وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَمَا | ne oldu? |
|
2 | لَكُمْ | size |
|
3 | لَا |
|
|
4 | تُقَاتِلُونَ | savaşmıyorsunuz |
|
5 | فِي |
|
|
6 | سَبِيلِ | yolunda |
|
7 | اللَّهِ | Allah |
|
8 | وَالْمُسْتَضْعَفِينَ | ve zayıf |
|
9 | مِنَ | (uğrunda) |
|
10 | الرِّجَالِ | erkekler |
|
11 | وَالنِّسَاءِ | ve kadınlar |
|
12 | وَالْوِلْدَانِ | ve çocuklar |
|
13 | الَّذِينَ | kimseler |
|
14 | يَقُولُونَ | diyorlar |
|
15 | رَبَّنَا | Rabbimiz |
|
16 | أَخْرِجْنَا | bizi çıkar |
|
17 | مِنْ |
|
|
18 | هَٰذِهِ | şu |
|
19 | الْقَرْيَةِ | kentten |
|
20 | الظَّالِمِ | zalim |
|
21 | أَهْلُهَا | halkı |
|
22 | وَاجْعَلْ | ve ver |
|
23 | لَنَا | bize |
|
24 | مِنْ |
|
|
25 | لَدُنْكَ | katından |
|
26 | وَلِيًّا | bir koruyucu |
|
27 | وَاجْعَلْ | ve ver |
|
28 | لَنَا | bize |
|
29 | مِنْ |
|
|
30 | لَدُنْكَ | katından |
|
31 | نَصِيرًا | bir yardımcı |
|
Müslümanlar Medine’ye hicret ettikten sonra da Mekke müşrikleri onların peşini bırakmamış, bazan başka kabileler ve Medineli bir kısım yahudilerle iş birliği yaparak Bedir, Uhud ve Hendek savaşlarını yapmış, yeni dinin sâliklerini hicret yurtlarında yok etmek istemişlerdi. Ancak bu amaçlarına ulaşamadılar ve hicrî 6. yılda Hudeybiye Antlaşması’nı yapmaya mecbur kaldılar. Bu antlaşmanın bir maddesine göre bundan sonra müslüman olup Mekke’den kaçanlar iade edilecekti. Böylece hicret imkânı bulamayan müslümanlarla bu madde gereği iade edilen müslümanlar, bunların eşleri ve çocukları Mekke’de kaldılar, müşriklerin çeşitli zulüm ve baskıları altında yaşamaya devam ettiler. Bu müminler, işkence ve baskı dayanılamaz hale geldikçe Allah’a yalvarıyor ve bir kurtarıcı göndermesini istiyorlardı. Âyetler bunların dua ve niyazlarına bir cevap olmakla beraber anılan tarihî ilişkiyi aşan boyutları da vardır; çünkü savaş nerede ise insanlıkla yaşıttır. İdam cezasını kaldırarak suçsuz, günahsız insanların hayat hakkını korumak nasıl mümkün olmazsa savaşı kaldırarak, yok ederek, hesap dışı tutarak barışı ve uluslararası ilişkilerde adaleti sağlamak da öyle mümkün değildir. Yapılması gereken, savaşın hukukî ve ahlâkî amaçlarını belirlemek ve onu bu amaçtan saptırmamaktır. Savaşla ilgili âyetlere bakıldığında İslâm’ın, ancak zulmü, din yüzünden baskıyı ve haksız saldırıyı ortadan kaldırmak için buna izin verdiği görülmektedir. Bu âyetlerden burada gördüğümüz ikisi, savaşın iki önemli amacını ortaya koymaktadır: a) Allah rızâsını elde etmek, b) Zulmü engelleyip adaleti sağlamak. “Allah rızâsı” da fayda bakımından kullara dönmektedir. Allah Teâlâ’nın hiçbir şeye ihtiyacı bulunmadığından, O’nun rızâsı için savaşmak, kullarının yararı, din ve vicdan hürriyetinin temini için savaşmaktır. Allah mutlak âdil olduğu ve zerre kadar zulme razı olmadığından “Allah rızâsı için savaşmak” adalet, hukuk ve hakkaniyet uğrunda savaşmaktır. Allah’a ve hak dine inanmayanların da bir tanrıları, baş eğdikleri, itaat ettikleri –maddî, mânevî– bir önderleri olacaktır. Bu önderler Kur’ân’a göre tâguttur, şeytanlardır. Bunlara tâbi olanların savaş amaçları ise hukuk ve adaletin gerçekleşmesi değil, egoizmin tatminidir, zulüm, baskı ve sömürüdür.
