Mü'min Sûresi 3. Ayet

غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ  ...

Bu kitabın indirilmesi, mutlak güç sahibi, hakkıyla bilen, günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı ağır olan, lütuf sahibi Allah tarafındandır. O’ndan başka ilâh yoktur. Dönüş ancak O’nadır.  (2 - 3. Ayetler Meali)
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 غَافِرِ bağışlayandır غ ف ر
2 الذَّنْبِ günahı ذ ن ب
3 وَقَابِلِ ve kabul edendir ق ب ل
4 التَّوْبِ tevbeyi ت و ب
5 شَدِيدِ çetin olandır ش د د
6 الْعِقَابِ azabı ع ق ب
7 ذِي sahibidir
8 الطَّوْلِ lutuf ط و ل
9 لَا yoktur
10 إِلَٰهَ tanrı ا ل ه
11 إِلَّا başka
12 هُوَ O’ndan
13 إِلَيْهِ O’nadır
14 الْمَصِيرُ dönüş ص ي ر
 
Kitaptan maksat Kur’an-ı Kerîm’in tamamı veya özellikle bu sûredir. Bu iki âyette Allah Teâlâ’nın altı sıfatı zikredilmiştir. Bunlardan azîz, Allah’ın kudretinin üstünlüğünü ve şanının yüceliğini; alîm, ilminin genişliğini ifade eder. Zikredilen diğer sıfatları da günahları bağışlaması, tövbeleri kabul etmesi, cezalandırmasının şiddetli olması ve lutuf sahibi olmasıdır. Böylece bu iki âyetin, Cenâb-ı Hakk’ın ulûhiyyet özelliklerini veciz bir ifadeyle özetlediği görülmektedir.
 

غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ

 

غَافِرِ  önceki ayette geçen lafza-i celâlin ikinci sıfatı olup kesra ile mecrurdur. الذَّنْبِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

قَابِلِ التَّوْبِ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. شَد۪يدِ  lafza-i celâlden bedeldir.  الْعِقَابِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve irab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

ذِي  lafza-i celâlin sıfatı olup beş isimden olduğu için  ى  ile mecrurdur.  الطَّوْلِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.

قَابِلِ  kelimesi sülâsî mücerred olan  قبل  fiilinin ism-i failidir. 

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata), hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ 

 

لَٓا  cinsi nefyeden olumsuzluk harfidir.  اِلٰهَ  kelimesi  لَٓا ’nın ismi olup fetha üzere mebnidir. 

اِلَّا  istisna harfidir. لَٓا ’nın haberi mahzuftur. Takdiri;  موجود (vardır) şeklindedir. Munfasıl zamir  هُوَ  mahzuf haberin zamirinden bedeldir. 

Atf-ı beyan konusuna giren kelime grupları ve cümleler şunlardır:

1. İsm-i işaretten sonra gelen camid ismin (muşârun ileyhin) atf-ı beyan olarak gelmesi

2. اَيُّهَا  ve  اَيَّتُهَا ’dan sonra gelen camid ismin atfı beyan olarak gelmesi

3. Sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyan olarak gelmesi

4. Tefsir harfi  اَنْ ’den sonra gelen kelime veya cümleler

Burada  sıfattan sonra gelen mevsufun atf-ı beyanı olarak gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ

 

وَ  atıf harfidir.  اِلَيْهِ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir.  الْمَص۪يرُ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.

 

غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ 

 

Önceki ayetin devamı olarak fasılla gelmiştir.  غَافِرِ الذَّنْبِ , lafza-i celâlin üçüncü sıfatı olarak mecrurdur.  الذَّنْبِ  muzâfun ileyhtir.

قَابِلِ التَّوْبِ  ile  شَد۪يدِ الْعِقَابِ  ve  ذِي الطَّوْلِۜ  şeklinde arka arkaya gelen sıfatlar  غَافِرِ الذَّنْبِ ’ye matuftur.

ذِي  beş isimdendir. Cer alameti  ى ’dir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.

شَد۪يدِ الْعِقَابِ  sıfatı dışındaki sıfatlar hep rahmet ifade eden sıfatlardır. Bu da bize Allah'ın rahmetinin gazabını geçtiğini gösterir.

Ayet-i kerîme’de geçen  التَّوْبِ  lafzı masdardır. Allahu Teâlâ, ayet-i kerîme’de zikredilen sıfatların her biriyle sürekli muttasıftır. Dolayısıyla bu sıfatlardan müştak lafızların izafeti, marifelik kazandırmak içindir. Tıpkı sonuncu sıfatta olduğu gibi. (Yani söz konusu izafet, lafzıyye olmayıp, maneviyyedir. Bundan dolayı da bu lafızların marifeye sıfat olmalarında bir mahzur yoktur.) (Celâleyn Tefsiri)

الذَّنْبِ - التَّوْبِ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî vardır.

