ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْناًۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | ذَٰلِكَ | bu |
|
2 | الَّذِي |
|
|
3 | يُبَشِّرُ | müjdelediğidir |
|
4 | اللَّهُ | Allah’ın |
|
5 | عِبَادَهُ | kullarını |
|
6 | الَّذِينَ |
|
|
7 | امَنُوا | inanan |
|
8 | وَعَمِلُوا | ve yapan |
|
9 | الصَّالِحَاتِ | iyi işler |
|
10 | قُلْ | de ki |
|
11 | لَا |
|
|
12 | أَسْأَلُكُمْ | ben sizden istemiyorum |
|
13 | عَلَيْهِ | bunu karşılık |
|
14 | أَجْرًا | bir ücret |
|
15 | إِلَّا | ancak |
|
16 | الْمَوَدَّةَ | arzu ediyorum |
|
17 | فِي |
|
|
18 | الْقُرْبَىٰ | (Allah’a) yaklaşmayı |
|
19 | وَمَنْ | ve kim |
|
20 | يَقْتَرِفْ | yaparsa |
|
21 | حَسَنَةً | bir iyilik |
|
22 | نَزِدْ | artırırız |
|
23 | لَهُ | ona |
|
24 | فِيهَا | onun |
|
25 | حُسْنًا | iyiliğini |
|
26 | إِنَّ | şüphesiz |
|
27 | اللَّهَ | Allah |
|
28 | غَفُورٌ | bağışlayandır |
|
29 | شَكُورٌ | karşılık verendir |
|
“Sizden akrabalık sevgisinden başka bir karşılık istemiyorum” şeklinde çevrilen cümle ile Resûl-i Ekrem’den, getirdiği müjde karşılığında hiçbir ücret talep etmediğini, ama müjdeyi hak etmeleri için kendilerinin de yapılan çağrıya gönül vermeleri, ona yakınlık hissetmeleri ve buna uygun bir çaba harcamaları gerektiğini bildirmesi istenmektedir. Gerek âyetin devamındaki ifade gerekse önceki âyetin içeriği bazı ilk dönem müfessirlerince yapılan bu yorumu desteklemektedir (Taberî, XXV, 25-26; Şevkânî, IV, 611). Fakat İbn Abbas’tan yapılan bir nakil ve “yakınlığa sevgi duyma” diye çevirdiğimiz kurbâ kelimesinin “akrabalık bağı” anlamı esas alınarak bu cümle için daha çok şu yorum yapılmıştır: Peygamberliğimi ve herkes için rahmet olarak gönderilmiş olmamı tanımıyorsanız, bari aramızdaki akrabalık bağına binaen bana sevgi gösterin, düşmanlık yapmayın; sizden hiç değilse bu konudaki haklara riayet etmenizi istiyorum. Bazıları da –burada müminlere hitap edildiğini düşünüp– bu kelimenin “yakınlar” anlamına göre cümleye “Sizden sadece, benim yakınlarıma sevgi göstermenizi istiyorum” mânasını vermişlerdir. Hatta bu yorumdan hareketle burada kastedilen yakınların Hz. Ali, Hz. Fâtıma ve onların evlâtları olduğu ileri sürülmüştür (Birçok müfessirin bu âyetin tefsirinde Peygamber ailesine sevgi beslemenin önemine ilişkin nakillere ağırlık verdiği görülür). Müslümanları Hz. Muhammed’in ailesine özel bir muhabbet beslemeye yönelten başka deliller varken böyle bir yoruma gerek yoktur. Öte yandan, bu âyetin Resûl-i Ekrem’in Medine’ye geldiği sırada gerçekleşen bazı olaylar üzerine inmiş olduğuna dair haberler uydurmadır (İbn Âşûr, XXV, 83-84; bu konudaki rivayetler ve bazı değerlendirmeler için bk. Taberî, XXV, 22-26; Şevkânî, IV, 611, 613-615).
Âyetin, “Bu konuda ona daha büyük güzellikler bahşederiz” şeklinde çevrilen kısmı daha çok, iyiliğe kat kat ecir verilmesi anlamıyla açıklanmıştır. Bunun yanı sıra, kendisine daha güzelini yapma melekesi ihsan edilmesi mânasının bulunduğu da söylenebilir (Elmalılı, VI, 4242).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 747-748Amele عمل :
Amel عَمَلٌ herhangi bir canlıdan bir kasıt/amaç doğrultusunda çıkan her türlü fiildir. Bu kök فِعْلٌ sözcüğünden daha dar anlamlıdır. Çünkü فِعْلٌ sözcüğü, kendilerinden bir fiilin kasıtsız/amaçsız bir şekilde sâdır olduğu durumda da kullanılır.