Kaynak : Kur’ân Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 95-96
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ
وَ atıf harfidir. İstifham ismi مَا, mübteda olarak mahallen merfûdur. لَكُمْ car mecruru mahzuf habere müteallıktır.
لَا تُقَاتِلُونَ cümlesi لَكُمْ ’deki zamirin hali olarak mahallen mansubtur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تُقَاتِلُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
ف۪ي سَب۪يلِ car mecruru تُقَاتِلُونَ fiiline müteallıktır. اللّٰهِ lafza-i celâli, muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ kelimesi atıf harfi وَ ’la ف۪ي سَب۪يلِ ibaresine matuftur. Muzâf mahzuftur. Takdiri, تخليص المستضعفين (Zayıf bırakılanların kurtarılması) şeklindedir.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ ’nin cer alameti ى harfidir. Çünkü cemi müzekker salimler harfle îrablanırlar. مِنَ الرِّجَالِ car mecruru الْمُسْتَضْعَف۪ينَ ‘nin mahzuf haline müteallıktır. النِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ kelimeleri الرِّجَالِ ’ye matuftur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûlu, الْمُسْتَضْعَف۪ينَ ’nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası يَقُولُونَ ’dir. Îrabtan mahalli yoktur.
يَقُولُونَ fiili نَ ’un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
Mekulü’l-kavl cümlesi nida ve cevabıdır. Nida harfi mahzuftur. Münada olan رَبَّ, muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
Nidanın cevabı اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ’dir. اَخْرِجْنَا sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ’dir.
Mütekellim zamiri نَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubtur. مِنْ هٰذِهِ car mecruru اَخْرِجْنَا fiiline müteallıktır. الْقَرْيَةِ işaret isminden bedel veya sıfatıdır.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ kelimesi sülâsî mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan istif’âl babının ism-i mef’ûlüdür.
الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ
الظَّالِمِ kelimesi الْقَرْيَةِ ’nin sebebi sıfatıdır. اَهْلُهَا kelimesi ism-i fail olan الظَّالِمِ ’nin failidir. Muttasıl zamir هَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الْقَرْيَةِ ,الظَّالِمِ kelimesinin sıfatıdır fakat ehline isnat edilmiştir [faili müzekkerdir]. الْقَرْيَةِ kelimesinin harekesi, sıfatı olduğu için الظَّالِمِ kelimesine verilmiştir, faili de müzekker اَهْلُ kelimesi olduğundan ظَّالِمِ, müzekker kılınmıştır. (Keşşâf)
وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ
Cümle atıf harfi وَ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. اجْعَلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. لَنَا car mecruru اجْعَلْ fiiline müteallıktır. مِنْ لَدُنْكَ car mecruru اجْعَلْ fiiline veya وَلِيًّا ’in mahzuf haline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
وَلِيًّا mef’ûlun bih olup lafzen mansubtur.
وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ
Cümle atıf harfi وَ’la nidanın cevabına atfedilmiştir. اجْعَلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Fail ise müstetir olup takdiri أنت’dir. لَنَا car mecruru اجْعَلْ fiiline müteallıktır. مِنْ لَدُنْكَ car mecruru اجْعَلْ fiiline müteallıktır. Muttasıl zamir كَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَص۪يرًا mef’ûlun bih olup lafzen mansubtur.
وَمَا لَكُمْ لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ وَالْمُسْتَضْعَف۪ينَ مِنَ الرِّجَالِ وَالنِّسَٓاءِ وَالْوِلْدَانِ الَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِياًّۚ وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يراًۜ
وَ atıftır. Önceki ayeteki istînâfa matuftur. Aralarında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır. مَا istifham ismidir.
İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, istifham üslubunda gelmiş olsa da cümlenin asıl geliş amacı kınama ve tevbih olduğu için terkip, mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
İsim cümlesi formunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede car mecrurun müteallakının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan …لَا تُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ cümlesi لَكُمْ ’deki mecrurun zamirinden haldir. Hal cümleleri anlamı kuvvetlendiren ıtnâb sanatıdır.
سَب۪يلِ اللّٰهِ izafetinde lafza-i celâle muzâf olan سَب۪يلِ şeref kazanmıştır.
سَبِیلِ ٱللَّهِ [Allah’ın yolu] ibaresinde tasrihî istiare vardır. سَبِیلِ kelimesi yol demektir. Hedefe ulaştırması bakımından benzer oldukları için din yola benzetilmiştir. Müşebbeh (müstear leh) hazfedilmiş, müşebbehün bih (müstear minh) olan yol zikredilmiştir.
