Mü'min Sûresi 26. Ayet

وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ  ...

Firavun dedi ki: “Bırakın beni, Mûsâ’yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabbini yardıma çağırsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.”
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 وَقَالَ ve dedi ق و ل
2 فِرْعَوْنُ Fir’avn
3 ذَرُونِي bırakın beni و ذ ر
4 أَقْتُلْ öldüreyim ق ت ل
5 مُوسَىٰ Musa’yı
6 وَلْيَدْعُ ve yalvarsın د ع و
7 رَبَّهُ Rabbine ر ب ب
8 إِنِّي çünkü ben
9 أَخَافُ korkuyorum خ و ف
10 أَنْ diye
11 يُبَدِّلَ onun değiştirecek ب د ل
12 دِينَكُمْ dininizi د ي ن
13 أَوْ yahut
14 أَنْ diye
15 يُظْهِرَ çıkaracak ظ ه ر
16 فِي
17 الْأَرْضِ yeryüzünde ا ر ض
18 الْفَسَادَ fesad ف س د
 
Bu ifadelerden anlaşıldığına göre –henüz Tevrat gelmemiş olsa da– Mûsâ, kavmini kurtarmak için geldiği Mısır’da Firavun ve çevresine Allah’ın birliği inancına dayalı İsrâil dinî kültüründen gelen bazı inançlardan söz etmişti. Halbuki eski Mısır dinî geleneğine göre firavunlar hem kral hem de tanrının oğlu, dolayısıyla tanrı sayılıyorlardı. İşte Firavun, muhtemelen, Mûsâ’nın sözünü ettiği dinî inançların kendi halkının geleneksel dinî telakkisini ve kendisinin o telakkiye göre sahip olduğu konumu tehlikeye sokacağını gördüğü için bu kaygısını çevresindekilere, “Onun, dininizi değiştireceğinden yahut ülkede huzursuzluk çıkaracağından kaygı duyuyorum” şeklinde ifade etmiş ve Mûsâ’yı öldürmeye, ona inananların erkek çocuklarını katliama tâbi tutmaya karar vermişti. Nitekim İbn Atıyye de söz konusu âyetleri bu yönde yorumlamaktadır (IV, 555). Ancak bu büyük tehlikeye rağmen Hz. Mûsâ, âhirete inanmadıkları için yaptıklarının yanlarına kalacağını sanan bütün despotik güçlere karşı Allah’ın, kendisine inanıp güvenerek doğru yolda azimle ilerleyenlere yardım edeceğinden emindi.
 

وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ 

 

Fiil cümlesidir. وَ  istînâfiyyedir. قَالَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. فِرْعَوْنُ  fail olup lafzen merfûdur. Mekulü’l-kavli  ذَرُون۪ٓي ‘dir.  قَالَ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

ذَرُون۪ٓي  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. Sonundaki  نِ  vikayedir. Mütekellim zamiri  ي  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

اَقْتُلْ مُوسٰى  cümlesi mukadder şartın cevabıdır. Takdiri, إن تتركوني أو إن تذروني أقتل (Beni bırakırsan öldüreceğim) şeklindedir. 

اَقْتُلْ  talebin cevabı olduğu için meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  انا ‘dir. مُوسٰى  mef’ûlun bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur.

Gayri munsarif isimler: Kesra (esre) ve tenvini alamayan isimlerdir. Gayri munsarif isimler esre yerine fetha alırlar. Yani bu isimler ref halinde damme, nasb halinde fetha, cer halinde yine fetha alırlar. Gayri munsarif “memnu’un mine’s-sarf (اَلْمَمْنُوعُ مِنَ الصَّرفِ)” da denir. Arapçada kullanılmakla birlikte arapça kökenli olmayan alem (özel) isimler (Yer, ülke, kişi adları vb. gibi isimler) de gayri munsariftir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)   

وَ  atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لْ  emir lam’ıdır.  يَدْعُ   fiili illet harfinin hazfıyla meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. 

رَبَّهُ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 


اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir, ismini nasb haberini ref eder. Muttasıl zamir olan  ي  harfi  اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. اَخَافُ  fiili  اِنّ۪ٓ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.  

اَخَافُ  damme ile merfû muzari fiildir. Faili ise müstetir zamir olup takdiri  أنا ‘dir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel,  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.

Fiil-i muzarinin başına  اَنْ  harfi geldiği zaman onu nasb ettiği gibi anlamını da masdara çevirmektedir. Bu tür masdarlara masdar anlamı içerdikleri için “tevilli masdar (masdar-ı müevvel cümlesi)” denmektedir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)  

يُبَدِّلَ  fetha ile mansub muzari fiilidir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  د۪ينَكُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzafun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

يُظْهِرَ  atıf harfi  اَوْ  ile makabline matuftur. 

اَوْ  atıf harfi tahyir/tercih ifade eder. Türkçedeki karşılığı “veya, yahut, yoksa” olan bu edat, iki unsur arasında (matuf-matufun aleyh) tahyir yani tercih (iki şeyden birini seçme) söz konusu olması durumlarında kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

يُظْهِرَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. فِي الْاَرْضِ  car mecruru  يُظْهِرَ  fiiline mütealliktir.  الْفَسَادَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.

يُبَدِّلَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  بدل ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.

يُظْهِرَ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  ظهر ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.
 