الطَّوْلِ (pek bol nimet) lafzı uzunluktan alınmadır. Sanki o ihsan ettiği nimetleriyle başkasına uzun gelmiş gibidir. Nimet ihsan ettiği süre uzadığından dolayı böyle denilmiştir diye de açıklanmıştır. (Kurtubî)

Günahı bağışlayan, tövbeyi kabul eden, azabı çetin ve lütuf sahibi olması da diğer sıfatlardır, çünkü bunda özendirme ve korkutma vardır, maksada teşvik vardır. Bunlardaki izafet hakikidir (fonksiyoneldir), çünkü bunlardan belli bir zaman kastedilmemiştir (devam istenmiştir). Azabı çetin lafzından da azabı şiddetlendiren yahut  الشديد عقابه  manası murad edilmiştir. Lâm da diğerlerine uyması ve karışıklık korkusu olmadığı için atılmıştır ya da bunlar bedellerdir. Yalnız  شَد۪يدِ الْعِقَابِ 'ı bedel saymak nazmı bozar. İlk ikisinin arasına vav’ın girmesi, günahların silinmesi ile tövbenin kabulünü birleştirmek içindir ya da sıfatlar birbirinden farklı olduğu içindir. Çünkü akla bir oldukları gelebilir. Ya da fiillerin yerleri farklı olduğu içindir, çünkü غَافِرِ  maddesi örtmektir, o zaman günah yerinde kalmış olur. Bu da tövbe etmeyen içindir. Çünkü tövbe eden günah işlememiş gibidir.  التَّوْبِ  de masdardır, tövbe gibi, bunun ( التَّوْبِ ) çoğul olduğu da söylenmiştir.  الطَّوْلِۜ  da hak edilen azabı terk etmekle gösterilen lütuftur. Azap sıfatının (şedit) rahmet sıfatlarının arasında tek kalması rahmet sıfatının gazap sıfatına üstünlüğündendir. (Beyzâvî)

Mağfiret kelimesinin ilginç olan delâletlerinden biri de, hem bir şeyi hem de onun zıttını örtmek için kullanılıyor olmasıdır. Bunun için Allah hakkında kullanıldığı zaman günahları örtmek manasındayken, kul için kullanıldığında ayetleri örtmek, karşı çıkmak ve inkâr manasında olur. Çünkü lügatta küfr, ğafr’ın benzeri bir manadadır. Ekinin yetişip araziyi örtmesi için  كَفَر  fiili kullanıldığı gibi, her şeyi örten geceye de kâfir denir. O halde kul küffâr, Allah gaffâr’dır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 64)

وَقَابِلِ التَّوْبِ  sözünün başındaki  وَ  harfi; bunun  غَافِرِ الذَّنْبِ  sözüyle ifade edilenden farklı bir sıfat olduğunu belirtir. Yani günahları affetmek bir sıfattır, tevbeleri kabûl etmek başka bir sıfattır. Allah Teâlâ tövbe etmeden de büyük günahı affeder ve buna ilaveten tövbeyi de kabul eder.

شَد۪يدِ الْعِقَابِ  sıfat-ı müşebbehe olup aslı  شديد عقابه  şeklindedir. Bu nedenle nekredir ve başında atıf için olan vav harfi yoktur. Çünkü bununla öncesindeki sıfat arasında  غَافِرِ الذَّنْبِ  ve  قَابِلِ التَّوْبِ  arasındaki gibi bir ilişki yoktur. Onların ikisi de rağbet ettirici sıfattır. Bu ise terhîb sıfatıdır. Bu terhîb sıfatına üçüncü bir rağbet sıfatı olan  ذِي الطَّوْلِۜ  dahil olmuştur. Dolayısıyla ne öncesine atfı uygun olur, ne de kendinden sonra gelen rağbet sıfatının buna atfı uygun olur.

Alimler  غَافِرِ الذَّنْبِ  ve  قَابِلِ التَّوْبِ  sıfatlarının zamandan mücerred olduğunu söylemiştir. Teceddüt ve hudûs ifade eden fiil manası taşımazlar. Çünkü kadim sıfatlardır. Bunun için de izafetle marife olurlar. Bilinenlerin en bilineni olan lafza-ı celâle sıfat olarak gelmişlerdir.  ذِي الطَّوْلِۜ  de bunlar gibidir.  الطَّوْلِۜ , büyük fazilettir. Birinin üstün tutulması manasında  تَطَّوَّلِۜ  fiili kullanılır.  الطَّوْلِۜ , büyük bir zenginlik demektir. Peki bu marifeler arasındaki nekre bir sıfat olduğu kesin olan  شَد۪يدِ الْعِقَابِ  sözünün ne işi vardır? Kural olarak marifenin sıfatı nekre olarak gelmez. Üstelik burada nekre, marifelerin marifesine sıfat olmuştur. Bazıları bunun bedel olduğu görüşündedir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 66)

