Fussilet Sûresi 20. Ayet

حَتّٰٓى اِذَا مَا جَٓاؤُ۫هَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...

Nihayet cehenneme vardıklarında, kulakları, gözleri ve derileri, yapmış oldukları işler hakkında, kendileri aleyhine şahitlik ederler.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 حَتَّىٰ nihayet
2 إِذَا zaman
3 مَا
4 جَاءُوهَا oraya vardıkları ج ي ا
5 شَهِدَ şahidlik ettiler ش ه د
6 عَلَيْهِمْ aleyhlerine
7 سَمْعُهُمْ kulakları س م ع
8 وَأَبْصَارُهُمْ ve gözleri ب ص ر
9 وَجُلُودُهُمْ ve derileri ج ل د
10 بِمَا hakkında
11 كَانُوا oldukları (işler) ك و ن
12 يَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل
 

Âhirette insanların dünyadayken yapıp ettikleri ortaya konduğu sırada, kötülük işlemiş olanların bazı organlarının kendi aleyhlerine şahitlik edeceği başka âyetlerde de bildirilmektedir (Nûr 24/24; Yâsîn 36/65). Süddî, Ferrâ gibi bazı müfessirler, derilerinin onlar aleyhinde tanıklık etmesiyle, vücutlarının cinsel günahları hakkında şahitlik yapacağının kastedildiğini ileri sürmüşlerdir (bk. Taberî, XXIV, 106; Şevkânî, IV, 585). Âyette şu gerçek anlatılmaktadır: Âhirette hiç kimseye haksızlık edilmeyecek, yargı sırasında günahkârların bizzat kendi organları da Allah tarafından verilen bir tür ifade kabiliyetiyle veya işledikleri günahların onlarda bıraktığı izler vasıtasıyla suçlarını ortaya koyacaklardır.

Râzî, derinin dokunma duyusuyla ilgili olduğunu hatırlattıktan sonra âyette beş duyudan özellikle işitme, görme ve dokunma ile ilgili duyu organlarına yer verilirken tatma ve koklama duyularından söz edilmemesini özetle şöyle açıklar: Tatma duyusu bazı yönlerden dokunma duyusuyla aynıdır; çünkü tat algılaması dil derisinin tadılan nesneye temasıyla gerçekleşir. Koklama duyusuna gelince bu, insanda yükümlülüklere konu olması bakımından diğer duyular kadar önemli değildir, bununla ilgili buyruklar ve yasaklar bulunmamaktadır (XXVII, 116).

Buhârî ve Müslim’in Sahîh’leri gibi hadis kaynakları, 22. âyetin, müşriklerin Allah hakkındaki telakkilerini ifade eden “... üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz” meâlindeki bölümüyle ilgili olarak Abdullah b. Mes‘ûd’dan şöyle bir bilgi aktarırlar: “Bir ara Kâbe’nin örtüsüne tutunmuş duruyordum. Biri Benî Sakîf’ten, ikisi Kureyş’ten veya biri Kureyş’ten ikisi Benî Sakîf’ten olan üç kişi geldi. Bunların göbeklerinin eti çok ama akıllarının bilgisi azdı. O güne kadar duymadığım laflar ettiler. Biri dedi ki: ‘Ne dersiniz, Allah konuşmamızı işitiyor mudur?’ Diğeri, ‘Sesimizi yükseltirsek duyar, yükseltmezsek duymaz’, üçüncüsü ise ‘Bence açıktan konuştuğumuzu duyuyorsa gizli konuşmalarımızı da duyar’ dedi. Bu konuşmaları Hz. Peygamber’e anlattım; bunun üzerine ‘Vaktiyle siz, ne kulaklarınızın ne gözlerinizin ne de derilerinizin aleyhinizde şahitlik etmesinden sakınıyordunuz; üstelik yaptıklarınızın çoğunu Allah’ın bilmediğini sanıyordunuz. İşte rabbiniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda umduklarını kaybedenlerden oldunuz’ meâlindeki âyetler indi” (Buhârî, “Tefsîr”, 41/2).