Ayrıca amel kelimesi sâlih ve fenâ amel ve işlerle ilgili de kullanılır. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de sülasi fiil ve iki farklı isim formunda toplam 360 kez geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekilleri amel, amele, âmil, mamul, mamulat, imal, müsta'mel, muâmele, ameliyat, teâmül, isti'mal ve suistimaldir. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ
İsim cümlesidir. İsm-i işaret ذٰلِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ي , mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası يُبَشِّرُ ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamiri mahzuftur. Takdiri, ..يبشر به (Onu müjdeler.)şeklindedir.
يُبَشِّرُ damme ile merfû muzari fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâli fail olup lafzen merfûdur. عِبَادَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الَّذ۪ينَ cemi müzekker has ism-i mevsûl عِبَادَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اٰمَنُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَمِلُوا atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
الصَّالِحَاتِ mef’ûlun bih olup nasb alameti kesradır. Cemi müennes salim kelimeler hareke ile îrablanır.
يُبَشِّرُ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi بشر ’dır.
Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar.
اٰمَنُوا fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi أمن ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
الصَّالِحَاتِ kelimesi, sülasi mücerredi صلح olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ
Fiil cümlesidir. قُلْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
Mekulü’l-kavli لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ ‘dir. قُلْ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
لَا nefiy harfi olup olumsuzluk manasındadır. اَسْـَٔلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنا ’dir. Muttasıl zamir كُمْ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. عَلَيْهِ car mecruru اَجْراً ‘in mahzuf haline mütealliktir. اَجْراً ikinci mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
اِلَّا istisna edatıdır. الْمَوَدَّةَ müstesna-i munkatı’ olup fetha ile mansubdur. فِي الْقُرْبٰى car mecruru الْمَوَدَّةَ ‘nin mahzuf haline mütealliktir.
İstisna; bir nesneyi, kişiyi veya hükmü istisna edatlarından biriyle cümledeki hükmün dışında tutmaktır. İstisnanın 3 unsuru vardır:
1. İstisna edatı: Cümlede kullanılan edatlardır.
2. Müstesna: İstisna edatından sonra gelen kelimedir. İstisna edilen, hariç tutulan kelimedir.
3. Müstesna minh: İstisna edatından önce gelen kelimedir. Kendisinden bir şeyin hariç tutulduğu, genellikle çoğul olan bir kelimedir.
Müstesna minh; a) Ya birden fazla olmalı, b) Ya umumi manalı bir kelime olmalı,
(Bir ismin umumi manalı olması için nefy, nehy veya istifhamdan sonra nekre olarak gelmesi gerekir.) c) Ya kısımları bulunan müfred bir lafız olmalı.
(Kısımları bulunan müfred: Mesela sahifeleri olan kitap, saatleri olan gün, günleri olan hafta, ay, mevsim, mevsimleri olan sene, seneleri olan ömür… gibi isimlerdir.)
Müstesna istisna edatından hemen sonra gelen kelimedir. Ancak müstesna minh hemen önce gelen kelime olmayabilir. Müstesna mansubdur. Bununla birlikte istisna edatlarının türlerine göre farklı şekillerde îrablanabilir. Türkçeye “ama, ancak, -den başka, -sız, fakat, hariç, müstesna, yalnız, sadece” gibi kelimelerle tercüme edilir.
İstisnanın kısımları 3’e ayrılır:1. Muttasıl istisna 2. Munkatı’ istisna 3. Müferrağ istisna.(Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْقُرْبٰى maksur isimdir. Maksur isimler: Sondan bir önceki harfi fethalı olup son harfi (ى) olan isimlere “maksur isimler” denir. Maksur isimler genellikle (ى) ile biter. Fakat çok az olarak (ا) ile biten maksur isimler de vardır. Maksur isimlerin sonunda yer alan bu harflere “elif-i maksure” denir. اَلْفَتَى – اَلْعَصَا gibi…
Maksur isimlerin îrab durumu şöyledir: Merfu halinde takdiri damme ile, mansub halinde takdiri fetha ile, mecrur halinde takdiri kesra ile îrab edilir. Yani maksur isimler merfu, mansub, mecrur hallerinde hep takdiri olarak (takdiren) irab edilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اَسْـَٔلُكُمْ fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil if’âl babındandır. Sülâsîsi سأل ’dir.
