Fussilet Sûresi 27. Ayet

فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ  ...

İnkâr edenlere mutlaka şiddetli bir azabı tattıracağız ve onları yaptıklarının en kötüsü ile cezalandıracağız.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 فَلَنُذِيقَنَّ fakat taddıracağız ذ و ق
2 الَّذِينَ kimselere
3 كَفَرُوا inkar eden(lere) ك ف ر
4 عَذَابًا bir azab ع ذ ب
5 شَدِيدًا şiddetli ش د د
6 وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ ve onları cezalandıracağız ج ز ي
7 أَسْوَأَ en kötüsüyle س و ا
8 الَّذِي
9 كَانُوا olduklarının ك و ن
10 يَعْمَلُونَ yapıyor(lar) ع م ل
 

Müşriklerin, âyetleri inkâr etmekle kalmayıp onları etkisiz hale getirmek ve bu suretle insanların Kur’an’ın sesine serbestçe kulak verip ondan yararlanmalarını engellemek için her yola başvurmalarının cezasını ağır bir şekilde ödeyecekleri bildirilmektedir. 27. âyetteki “şiddetli azap”, müşriklerin müslümanlar karşısında uğrayacakları yenilgiler, “yaptıklarının en kötüsüne denk ceza” da âhiret azabı olarak yorumlanmıştır (İbn Atıyye, V, 13). Bu son ifade iki şekilde açıklanmıştır:

a) Yaptıklarının en kötüsü Allah’a ortak koşmak olduğu için cezaları da buna uygun ağırlıkta olacaktır; b) Onların bazı iyi işleri de olmakla birlikte iman etmedikleri için âhirette iyilikleri dikkate alınmayacak, kötülüklerine göre yargılanıp ceza göreceklerdir (Şevkânî, IV, 588).

Putperestlerin Allah’ın âyetleri karşısındaki olumsuz tutumları “inatla inkâr etme (cahd)” şeklinde ifade edilmiştir. Râzî bunu şöyle açıklar: Çünkü onlar, Kur’an’ın karşı konulamaz etkisinin farkında oldukları için insanların onu dinlemeleri halinde mutlaka ona inanacaklarından korkuyor; buna karşı önlem olarak da belirtilen çirkin yola başvuruyorlardı. Bu da gösteriyor ki aslında onlar Kur’an’ın mûcize olduğunu biliyor, ancak kıskançlık yüzünden onu inkâr ediyorlardı (XXVII, 120).

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 704-705
 

فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً 

 

فَ  istînâfiyyedir.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.  

لَنُذ۪يقَنَّ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu  ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3) 

الَّذ۪ينَ  cemi müzekker has ism-i mevsûl, mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

İsm-i mevsûlun sılası  كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. 

كَفَرُوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَذَاباً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  شَد۪يداً  kelimesi  عَذَاباً ‘nin sıfatı olup mansubdur. 

لَنُذ۪يقَنَّ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi  ذوق ’dır.

İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik), kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak), mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazen de fiilin mücerret manasını ifade eder.  


وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Ayet, atıf harfi وَ ‘la birinci kasem cümlesine matuftur.  لَ  harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir.

نَجْزِيَنَّهُمْ  fetha üzere mebni muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri  نحن ‘dur. Fiilin sonundaki  نَ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir. Muttasıl zamir  هُمْ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur.

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.) 

اَسْوَاَ  ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.

İsm-i mevsûlun sılası  كَانُوا يَعْمَلُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur.

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. 

كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan  و  muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يَعْمَلُونَ  fiili  كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.

يَعْمَلُونَ  fiili  نَ  ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.

 

فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً 

 

فَ , istînâfiyyedir. Ayette mütekellim Allah Teâlâ’dır. 

Kasem fiilinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevabından oluşan terkip, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır. 

Nun-u sakîle ve kasemle tekid edilmiş cevap cümlesi  فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.

Fiilin azamet zamirine isnadı tazim ifade eder.

Mef’ûl konumundaki has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan  كَفَرُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelerek sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, tahkir kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. 

