اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْهُمْ وَاَشَدَّ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَفَلَمْ |
|
|
2 | يَسِيرُوا | gezip dolaşmadılar mı? |
|
3 | فِي |
|
|
4 | الْأَرْضِ | yeryüzünde |
|
5 | فَيَنْظُرُوا | görsünler |
|
6 | كَيْفَ | nasıl |
|
7 | كَانَ | olduğunu |
|
8 | عَاقِبَةُ | sonunun |
|
9 | الَّذِينَ | kimselerin |
|
10 | مِنْ |
|
|
11 | قَبْلِهِمْ | kendilerinden önceki |
|
12 | كَانُوا | onlar idiler |
|
13 | أَكْثَرَ | daha çok |
|
14 | مِنْهُمْ | bunlardan |
|
15 | وَأَشَدَّ | ve daha şiddetli |
|
16 | قُوَّةً | kuvvet bakımından |
|
17 | وَاثَارًا | ve eserleri bakımından |
|
18 | فِي |
|
|
19 | الْأَرْضِ | yeryüzündeki |
|
20 | فَمَا | ama hiçbir |
|
21 | أَغْنَىٰ | yarar sağlamadı |
|
22 | عَنْهُمْ | kendilerine |
|
23 | مَا | şeyler |
|
24 | كَانُوا | oldukları |
|
25 | يَكْسِبُونَ | kazanıyor(lar) |
|
Allah’ın âyetlerini tartışmaya, onlarla mücadele etmeye çalışanlara bu sûredeki son bir uyarıdır. Mekke putperestleri genellikle sayılarının çokluğuna, maddî güçlerine, sosyal statülerine güvenerek şımarıp azgınlaşırlar; peygamber ve diğer müslümanlar karşısında inkârcı, alaycı ve baskıcı bir tavır takınırlar; bir gün müslümanlara mağlûp olacaklarına ihtimal bile vermezlerdi. İşte burada tarih şahit gösterilerek onların büyük bir yanılgıya düştükleri hatırlatılmaktadır. Araplar’ın özellikle varlıklı tüccar kesimi, eski uygarlıkların zengin izlerinin bulunduğu ülkelere ticarî yolculuklar yaparlardı. Bu sebeple 82. âyette, “Yeryüzünde gezip de kendilerinden önce yaşamış olanların âkıbetlerini görmezler mi?” buyurulmuştur. Yani onlar, tarihin ibret levhalarını görüyor, fakat bunlardan gereken dersi çıkaracak şekilde zihin yormuyorlardı.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 681
Qaveye قوي : قُوَّةٌ kuvvet kavramı bazen kudret anlamında, bazense bir varlıktaki potansiyel enerji ve gizli güç anlamında kullanılır. Örneğin 'Hurma çekirdeği bil kuvve hurma ağacıdır.' denir yani kendisinden hurma ağacı çıkmasına hazır ve muktedirdir.
Bu sözcük ayrıca bedenle, kalple, dışarıdan yardım edenle ve ilahi kudretle ilgili de kullanılır.
Son olarak Kur'an-ı Kerim'de de مُقْوِي şeklinde türevi geçen قَواء sözcüğü susuz çöl demektir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de üç farklı isim formunda 42 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri kavi, kuva, kuvve, kuvvet, takviye ve mukavvadır. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Hemze istifham harfidir. Ayet, فَ atıf harfi ile mukadder istînâfa matuftur. Takdiri, أعجزوا فلم يسيروا.(Aciz mi idiler de dolaşmadılar.) şeklindedir.
Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَس۪يرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. فِي الْاَرْضِ car mecruru يَس۪يرُوا fiiline mütealliktir.
يَنْظُرُوا atıf harfi فَ ile يَس۪يرُوا ‘a matuftur. يَنْظُرُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ cümlesi يَنْظُرُوا ‘nun mef’ûlü bihi olarak mahallen mansubdur.
كَيْفَ istifham harfi, كَانَ ‘nin mukaddem haberi olarak lafzen mansubdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. عَاقِبَةُ kelimesi كَانَ ‘nin muahhar ismi olup lafzen merfûdur.
Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. مِنْ قَبْلِهِمْ car mecruru mahzuf sılaya mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْهُمْ وَاَشَدَّ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ
İsim cümlesidir. كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.
اَكْثَرَ kelimesi كَانُوا ’nun haberi olup lafzen mansubdur. مِنْهُمْ car mecruru اَكْثَرَ fiiline mütealliktir. اَشَدَّ atıf harfi وَ ‘la اَكْثَرَ ‘ye matuftur.
قُوَّةً temyiz olup fetha ile mansubdur. اٰثَاراً atıf harfi وَ ‘la قُوَّةً ‘e matuftur. فِي الْاَرْضِ car mecruru اٰثَاراً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
Temyiz; kendisinden önce geçen mübhem (manası açık olmayan) bir ismin manasına açıklık getiren camid, nekre bir isimdir. Yani; çeşitli manalar kastedilmeye elverişli önceki isim veya cümleden asıl maksadın ne olduğunu açıklamak üzere zikredilen camid (türememiş), mansub ve nekre isme temyiz denir. Temyizin manasını açıkladığı önceki isme veya cümleye de mümeyyez denir. Temyiz harf-i cerli ve izafetle gelmediği müddetçe mansubdur. Mümeyyezin îrabı ise cümledeki yerine göredir. Temyiz Türkçeye “bakımından, …yönünden” şeklinde tercüme edilebilir. Temyizi bulmak için “ne bakımdan, hangi açıdan?” soruları sorulur.Temyiz ikiye ayrılır:
1. Melfûz mümeyyez: Söylenmiş, cümlede görülen mümeyyez.
2. Melhûz mümeyyez: Düşünülen, cümlede açık olarak görülemeyen mümeyyez.
Buradaki temyiz melhuz mümeyyeze girer.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مَٓا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَغْنٰى elif üzere mukadder fetha ile mebni mazi fiildir. عَنْهُمْ car mecruru اَغْنٰى fiiline mütealliktir. مَا ve masdar-ı müevvel اَغْنٰى ‘nın faili olarak mahallen merfûdur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamiridir, mahallen merfûdur.