İf’al babı fiile tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. Bazan da fiilin mücerret manasını ifade eder.
وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْناًۜ
وَ istînâfiyyedir. مَنْ iki muzari fiili cezm eden şart ismi olup mübteda olarak mahallen merfûdur.
يَقْتَرِفْ حَسَنَةً cümlesi mübteda مَنْ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. يَقْتَرِفْ şart fiili olup meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. حَسَنَةً mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen نَزِدْ cümlesi şartın cevabıdır. نَزِدْ meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. لَهُ car mecruru نَزِدْ fiiline mütealliktir. ف۪يهَا car mecruru نَزِدْ fiiline mütealliktir. حُسْناً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur.
يَقْتَرِفْ fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi قرف ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
İsim cümlesidir. اِنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. اللّٰهَ lafza-i celâli اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.
غَفُورٌ kelimesi اِنّ ‘nin haberi olarak lafzen merfûdur. شَكُورٌ kelimesi اِنّ ‘nin ikinci haberi olarak lafzen merfûdur.
غَفُورٌ - شَكُورٌ kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. İşaret ismi mübteda, الَّذ۪ي haberdir.
Önceki ayette ifade edilen cennet faziletlerine işaret eden ذٰلِكَ ‘de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret ismiyle işaret edilirse aklî olan hissî olana benzetilmiş olduğundan istiare oluşur. Câmi’ her ikisindeki vücudun tahakkukudur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Haber konumundaki müfred müzekker has ism-i mevsûl الَّذِي ‘nin sılası olan يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Sıla cümlesinde takdiri بِهِ olan aid zamir mahzuftur.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil, tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedin ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Veciz ifade kastına matuf عِبَادَهُ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِبَادَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
عِبَادَهُ için sıfat konumundaki has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil hudûs, sebat, temekkün ve istikrar ifade eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Aynı üslupta gelen وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ cümlesi, mevsûlün sılası olan اٰمَنُوا ’ya matuftur. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.
Fiillerin mazi sıygada gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Burada عملوا الصالحات ibaresinin aslı عَمِلُوا الأعمال الصالحات şeklindedir. Mevsuf hazf edilmiş, sıfat söylenmiştir. Bu da onların (ve amellerinin) bu sıfatla ne kadar özdeşleştiklerini, kuvvetle vasıflandıklarını gösterir. Îcaz-ı hazif sanatıdır.
Veciz ifade kastına matuf عِبَادِه۪ izafetinde, Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan عِبَادَ , tazim ve şeref kazanmıştır.
الصَّالِحَاتِ ism-i fail vezninde gelerek salih amelin teceddüdüne işaret etmiştir.
Fiil cümlesinde yer alan ism-i fail, hudûs ve yenilenme anlamı ifade eder. (Muhammed Rızk, Dr. Öğr. Üyesi, Kur’an-ı Kerim’de İsm-i Fail’in İfade Göstergesi (Manaya Delâleti), Hitit Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi)
İman edenler ve salih amel işleyenler ismi açıkça geçmiştir. Halbuki burada açık isim yerine zamir gelmesi mümkündü, zira hemen öncesinde bu kişilerden bahsedilmişti. Bu zikir sayesinde; bunlara verilecek müjdenin, bu sıfatlara sahip olmaları sebebiyle olduğu da beyan edilmiş olur. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 3, s.157)
Dil alimleri sadece mühim bir haber vermek istedikleri zaman muşârun ileyhi işaret ismiyle kâmil olarak temyiz ederler. Çünkü bu şekilde işaret ederek verdikleri haber başka hiçbir kelamda bu kadar açık bir şekilde ortaya konmaz. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/57, c. 5, s. 190)
قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ
Cümle istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
قُلْ fiilinin mekulü’l-kavli olan لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْراً اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ cümlesi, muzari fiil cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَلَيْهِ , ihtimam için mef’ûl olan اَجْراً ‘e takdim edilmiştir.
اَجْراً ‘deki nekrelik nev ve kıllet ifade eder. Olumsuz siyakta nekre, umum ve şümule işaret eder.
