اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | الْيَوْمَ | bugün |
|
2 | تُجْزَىٰ | cezalanır |
|
3 | كُلُّ | her |
|
4 | نَفْسٍ | can |
|
5 | بِمَا |
|
|
6 | كَسَبَتْ | kazandığıyle |
|
7 | لَا | yoktur |
|
8 | ظُلْمَ | zulüm |
|
9 | الْيَوْمَ | bugün |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | سَرِيعُ | çabuk görendir |
|
13 | الْحِسَابِ | hesabı |
|
“Buluşma günü”nde yani âhirette olup biteceklerin bir özeti verilmektedir. Buna göre bütün insanlar, –dünyadayken yaptıkları eylemlerin hiçbiri Allah’a gizli kalmaksızın– yeniden hayat sahnesine çıkacaklar; kendisinden başka hiç kimsenin hükümranlık yetki ve imkânının bulunmadığı, sınırsız otorite sahibi, dolayısıyla tek ve mutlak hâkim olan Allah’ın âdil ve süratli yargılamasının sonunda hiç kimseye en küçük bir haksızlık yapılmaksızın herkes dünyada yaptıklarının karşılığını bulacak; cenneti hak edenler cennete, cehennemi hak edenler cehenneme gönderilecektir.
Bir yoruma göre bütün insanlar mahşerde toplandıklarında bir görevli, 16. âyetteki ifadesiyle “Bugün hükümranlık kimindir?” diye seslenecek; bunun üzerine mahşerde toplananların hepsi bir ağızdan, “Elbette tek ve mutlak hükümran olan Allah’ındır!” diye cevap vereceklerdir. Soru soranın bir melekler topluluğu, cevap verenin de başka bir melekler topluluğu veya soru soranın ve cevap verenin bizzat yüce Allah olacağı yönünde görüşler de vardır (Râzî, XXVII, 46-47). 16. âyette, insanların ya inanmadıkları için hiç hesaba katmadıkları veya inanmakla birlikte gaflet ve ihmalleri yüzünden yeterince dikkate almadıkları âhiret gerçeğiyle yüz yüze gelince hissedecekleri korku ve çaresizliğin, içine düşecekleri yalnızlık halinin veciz ve sarsıcı bir ifadesi yer almaktadır.
اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ
اَلْيَوْمَ zaman zarfı تُجْزٰى fiiline mütealliktir.
يَوْمَ hem cümleye hem de tek kelimeye (müfrede) muzâf olan zarflardandır. Cümleye muzâf olduğunda, muzâfun ileyh cümlesinin başında (اَنْ) bulunmaz. Bu duruma pratikte çok rastlanılmaktadır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تُجْزٰى elif üzere mukadder damme ile merfû meçhul muzari fiildir. كُلُّ naib-i fail olup lafzen merfûdur. نَفْسٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. بِ sebebiyyedir.
مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle تُجْزٰى fiiline mütealliktir.
كَسَبَتْ fetha üzere mebni mazi fiildir. تْ te’nis alametidir. Faili müstetir olup takdiri هى ‘ dir.
لَا cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb, haberini ref eder.
ظُلْمَ kelimesi لَا ‘nın ismi olup fetha üzere mebnidir. الْيَوْمَ zaman zarfı لَا ‘nın mahzuf haberine mütealliktir.
اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
سَر۪يعُ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. الْحِسَابِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. سَر۪يعُ sıfat-ı müşebbehe kalıbındandır.
Sıfat-ı müşebbehe; “Benzeyen sıfat” demektir. İsm-i faile benzediği için bu adı almıştır. İsm-i failin ifade ettiği anlam geçici olduğu halde, sıfat-ı müşebbehenin ifade ettiği anlam kalıcıdır. İsm-i fail değişen ve yenileşen vasfa delalet eder. Sıfat-ı müşebbehe sürekli ve sabit vasfa delalet eder. Bu süreklilik ve sabitlik az veya çok, bazen de sonsuza kadar devam eder. Geniş zamana delalet eder. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. يَوْمَ zaman zarfı, önemine binaen amili olan تُجْزٰى fiiline takdim edilmiştir.
Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudus, istimrar, teceddüd ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
تُجْزٰى fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Suret-i İbrahim, s. 127)
Zaten fiilin failinin Allah Teâlâ olduğu aşikârdır.
نَفْسٍ ’in tenkiri kesret ve cins ifade eder.
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا harf-i cerle birlikte تُجْزٰى fiiline mütealliktir. Sılası olan كَسَبَتْ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
بِمَا كَسَبَتْۜ sözü; “ne arttırılır ne de eksiltilir, tam olarak karşılığı verilir” demektir. Bu söz nefse aittir, çünkü nefis yaptığı şeyi tercih ederek yapmıştır. Bunda nefsin kazandığı şeylerle cezalandırılacağı manası da vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 115)
لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ
Ayetin ikinci cümlesi istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden nefy harfi لَا ’nın dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. ظُلْمَ , kelimesi لَا ’nın ismidir.
Sübut ve istimrar ifade eden cümlede îcaz-ı hazif sanatı vardır. الْيَوْمَ ’nin müteallakı olan لَا ’nın haberi mahzuftur.
الْيَوْمَ kıyamet gününden kinayedir. Ayette önemine binaen, muhatabın zihnine iyice yerleştirmek için tekrar edilmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
لَا ظُلْمَ الْيَوْمَۜ cümlesi اَلْيَوْمَ تُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْۜ için bedel-i iştimâl olarak gelmiştir. Yani içerisinde zulmün olmadığı, adil bir karşılık demektir. Cinsini nefyeden لا ’dan sonra gelenin nekra olmasına binaen tam olarak: ‘içerisine zulmün en küçük bir parçasının dahi karışmadığı adil bir karşılık’ anlamına gelmektedir.(Âşûr)
اِنَّ اللّٰهَ سَر۪يعُ الْحِسَابِ
Ayetin son cümlesi ta’liliyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.
اِنَّ ile tekid edilmiş, faide-i haber inkârî kelamdır. İsim cümlesi sübut ve istimrar ifade etmiştir. Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden, اِنَّ ve isim cümlesi olmak üzere iki tekid içeren bu ve benzeri cümleler çok muhkem/sağlam cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim ve kalplere korku salmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اِنَّ ’nin haberi az lafızla çok anlam ifade etme yollarından olan izafetle gelmiştir.
سَر۪يعُ , sıfat-ı müşebbehe kalıbıdır. Mübalağa ifade eder.
Ayette müsnedin marife gelişi isnadın Allah Teâlâ’ya olması karinesiyle tahsis ifade eder.
Ayetin fasılası olan bu cümle mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
سَر۪يعُ الْحِسَابِ sıfatının ayetle mükemmel uyumu teşabüh-il etraf sanatının güzel bir örneğidir.
الْحِسَابِ - تُجْزٰى ve كَسَبَتْۜ - الْحِسَابِ gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.