Taberî’nin kaydettiğine göre (XXIV, 112) Hasan-ı Basrî, “İşte rabbiniz hakkında taşıdığınız bu kanaatiniz sizi mahvetti, sonunda kaybedenlerden oldunuz” meâlindeki 23. âyeti açıklarken şöyle demiştir: “İnsanların amellerinin değeri Allah hakkındaki kanaatlerine bağlıdır. Mümin, Allah hakkında hüsnü zanda bulunur, bu sayede işini de güzelleştirir. İnkârcı ve münafık ise Allah hakkında sûizanna sahip olduğu için ameli de kötü olur.” Aynı âyet dolayısıyla Katâde, Kur’an’da biri “kurtarıcı zan”, diğeri “mahvedici zan” olmak üzere iki çeşit zandan söz edildiğini belirtmiştir. Allah’a kavuşacaklarına (Bakara 2/46) ve âhirette hesap vereceklerine (Hâkka 69/20) inananların bu inançları için kullanılan “zan” kavramı kurtarıcı zannın, konumuz olan âyetlerde geçen “zan” da mahvedici zannın örnekleridir.

 
 

حَتّٰٓى اِذَا مَا جَٓاؤُ۫هَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

حَتّٰى  gaye bildiren cer harfidir. حَتّٰٓى  edatı üç şekilde kullanılabilir: Harf-i cer olarak, başlangıç edatı olarak ve atıf edatı olarak. Burada ibtida (başlangıç) edatı olarak kullanılmıştır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) 

اِذَا  şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.

إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir. 

إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir: 

a)  إِذَا  fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.

b)  إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına  ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.

c)  Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

جَٓاؤُ۫هَا  ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَا  zaiddir.  

جَٓاؤُ۫هَا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Muttasıl zamir  هَا  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

شَهِدَ  fetha üzere mebni mazi fiildir.  عَلَيْهِمْ  car mecruru  شَهِدَ  fiiline mütealliktir. سَمْعُهُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَبْصَارُهُمْ  ve  جُلُودُهُمْ  atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur. مَا  ve masdar-ı müevvel  بِ  harf-i ceriyle  شَهِدَ  fiiline mütealliktir.  بِ  sebebiyyedir. 

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur. 

يَعْمَلُونَ  fiili  نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

حَتّٰٓى اِذَا مَا جَٓاؤُ۫هَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

حَتّٰٓى , ibtidaiyye olarak gelmiştir. Şart üslubundaki cümlede  اِذَا , şart manalı gayrı cazim zaman zarfı,  مَا  tekid için gelen zaid harftir.

Şart cümlesi olan  جَٓاؤُ۫هَا , aynı zamanda  اِذَا ’nın muzâfun ileyhidir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır. 

شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi şartın cevabıdır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  عَلَيْهِمْ , durumun onlara has olduğunu vurgulamak için faile takdim edilmiştir.

اَبْصَارُهُمْ  ve  جُلُودُهُمْ , fail olan  سَمْعُهُمْ ‘a tezâyüf nedeniyle atfedilmiştir.

Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl  مَا , harf-i cerle birlikte  شَهِدَ  fiiline mütealliktir. Sılası olan  كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. كَانُ ’nin haberi  يَعْمَلُونَ ‘nin, muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.

Şahitlik edecek olan organlarının sayılması taksim sanatıdır.

سَمْعُهُمْ  -  اَبْصَارُهُمْ  kelimeleri müfret-cemi arasında güzel bir iltifat sanatı vardır.

 سَمْعُهُمْ - اَبْصَارُهُمْ - جُلُودُهُمْ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi, durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Vakafât, s.103)

Buradaki  حَتّٰٓى  kelimesi, zamanın geçtiğini, onların sevkedilip toplandığını ve haşrden ateşe yöneldiklerini ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.105)

Bu ayette olduğu gibi  مَا  harfi  اِذَا 'dan sonra zaid olarak gelir ve manayı pekiştirir. Zemahşerî'ye göre burada zaid olan  مَا  harfi manayı pekiştirmektedir ve Allah düşmanlarının ateşe sevkedilmeleriyle azalarının aleyhlerine şahitlik yapmaları aynı zamandadır. (Ahmet Yüksel, Biçim, Anlam ve İmlâ Yönüyle Arapçada Zaidlik)

جُلُودُ  kelimesi, insanın tamamını ve bütün azalarını kapsar. Yani derilerin, ellerin, ayakların ve insanın hareket ettiği, bir iş yaptığı bütün azaların şahitliği demektir. Derilerin kulaklara ve gözlere atfedilmesi, umumun hususa atfı kabilindendir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.106)

Sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin, istisnasız hepsinin fasılalarındaki  و- نَ  , ي - نَ  harfleriyle  oluşan ahenk, diğer sayfalarda olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.