وَقَالَ فِرْعَوْنُ ذَرُون۪ٓي اَقْتُلْ مُوسٰى وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ 

 


وَ , istînâfiyyedir. Ilk cümle, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

قَالَ  fiilinin mekulü’l-kavli olan  ذَرُون۪ٓي , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Buradaki vav harfi, Firavun’un sözüyle onların sözlerini birbirine bağlar. Ancak bunların arasında bir tertip söz konusu değildir. Sadece bu iki sözün söylendiğini ifade edilmiştir.  Bu söz, Firavun’un Musa’yı (as) öldürme konusundaki isteğinin kuvvetini beyan eder. Bu bir mübalağa üslubudur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 146)

فَ  karinesi olmadan gelen mukadder şartın cevap cümlesi  اَقْتُلْ مُوسٰى , meczum muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Takdiri  إن تتركوني (Eğer beni bırakırsanız…) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

Aynı üslupta gelen  وَلْيَدْعُ رَبَّهُۚ  cümlesi  ذَرُون۪ٓي  cümlesine hükümde ortaklık nedeniyle atfedilmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

رَبَّهُ  izafeti az sözle çok anlam ifadesi içindir.

Anlaşılıyor ki Hazret-i Musa'nın mucizeleri karşısında Firavun'un istibdadı, baskısı kırılmış, dilediğini yapamaz olmuş ve şaşırmıştı. A'raf Sûresi'nde geçtiği üzere mesele cemiyetin yalnız görüşüne müracaattan, başvurmaktan ibaret kalmamış, bir müdahale mahiyetini almış olmalı ki bırakın beni diye bağırıyor. Demek ki o cebbar, zorba Firavun, zorlamasını yürütemez olmuş ve şaşırmış idi, şaşkınlığından saçma sapan konuşuyordu. Bir taraftan o Rabbine dua etsin diye Allah'ı inkâr etmek veya hafife almak istiyor, bir taraftan da dininizi değiştirecek diye dindarlık gösteriyor. Belki onun Allah dediği kendi saltanatıdır. (Elmalılı Hamdi Yazır)

Lanetli Firavun'un  durumdan hoşlanmamasından anlaşılan, Hazret-i Musa'nın peygamber olduğuna ve onun, kendilerine gösterdiği şeylerin, sihir olmayıp açık mucizeler olduklarına kesin olarak inanıyordu; fakat onu öldürmeye kalkarsa, hemen helâk olmaktan korkuyordu. Onun: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim" demesi, kendi kavmine, kendisini engelleyen, onlar oldukları, kendileri olmasa, Musa'yı öldüreceği vehmini vermeye çalışıyordu. Aslında kendisini engelleyen, içindeki müthiş korkudan başka bir şey değildi. Onun: "O da, Rabbine yalvarsın!.." demesi, zahire göre celadet izhar edip onun yalvarmasına aldırmadığını, asıl korkusunun, kendisine ve putlara tapmak olan dinlerini değiştirmesi ve bunu başaramadığı takdirde de o topraklarda savaş ve karışıklık çıkarması olduğunu göstermek idi. (Ebüssuûd)

Ayetteki, "(Varsın) Rabbine yalvarsın" sözünü, Firavun istihza yollu söylemiş olup, "Ben onu öldüreyim de, o da varıp Rabbine şikayet etsin. O da benim elimden Musa'yı kurtarsın göreyim" demektir. (Fahreddin er-Râzî)

ولْيَدْعُ رَبَّهُ  ifadesindeki emir lam’ı tesviye ve aldırmama manasında kullanılmıştır. (Âşûr)

 

اِنّ۪ٓي اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ

 

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve subût ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler,  اِنَّ , isim cümlesi ve isnadın tekrarı sebebiyle üç katlı bir tekid ve yerine göre de tahsis ifade eden çok muhkem/sağlam cümlelerdir. (Elmalılı Kadr/1.)

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan  اَخَافُ اَنْ يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ  cümlesi,  اِنَّ ‘nin haberidir.

Müsnedin mazi fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, sebat ve istikrar ifade etmiştir.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُبَدِّلَ د۪ينَكُمْ  cümlesi, masdar teviliyle  اَخَافُ  fiilinin mef’ûlü olarak nasb mahallindedir.

أخافُ  fiiliyle birlikte gelmesi beklenen  مِنَ  harfi bu ifadeyle  أنْ  arasında olduğu için hazf edilmiştir. (Âşûr)

Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Cümlenin gelişinden Firavun’un İsrailoğullarının Musa (as)’ın dinine girmesinden sürekli bir endişe duyduğu ve telaşlandığı anlaşılmaktadır.

اَوْ اَنْ يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ  cümlesi  اَوْ  ile makabline atfedilmiştir. Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يُظْهِرَ فِي الْاَرْضِ الْفَسَادَ  cümlesi, masdar teviliyle, önceki masdar-ı müevvele matuftur. Masdar-ı müevvel müspet muzari fiil sıygasında gelerek hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.

Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Bu sözün maksadı, Hazret-i Musa'yı öldürmeyi gerektiren sebebi ortaya koymaktır. Bu sebep de, " Musa (as)'nın varlığı ya dinin, ya dünyanın fesada gitmesine sebeptir. Dinin fesadı şöyle olur: Firavun ve adamları, doğru dinin, kendi dinleri olduğuna inanmışlardı ve dolayısıyla Musa (as), onu ifsâd için uğraşınca, adeta, onların inancında, hak olan dini, Musa (as) ifsada uğratmış oldu. Onun dünyayı ifsadı da, Musa (as)'ın etrafında mutlaka bazı insanlar toplanacak, böylece bu iş birtakım düşmanlıkların meydana gelmesine ve fitnenin eşelenmesine sebep olacak olmasıdır. İnsanların, dinlerine olan sevgisi, mallarına olan sevgilerinden daha fazla olunca, Firavun önce dini ileri sürmüş, "Onun dininizi değiştirmesinden (korkuyorum)" demiş; sonra da dünyanın fesada uğramasını ileri sürerek, "Yahut yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum" demiştir. (Fahreddin er-Râzîi)