غَافِرِ الذَّنْبِ  tabiri, büyük bir övgü olarak getirilmiştir. Dolayısıyla bunu, en büyük medih çeşidini ifade edecek bir manaya hamletmek gerekir. Bu mana da, Cenab-ı Hakk'ın, kul tövbe etmese de, onun büyük günahlarını bağışlayıcı olmasıdır. Biz ehli sünnetin de, ulaşmak istediği netice budur.  Mağfiret (bağışlama), örtme manasınadır. Örtme ise, mevcut olup, üzeri örtülebilecek şeyler hakkında söz konusu olur. Halbuki küçük günahlar, onu işleyenin çokça yaptığı taatler sayesinde silinir gider. Dolayısıyla küçük günahlar için örtme düşünülemez. Bu sebeple de ayetteki bu sıfatın, kulun tövbe etmesi halinde büyük günahlarının bağışlanması manasına hamledilmesi mümkün değildir. Çünkü Allah'ın  قَابِلِ التَّوْبِ (tövbeleri kabul edici) sıfatının manası zaten budur. Dolayısıyla eğer,  غَافِرِ الذَّنْبِ ifadesiyle de bu mana kastedilmiş olacak olsa, lüzumsuz bir tekrar söz konusu olur ki bu Kur'an için düşünülemez. Böylece, Allah Tealâ'nın gâfir olmasının, kulun tövbesinden önce büyük günahları bağışlayıcı olduğunu anlattığı sabit olur. (Fahreddin er-Râzî)


 لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ 

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cinsini nefyeden  لَٓا ’nın dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Tahsisle tekid edilen cümle, faide-i haber inkârî kelamdır.

Munfasıl zamir  هُوَ , cinsini nefyeden  لَاۤ ’nın ismi olan  اِلٰهَ ’nin mahallinden veya  لَٓا ’nın mahzuf haberindeki zamirden bedeldir.  لَاۤ ’nın haberinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

لَاۤ  ve  إِلَّا  ile oluşan kasr,  إِلَـٰهَ  ile  هُوَ  arasındadır.  هُوَۚ  mevsûf/maksûrun aleyh,  اِلٰهَ  sıfat/maksûr olduğu için kasr-ı sıfat ale’l mevsuf hakiki kasrdır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri, Meânî İlmi)

Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden birden fazla tekid unsuru taşıyan ve tahsis ifade eden bu gibi cümleler, çok muhkem/sağlam cümlelerdir. 

İsim cümleleri mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Nefy ve nehiy ifade eden edatlardan sonra gelen nekre isimler, umum ifade eden kelimelerdendir. (Suyûtî, İtkan, c. 2, s. 42)


 اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ

 

Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi kemâl-i ittisâldir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  اِلَيْهِ , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. الْمَص۪يرُ , muahhar mübtedadır. Bu takdim kasr ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 70)

Âşûr bu takdimin ihtimam ve fasılaya riayet için olduğu görüşündedir. (Âşûr)

Yani bütün insanların hepsinin varış yeri sadece ve sadece Allah’adır.

لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ  sözü de benzer şekilde kendinden sonra gelen اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ  sözüne hazırlık yapar. Daha önce söylediğim gibi  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ  sözünde durulsa bile bu mana akla gelir. Zira ehad-vâhid olandan başka birine dönülmez. اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ  sözüyle haber sona erer. Hatırlanırsa bu haber  تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ  ile başlamıştır. Bu fasıla Hâ-Mîm şeklinde isimlendirilen surenin başı olan mucizevî satırdaki tüm manaları kapsar. Bu fasıla geriye doğru hareket ettirip Zümer Suresi’nin son ayetleriyle birlikte okunursa ne kadar uyumlu olduğu görülür. Bu cümlenin topluca manası düşünülürse bu uyum daha iyi ortaya çıkar.  (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 69) 

الْمَص۪يرُ  sözündeki  ال  hakikat ve cins ifade eder. Kayıtsız olarak gelişi de umum ifade eder. Yani insan, hayvan, kuş, sema, arz her şeyin O’na döneceği manasını ve bunların yaşamının, ölümünün, varlığının, yokluğunun, rızkının, cehdinin, hidayetinin, dalaletinin vs. her şeyin O’na bağlı olduğunu ifade eder. Dönüşü yaratıcısına olmayan hiçbir mevcûd yoktur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 70)

Hak Teâlâ kendisini, vaat ve vaîdi, tergîb (teşvik) ve terhibi (tehdidi) birlikte yapan birisi olarak niteleyerek, "Günahları af, tövbeleri kabul eden, azabı çetin, fazl-ı ikram sahibi olan Allah katındandır" buyurmuştur. Bu, Allah'ın altı çeşit sıfatını ifade eder. Bunlar da:

غَافِرِ الذَّنْبِ  günahları affeden,  قَابِلِ التَّوْبِ  tövbeyi kabul eden,  شَد۪يدِ الْعِقَابِ  azabı çetin olan 

ذِي الطَّوْلِۜ  fazl ve ikram sahibi,  لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ  mutlak tevhid olup, bu da Cenab-ı Hakk'ın, ["Ondan başka hiçbir tanrı yoktur"] ayetinin ifade ettiği husustur. 

Altıncı sıfat da اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ  Cenab-ı Hakk'ın, "Dönüş ancak O'nadır" ayetinin ifade ettiği husustur. Bu sıfat da, Cenab-ı Hakk'a kulluğu kabul etmeyi teşvik eden, buna kuvvet katan hususlardandır. (Fahreddin er-Râzî)