Zamir yerine zahir isim olarak  الَّذ۪ينَ  gelmiştir. Habuki  لَنُذ۪يقَنَّهُمْ  şeklinde ifade edilebilirdi, ancak gazabın başlarına geliş sebebinin sadece küfürleri olduğunu vurgulamak için zâhir isim gelmiştir ki bu da, küfürden sakındırmak ve cezasından korkutmak içindir. 

فَلَنُذ۪يقَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَذَاباً شَد۪يداً  [Kâfirlere şiddetli azabı tattıracağız] ifadesi tehekkümî istiaredir. Azap acı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Azabın korkunçluğunu mübalağa içindir. Aralarındaki zıddiyet, tehekküm ve alay maksadıyla tenasübe benzetilmiştir. Câmi’ hissetmektir. 

Azap kelimesi yemek kelimesi yerine istiare olmuştur. Veya  نُذ۪يقَ  fiili azabın etkilerini hissetmek anlamında istiare edilmiştir.

Azabı tatmak: onları cezalandırmaktır, tatmak kelimesi meknîyye ve hayalîyye yoluyla istiare olmuştur. İbn Abbas'a göre şiddetli azap (العَذاب الشَّدِيد) Bedir gününün azabıdır, dolayısıyla dünya azabıdır. (Âşûr)

شَد۪يداً  kelimesi  عَذَاباً için sıfattır. Mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsufta sürekli varlığına, sıfatın mevsufun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. Sıfat-ı müşebbehe vezninde gelmesi, mübalağa ifade eder.

عَذَاباً ’deki tenvin kesret ve tazim ifade eder. 

Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)

Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu nun, َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Mehmet Altın, Kur'an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)

لَ  kasem içindir. Kasem dahil olduğu manayı tekid eder. Ayrıca bu kasem,  نَّ ‘u  tekid es-sakîle ile tekid edilmiş ve çoğunlukla azap hakkında kullanılan نُذ۪يقَ  kelimesiyle gelmiştir. Bundan murad da azabın aslını/özünü tadacakları, azabın eleminden, şiddetinden, eziyet ve sancılarından etkilenecekleridir. Tıpkı yemeği tadan kişinin yemeğin özünü/hakikatini, nasıl olduğunu tam anlamıyla bildiği gibi, bu kişiler de azabı her yönüyle anlayacaklardır. Burada azap için zevk fiili gelmiş ve bu azap şiddetli olmakla vasıflanmıştır. Aslında bu fiil, sadece yiyecek ve içecek için kullanılır. Bu kullanımda şiddetli azap sunmak, misafirperverlik gibi ifade edilmiştir. Bunda alay ve tahakküme ima vardır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.127)


 وَلَنَجْزِيَنَّهُمْ اَسْوَاَ الَّذ۪ي كَانُوا يَعْمَلُونَ

 

Bu cümle önceki kasemin cevap cümlesine matuftur. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.

لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayrı talebî inşâî isnaddır.

Mukadder kasemin cevabı olan cümle, muvattie lamı ve nûn-u sakîle ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.

لَنَجْزِيَنَّهُمْ  fiili azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.

اَسْوَاَ  ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. (Âşûr)  اَسْوَاَ الَّذ۪ي  izafeti, sıfatın mevsûfuna muzâf olması babından lafzî izafettir. 

اَسْوَاَ ’nin muzâfun ileyhi konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ي ‘nin sılası olan  كَانُوا يَعْمَلُونَ  cümlesi,  كَان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

كان ’nin haberi olan  يَعْمَلُونَ ‘nin muzari fiille gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. 

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde  كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)

Bu cümlenin kendisiyle başladığı وَ  harfi, ikinci hakikati önceki hakikate bağlar. Tekrar edilen kasem lâmı da manayı tekid eder. Ayrıca muzari fiil gelmiştir. Bütün bunlar gazap ve tehdidin arttığına, aynı zamanda rahmetin de kuvvetlendiğine işaret eder. Çünkü Allah Teâlâ bunları, önlerinde, yaptıklarından geri dönecek ve hidayete erecek vakitleri varken kullarına anlatmıştır. Kime hayır isabet ettiyse, sanki ona hiç şer isabet etmemiş gibidir. İşte böylece bu şiddetli makt ve vaîdin arkasından rahmetin dolup taştığını görebiliriz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 2, s.128)