüt verdiği şey ne güzeldir. نِعِمَّا 'nin mahsus bi’l-medhi mahzuftur, o da emanetlerin ödenmesi ve hükümlerde adalet edilmesi gibi emredilen şeylerdir. (Beyzâvî)
نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ ifadesinde مَا, ya يَعِظُكُمْ بِهِ ile tavsif edilen mansub bir kelimedir ya da ism-i mevsûl olmak üzere merfûdur, sılası da yine يَعِظُكُمْ بِهِ ’dir. Adeta “Ne güzel şeydir Allah’ın size öğüt verişi!” yahut “Ne güzeldir Allah’ın size öğüt olarak verdiği şey!” buyrulmuş olmaktadır. Medhin mahsusu hazfedilmiş olup şu anlamdadır: نِعِمَّا يَعِظُكُمْ بِه۪ ذَاكَ [Allah’ın size verdiği bir öğüt olarak ne güzel bir şeydir bu!] -Yani emanetleri eda etme ve adaletle hükmetme [öğüdü].- (Keşşâf)
نِعِمَّا isim fili, (نِعْمَ) ve مَا ‘dan oluşmuştur. İki sakin harf yanyana gelince ayın harfi kesre ile harekelenmiştir. (Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ كَانَ سَم۪يعاً بَص۪يراً
Allah, duyulan ve görülen şeyleri en iyi bilip, sizden südur eden şeye göre size karşılığını verecek olandır" demektir. Bu ifadedeki bir başka incelik de şudur: Allah Teâlâ bu ayette, adaletle hükmetmeyi ve emanetleri yerine getirmeyi emredince, "Şüphe yok ki Allah, hakkıyla işitir, hakkıyla görücüdür" buyurmuştur. Yani, bu "Adaletle hükmettiğin zaman O, duyulabilen her şeyi duyandır. Senin bu hükmünü de duyar; emaneti yerine getirdiğinde de O, görülebilen her şeyi görendir; bunu da görür!" demektir. Hiç şüphesiz bu da, itaat eden kimse için vaad sebeplerinin; isyan eden kimse için vaîd ve tehdit sebeplerinin en büyüğüdür. (Fahreddin er-Râzî)
Ta’lîliyye olarak fasılla gelmiştir. Müstenefe cümlesidir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkarî kelamdır.
Müsnedün ileyhin, bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil lafza-i celâlle gelmesi teberrük, telezzüz ve haşyet duyguları uyandırma amacına matuftur. Cümlede mütekellimin Allah Teâlâ olması hasebiyle, ayetteki lafza-i celâllerde tecrîd sanatı vardır.
كَانَ ’nin dahil olduğu كَانَ سَم۪يعًا بَص۪يرًا cümlesi اِنَّ ’nin haberidir.
كَانَ ’nin haberi olan سَم۪يعًا بَص۪يرًا kelimeleri mübalağa kalıbındadır. Aralarında muvazene ve mürâât-ı nazîr sanatları vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır. Aralarında وَ olmaması Allah’a ait bu iki sıfatın her ikisinin birden mevcudiyetine işarettir.
Allah Teâlâ kendi vasıflarını كَانَ ile birlikte kullandığında aslında bizlere bildirmeden hatta bizleri yaratmadan önce bu vasıflarla muttasıf olduğunu haber vermektedir. Bu sıfatlar ezelde hiç bir şey yokken Allah’ın zatıyla birlikte vardı, ezelî olan ebedidir. Bu yüzden umumiyetle geçmiş zamana delalet eden كَانَ bu durumda cümleye kesinlik kazandırmaktadır.. Onun vasıfları ezelden ebede kadar devam edecektir. Bunun aksini hiç kimse düşünemez. Râgıb el-İsfahânî كَانَ ’nin geçmiş zaman için kullanıldığını, Allah ile ilgili sıfatları ifade ederken ezel anlamı kattığını belirtmiştir. Bu fiilin, bir cinste var olan bir vasıf ile ilgili kullanılması durumunda söz konusu vasfın o cinsin ayrılmaz bir parçası olduğunu vurguladığını ve ona dikkat çektiğini ifade eder. (Vecih Uzunoğlu, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi sayı 41)
Bu cümlede önceki ayete uygun olarak ‘emrederiz’ değil de ‘Allah emreder’ buyurulmuştur. Allah isminin zikri mehabetullah içindir.
يَأْمُرُكُمْ - يَعِظُكُمْ بِه۪ۜ ve بَص۪يرًا - سَم۪يعًا kelime grupları arasında muraatun nazir vardır.
نِعِمَّا kelimesi نِعْمَ ما demektir.
Ayetin bu son cümlesi mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Tezyîl cümlesi, önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.