اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | اللَّهُ | Allah |
|
2 | الَّذِي | O’dur ki |
|
3 | جَعَلَ | yaptı |
|
4 | لَكُمُ | size |
|
5 | اللَّيْلَ | geceyi |
|
6 | لِتَسْكُنُوا | istirahat etmeniz için |
|
7 | فِيهِ | içinde |
|
8 | وَالنَّهَارَ | ve gündüzü |
|
9 | مُبْصِرًا | görmeniz için |
|
10 | إِنَّ | şüphesiz |
|
11 | اللَّهَ | Allah |
|
12 | لَذُو | sahibidir |
|
13 | فَضْلٍ | lutuf |
|
14 | عَلَى | karşı |
|
15 | النَّاسِ | insanlara |
|
16 | وَلَٰكِنَّ | fakat |
|
17 | أَكْثَرَ | çoğu |
|
18 | النَّاسِ | insanların |
|
19 | لَا |
|
|
20 | يَشْكُرُونَ | şükretmezler |
|
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ
İsim cümlesidir. اَللّٰهُ lafza-i celâl mübteda olup lafzen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası جَعَلَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. جَعَلَ değiştirme manasında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller “etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi” gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَكُمُ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlun bihe mütealliktır. Takdiri, سكنا (ikamet yeri) şeklindedir. الَّيْل mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
لِ harfi, تَسْكُنُوا fiilini gizli اَنْ ’le nasb ederek manasını sebep bildiren masdara çeviren cer harfidir. اَنْ ve masdar-ı müevvel, لِ harf-i ceriyle birlikte جَعَلَ fiiline mütealliktır.
اَنْ harfi 6 yerde gizli olarak gelebilir: 1) Harf-i cer olan (حَتّٰٓى)’dan sonra, 2) Atıf olan اَوْ ’den sonra, 3) Lam-ı cuhûddan sonra, 4) Lam-ı ta’lilden (sebep bildiren لِ) sonra, 5) Vav-ı maiyye (وَ)’ den sonra, 6) Sebep fe (فَ)’sinden sonra. Burada harf-i cerden sonra geldiği için gizlenmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
تَسْكُنُوا fiili نَ ‘un hazfıyla mansub muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. ف۪يهِ car mecruru تَسْكُنُوا fiiline mütealliktır. النَّهَارَ atıf harfi وَ ‘la الَّيْلَ ‘e matuftur. مُبْصِراً kelimesi hal olup fetha ile mansubdur. مُبْصِراً kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
لَ harfi اِنَّ ’nin haberinin başına gelen lam-ı muzahlakadır.
ذُو harfi, harfle îrab olan beş isimden biri olup اِنّ ‘nin haberi olarak ref alameti و ‘dır. فَضْلٍ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. عَلَى النَّاسِ car mecruru فَضْلٍ ‘e mütealliktir.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لٰكِنْ istidrak harfidir. اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder.
İstidrak ;düzeltmek, telafi etmek, hatayı tamir etmek, kusuru örtmek gibi anlamlara gelir.Önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesine istidrak adı verilir.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَكْثَرَ kelimesi لٰكِنَّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. النَّاسِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
لَا يَشْكُرُونَ cümlesi لٰكِنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır.
يَشْكُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ
Bu cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Önceki ayetteki رَبُّكُمُ ‘den bedeldir. (Âşûr) cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.
'Tevabi'den birisi olan bedel, atıf harfi getirilmeksizin ve tefsir ve izah maksadıyla bir kelimenin açıklanması için bir başkasının getirilmesiyle yapılan ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden oluşmuş cümle, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Müsnedin ism-i mevsûlle gelmesi, muhatap ya da herkes tarafından bilindiğine ve sıla cümlesindeki haberin önemine işaret eder.
ism-i mevsûlden sonra gelecek sıla cümlesini merakla beklemeye de sevk eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde الله isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsned konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِراًۜ , müspet mazi fiil sıygasında gelerek sebata, temekkün ve istikrara işaret etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur لَكُمُ , ihtimam sebebiyle mef’ûle takdim edilmiştir.
Sebep bildiren harf-i cer لِ ’nin gizli أنْ ’le masdar yaptığı لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ cümlesi, mecrur mahalde masdar teviliyle, جَعَلَ fiiline mütealliktir. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Cümlede ihtibâk sanatı vardır. جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ dedikten sonra sadece النَّهَارَ مُبْصِراًۜ lafzıyla yetinilmiş جَعَلَ لَكُمُ hazf edilmiştir.