يَكْسِبُونَ cümlesi كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. يَكْسِبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَغْنٰى fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi غني ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ
Ayet mukadder istinaf cümlesine matuftur. Cümlenin takdiri, أعجزوا فلم يسيروا (Aciz mi idiler de dolaşmadılar.) şeklindedir. Hemze inkarî istifham harfi, لَمْ muzarinin önüne gelerek manasını olumsuz maziye çeviren cezm harfidir.
Menfî muzari fiil sıygasındaki ilk cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Muzari sıygada gelerek teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
İstifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen, inkar ve tevbih amacı taşıyan cümle mecaz-ı mürsel mürekkeptir. Ayrıca mütekellim Allah Teâlâ olduğu için ifadede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
İnkârî istifham üslubu; onların cahillik ve gaflet içinde olduklarını haber üslubundan daha etkili bir şekilde ifade etmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 1, s. 127)
Makabline فَ ile atfedilen فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ cümlesi atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Meczum muzari fiil sıygasındaki cümle, istifhama dahildir.
كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ cümlesi, tefekkür manasındaki فَيَنْظُرُوا fiilinin mef’ûlü konumundadır. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır.
كَيْفَ istifham ismi, كَانَ ’nin mukaddem haberidir. كَانَ ’nin dahil olduğu bu isim cümlesi, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır.
كَانَ ’nin muahhar ismi olan عَاقِبَةُ ‘nun muzâfun ileyhi konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası mahzuftur. مِنْ قَبْلِهِمْ bu mahzuf sılaya mütealliktir. Sılanın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Bahsi geçen kişilerin ism-i mevsûlle ifade edilmeleri bilinen kişiler olduğunu belirtmesi yanında, tahkir kastına matuftur.
Sübut ifade eden isim cümlesi, istifham üslubunda geldiği halde soru kastı taşımayıp tevbih ve tehdit manasına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.
قَبْلِ - عَاقِبَةُ kelimelerinde tıbâk-ı îcab sanatı, كَيْفَ - hemze arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetin bu ilk cümlesi 21. ayetteki cümlenin ufak bir farklılıkla tekrarıdır. Bu tekrarda tekrir, ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
Akıbet için müzekker fiil kullanılmıştır. كَانَتْ buyurulmamıştır. Çünkü buradaki akıbet azap manasındadır. Eğer müennes geldiyse cennet manasındadır. Müenneslik ve müzekkerliğin manaya göre gelmesi makamı gözetmenin hoş misallerindendir. (Fâdıl Sâlih Sâmerrâî, Murâatü’l Maqâm, S. 106)
كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْهُمْ وَاَشَدَّ قُوَّةً وَاٰثَاراً فِي الْاَرْضِ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır.
كَان ’nin dahil olduğu sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنْهُمْ car mecruru, ism-i tafdil vezninde gelmiştir ve mübalağa ifade eden اَكْثَرَ ’ye mütealliktir.
كَان ’nin haberi, isminin içine karışır ve adeta onun mahiyetinden bir cüz olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri 5, Duhan/36 s.124
Temyiz olan قُوَّةً ve اٰثَاراً kelimeleri ıtnâb sanatı babındandır.
اَكْثَرَ- اَشَدَّ - قُوَّةً - اٰثَاراً kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
اَشَدَّ kelimesi de ism-i tafdil kalıbındadır. Bu kalıp mübalağa ifade eder.
Ayette geçen اٰثَاراً (eserler) kelimesi büyük yapılar, saraylar anlamındadır. اَكْثَرَ (çok) kelimesi adet, sayı bakımından üstün, fazla anlamındadır. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl Ve Hakâîku’t Te’vîl)
Helâk edilen eski ümmetlerin, bıraktıkları eserler, binalar, saraylar ve sanatlardır.
Diğer bir görüşe göre ise, cisimlerinin büyüklüğü sebebiyle yeryüzünde bıraktıkları ayak izleridir. (Cisimlerinin büyüklüğü ile ayak izleri, mecazî anlamda olsa gerek.) (Ebüssuûd)
فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ
Bu cümle öncesine atıf harfi فَ ile atfedilmiştir. Menfi mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَغْنٰى fiilinin faili konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan كَانُوا يَكْسِبُونَ nakıs fiil كَانُوا ’nun dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كَان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında cümle olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
كَان ’nin haberinin muzari fiil olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 103)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
يَكْسِبُونَ - اَغْنٰى kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ayetteki birinci مَٓا nefy harfi, ikincisi ise ism-i mevsûldür. Tekrarında reddül reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatı vardır.