فِی سَبِیلِ ٱللَّهِ ibaresinde فِی harfi de إلى harfi yerine istiare edilmiştir. Allah’ın dini, mazruf yerine konmuştur. Bilindiği gibi فِی harfinde zarfiyet manası vardır. Câmi’, her ikisindeki mutlak irtibattır.
الْمُسْتَضْعَف۪ينَ için sıfat olan has ism-i mevsul الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan يَقُولُونَ cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır. يَقُولُونَ fiilinin mekulü’l-kavli ise nida üslubunda talebî inşaî isnaddır. Cümlede îcâz-ı hazif vardır. Nida harfi mahzuftur. Bu hazif mütekellimin münadaya yakın olma isteğine işarettir.
Nidanın cevabı olan اَخْرِجْنَا مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَاۚ cümlesi ise emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Emir üslubunda gelmiş olmasına rağmen dua manasında olduğu için mecaz-ı mürsel mürekkebtir.
Aynı üsluptaki وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ cümlesi makabline matuftur.
وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ وَلِيًّاۚ cümlesiyle وَاجْعَلْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ نَص۪يرًاۜ cümlesi arasında reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
نَص۪يرًا - وَلِيًّاۚ kelimelerindeki tenvin kesret ve tazim ifade eder.
الظَّالِمِ kelimesi kendisinden sonra gelen kelimenin sıfatıdır, buna sebebî sıfat denir. Sebebî sıfat, mevsufuna sadece îrab ve tarif (marifelik-nekrelik) açısından uyar.
Allahumme diye dua ettiğimiz zaman Allah’ın ulûhiyet sıfatının tecellisini istiyor, ön plana çıkarıyoruz. رَبَّنَٓا diye dua ettiğimiz zaman da rubûbiyet sıfatının tecellisini istiyoruz. (Terbiye edici vb.)
الرِّجَالِ - النِّسَٓاءِ - الْوِلْدَانِ ve نَص۪يرًاۜ - وَلِيًّاۚ kelime grupları arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
مِنْ هٰذِهِ الْقَرْيَةِ ibaresindeki işaret ismi, şehri tahkir için gelmiştir.
İşaret ismi; arkasından gelen şeylerin kendisinden öncekiler sebebiyle gerçekleştiğini işaret eder. (Halidi - Vakafat, s. 119)
اَلْقَرْيَةِ الظَّالِمِ اَهْلُهَا [Halkı zalim olan memleket] Ümmü’l-Kura olan Mekke’ye işarettir ki müşrik olan Mekke halkı, zayıflara ve özellikle içlerinde bulunan müminlere son derece zulüm ve eziyet ediyorlardı. (Elmalılı Hamdi Yazır)
Kadın, erkek ve çocuklar gibi, mustadaf olanlardan maksat, Mekke’de kalıp Medine’ye hicret edemeyen Müslümanlardır. (Fahreddin er-Râzî)
Burada çocukların zikredilmesinin hikmeti; Allah Teâlâ, çocukların babalarını ve annelerini sıkıştırıp zorlamak ve çocukların bulundukları durumdan ötürü müşriklere buğz ettirmek için mükellef olmayan çocukların bile müşriklerin zulmünden kurtulamadıklarını bildirip zulümlerini iyice ortaya koymak ve mustadafların, günahsız küçük çocukların duaları ile Allah’ın rahmetinin inmesini temin etmek gayesi ile dualarına çocuklarını da iştirak ettirdiklerini belirtmek için ayette “çocukları” da zikretmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
ظَّالِمِ اَهْلُهَا terkibi اَلْقَرْيَةِ’nin sıfatıdır. Bundan dolayı ظَّالِمِ kelimesi mecrurdur. Binaenaleyh الظَّالِمَةِ اَهْلُهَا söylenmeli idi, denebilir. Buna şöyle cevap verilir: Nahivciler bu gibi sıfatları, ism-i faile benzeyen sıfatlar diye adlandırırlar. Bu konuda temel kaide şudur: Sen ikinci cüze elif-lâmı getirdiğinde, o faili müzekkerlik ve müenneslik bakımından birinci cüze göre getirirsin. Mesela, مَرَرْتُ بِالْمَرْأَةِ حَسَنَةِ الزَّوْجِ كَرِيمَةِ الْاَبِ (Ben, kocası iyi, babası da çok kerim olan bir kadına rastladım). (Fahreddin er-Râzî)
Önceki ayetteki الَّذِينَ يَشْرُونَ الحَياةَ الدُّنْيا بِالآخِرَةِ sözlerinden sonra bu ayette وما لَكم لا تُقاتِلُونَ buyurularak gaibden muhataba iltifat yapılmıştır. (Âşûr)