İhtibâk, sözden düşürülmüş olan kelime veya ifadelerin, zikredilen kelime veya ifadeden hareketle tespit edilerek yerine konulmasıdır. (Suyûtî, İtkân, II, 831)
İsm-i fail vezninde gelen مُبْصِراً mef’ûl olan النَّهَارَ ‘in halidir. النَّهَارَ مُبْصِراًۜ ifadesinde istiare vardır. Canlılara mahsus olan görünür halde kılma durumu, gündüze nispet edilmiş, böylece bir canlı yerine konmuştur.
Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Burada جَعَلَ لَكُمُ lafzından sonra gündüz-gece ve her birine ait hallerin ifade edilmesi cem' ma’at-tefrik sanatıdır.
Geceye ait zamirin birleştiği ف۪يهِ ’de istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الَّيْلَ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü gece, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
النَّهَارَ - الَّيْلَ kelimeleri arasında tıbâk-ı îcab ve mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وَالنَّهَارَ مُبْصِراً [Gündüzü aydınlık kıldı] ayetinde mecâz-ı aklî vardır. Bu, bir şeyi zamanına isnat etme türündendir. Çünkü gündüz, aydınlanma zamanıdır. (Safvetü’t Tefâsir)
Şeyh Tâhir bu ayette ihtibâk olduğunu söylemiştir. Sanki ikinci cümlenin delaletiyle birinciden ve birinci cümlenin delaletiyle ikinciden bir lafız hazf edilmiştir. Kelamın aslı şöyledir: جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ ساكناً لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ جَعَلَ لَكُمُ النَّهَارَمُبْصِراًۜ لِتبصرواف۪يهِ (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 301)
Fiil ve İsm-i Fail Farkı:
Şayet, "Bu ayetin içindeki üslûbuna riayet etmek için nazmın, ya لِتَسْكُنُوا ... وَ لِتُبْصِرُوا
şeklinde yahut da جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ سَاكِنًا وَالنَّهَارَ مُبْصِرًا şeklinde olması gerekirdi. Ancak ne var ki Cenab-ı Hak böyle buyurmamış, tam aksine gece hakkında لِتَسْكُنُوا fiilini, gündüz hakkında da مُبْصِرً sıfatını kullanmıştır. Şu halde, bunun hikmeti ne olabilir? Bir de, gündüz geceden daha kıymetli olmasına rağmen bu ayette, gecenin gündüzden önce zikredilmesinin hikmeti nedir?" denilirse, biz diyoruz ki, bunlardan birincisinin cevabı şudur: Gece ve uyku, gerçekte olumsuz (menfî, selbî) karakterlerdir. Binaenaleyh bunlar, zatları gereği matlub değillerdir. Ama uyanıklık ise, olumlu karakterdir. Binaenaleyh bu, zatı gereği maksûd olan bir husustur. Ayrıca, allâme Abdulkâhir en-Nahvî, "Delâilu'l-İ'câz" adlı eserinde, "İsm-i fail kalıbının, tanrılığa ve mükemmelliğe delaleti, fiil sıygasının bunlara delaletinden daha kuvvetlidir" şeklinde bir beyanatta bulunmuştur ki, işte farklılığın sebebi budur. Allah en iyisini bilendir.
Gece ve Gündüzden Efdal Olan Hangisi:
İkincisine de şu şekilde cevap verebiliriz: Zulmet, olumsuz, selbî bir karakterdir. Nûr, aydınlık ise olumlu, müspet bir karakterdir. Sonradan yaratılmışlar hakkında adem ve yokluk, varlıktan önce gelir. İşte bundan dolayı Cenab-ı Hak, En'âm Sûresi'nin başında,
وَجَعَلَ الظُّلُمَاتِ وَالنُّورَ (En'âm, 1) buyurmuş, böylece الظُّلُمَاتِ kelimesini النُّورَ ‘dan önce getirmiştir. (Fahreddin er-Râzî)
اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ
Bu cümle ta’liyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir. اِنَّ ve lam-ı muzahlaka ile tekid edilmiş isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Bütün celâl ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan اللّٰهُ lafzının cümlede müsnedün ileyh olması, O’nun azamet ve kudretini ifade etmenin yanı sıra telezzüz ve teberrük içindir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. Dolayısıyla lafza-i celâlde tecrîd sanatı vardır.
Müsned, veciz söz söyleme usullerinden olan izafet terkibiyle marife olmuştur.
İzafette bu kişinin bu özelliği ile tanındığı, meşhur olduğu ve bu özelliğin onun tabiatı, karakteri haline geldiği manası vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 7, Ahkâf Suresi Belâgî Tefsiri, s. 238)
اِنَّ ’nin haberi لَذُو فَضْلٍ şeklinde gelerek az sözle çok anlam ifade edilmiştir.
فَضْلٍ ’deki tenvin kesret, nev ve tazim ifade eder.
Yalnızca bir isim cümlesi bile devam ve sübut ifade ettiğinden bu ve benzeri cümleler, اِنَّ isim cümlesi ve lam-ı muzahlaka sebebiyle üç katlı tekid ifade eden çok muhkem cümlelerdir.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa, asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Lafza-i celâlin, zamir makamında zahir isim gelerek tekrar edilmesi onun eşsiz kudretinin yüceliğini vurgulamak amacıyla yapılmış ıtnâbtır. Bu tekrarda reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.
Allah Teâlâ’nın insanlara lütfettiği bir kısım nimetlerin zikredilmesi ile Allah'ın yaratıcı kudretinin yüceliği sergilenmektedir. Asıl amaç yüce kudretini muhataba göstermektir.
Kevni ayetlerin sayılmasının altında bu yüceliği vurgulama amacı vardır. Bu idmâc sanatıdır.
Lafza-i celâl bütün celâl ve kemâl sıfatları kapsar. İşte O dua edilmeye ve her şeyin O’ndan istenmesine layıktır. Çünkü O her şeye kâdirdir. Her şeyi ihsan eder. O’nun ihsan ettiklerinin en yücesi de mahlûkatına daha Kendisini tek olarak tanımadan, yani hacetlerini Kendisinden istemeye layık olan tek zat olduğunu bilmeden önce vermesidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 297)
Ayetin bu cümlesi mesel tarikinde tezyîldir.
وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ
وَ atıf harfidir. İstidrak manasındaki لٰكِنَّ ’nin dahil olduğu isim cümlesi faide-i haber inkârî kelamdır.
لٰكِنَّ ’nin haberi olan لَا يَشْكُرُونَ ’nin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar anlamları katmıştır. Ayrıca muzari fiilde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek dikkatini artıran tecessüm özelliği vardır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi )
Nefy harfinin müsnedün ileyhden sonra gelmesi ve müsnedin de fiil olması halinde, bu terkip hükmü takviye ifade eder. Ancak bazı karineler vasıtasıyla tahsis de ifade edebilir. Hükmü takviye demek; hükmü tekid etmek ve hükmün gerçeğe mutabık olduğunu ifade etmek demektir. Bunun Kur’an’da çok örneği vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَـٰكِنَّ , kendisinden sonra gelen cümleye önceki cümlenin hükmüne muhalif bir hüküm kazandırır. Bu yüzden kendisinden önce, sonradan gelecek cümleye muhalif veya mütenakız bir sözün geçmesi lazımdır. (Suyûtî, İtkân, c. 2, s. 474)
İstidrak, önceki sözden doğan eksikliği, hatayı veya yanlış anlaşılma ihtimalini istisnaya benzer biçimde ortadan kaldıracak bir kısmın getirilmesi” şeklinde tarif edilmiştir. “İstidrak istisnaya benzemekle birlikte istisna, bir cüz’ü bir bütünden ayırmak, istidrak ise aynı anda farklı iki hükmü ifade etmek demektir.” İstidrak, geçen sözden doğabilecek bir yanlış anlamayı düzeltmektir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, Doktora Tezi)
لَكُمُ ‘deki muhatap zamirinden sonra, النَّاسِ zahir ismi zikredilerek gaibe iltifat edilmiştir.
اَكْبَرُ , ism-i tafdil kalıbında gelerek mübalağa ifade etmiştir.
لَا يَشْكُرُونَ ibaresinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
Bu cümle ile 57 ve 59. ayetlerin son cümleleri bir kelime hariç olmak üzere tekrarlanmıştır. Bu tekrar anlamı muhatabın zihnine iyice yerleştirmek gayesiyle yapılan ıtnâbtır. Ayrıca bu cümleler arasında tekrir ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
النَّاسِ kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Şayet “İnsanlar kelimesini tekrar etmeyip ‘onların çoğu’ deseydi, olmaz mıydı?” dersen şöyle derim: Bu tekrarda hem nimete nankörlük etmenin insanoğluna tahsis edilmesi hem de insanların Allah’ın lütfuna nankörlük edip, şükretmedikleri vurgusu vardır. (Keşşâf)