اَجْراً ‘de istiare vardır. Davet sırasındaki amellere karşılık anlamında, الجَزاءُ kelimesi yerine müstear olmuştur. Karşılık, işçiye verilen ücrete benzetilmiştir.
اِلَّا munkatı’ istisna edatı, الْمَوَدَّةَ müstesnadır. فِي الْقُرْبٰى car mecruru, مَوَدَّةَ ’nin mahzuf haline mütealliktir.
Cümlede, tekid-ül medih sanatı vardır.
عَلَيْهِ deki zamir Kur’an’a aittir (Âşûr) ve bu durumda surenin başında zikredilen Kur’an dolayısıyla reddü'l-acüz ale's-sadr vardır.
فِي الْقُرْبٰىۜ ibaresindeki ف۪ي harfinde istiare-i tebeiyye vardır. ف۪ي harfindeki zarfiyet manası dolayısıyla الْقُرْبٰىۜ , içine girilebilen bir şeye benzetilmiştir. Burada ف۪ي harfi kendi manasında kullanılmamıştır. Çünkü yakınlık, hakiki manada zarfiyeye yani içine girilmeye müsait değildir. Mübalağa için bu üslup kullanılmıştır.
Bu cümle, Kur’an-ı Kerim’in birçok suresinde ufak farklılıklarla veya aynen tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır. Böyle tekrarlar, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.
Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)
Bu ayette ifade edilen الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ hakkında farklı yorumlar olmakla birlikte Allah (cc) peygamberimizden bir ücret talep etmediğini duyurmasını istemektedir. Fakat ücretten istisna tutulan yakınlara sevgi ücret sayılabilecek bir şey olmadığı ve insan için yakınlara sevgi göstermek bir gereklilik olduğu için, yaptığı işte ücret arzusu olmayan peygamberin övgüye layık davranışını tekid etmiştir. (Hasan Uçar, Kur'an-ı Kerim’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları, Doktora Tezi)
اِلَّا الْمَوَدَّةَ [Sevgiden başka] anlamındaki ifade, birincisinin (müstesna minh'in) türünden olmayan bir istisnadır. Yani ben sizden sadece akrabalık bağım dolayısıyla bana sevgi beslemenizi ve böylelikle beni korumanızı istiyorum. Ayette hitap özel olarak Kureyş'edir. Bu açıklamayı İbn Abbâs, İkrime, Mücahid, Ebû Malik, en-Nehaî ve başkaları yapmıştır. (Kurtubî)
Ayet metninde yer alan الْمَوَدَّةَ , Resulullah (sav) sevgisi demektir. Yine burada geçen الْقُرْبٰى masdardır, manası akrabalık demektir. Resulullah'a karşı sevgi, ona eziyeti bırakmak akrabalık gereğine göre davranmak demektir. Resulullah (sav) burada sevgiyi ücret olarak isimlendirmekte ve bu ücretten sevgiyi tıpkı ücretmiş gibi istisna etmektedir. (Ruhu’l Beyan)
وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْناًۜ
…ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ cümlesi için tezyîl hükmündeki bu cümlede وَ , istînâfiyyedir. Şart üslubunda haberî isnaddır. Şart ismi مَنْ , mübtedadır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam olan يَقْتَرِفْ حَسَنَةً cümlesi, hem şart cümlesi hem de مَنْ ’in haberidir. Müsnedin muzari fiil cümlesi olması hudus, teceddüt ve istimrar ifade eden fiile hükmü takviye anlamı katmıştır. Ayrıca muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
حَسَنَةً ’de irsâd sanatı vardır.
ف karinesi olmadan gelen cevap cümlesi نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْناً , müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. نَزِدْ fiili, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. نَزِدْ fiiline müteallik car mecrurlar لَهُ ve ف۪يهَا , ihtimam için mef’ûl olan حُسْناًۜ ‘e, takdim edilmiştir.
Şart ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Farklı manalardaki حَسَنَةً - حُسْناً kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
حُسْناً ’deki nekrelik kesret ve tazim ifade eder.
Cümlede “şart ve cevapta iki anlamın birleşmesi ve aralarında eşdeşlik bulunmasıdır.” şeklinde tanımlanan müzavece sanatı vardır. Buna, izdivâc ve tezâvüc de denir.
İstînâfiye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine irab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Burada iyilikten murad, Peygamberimizin (sav) akrabalarının sevgisinin de öncelikle dahil olduğu mutlak iyiliktir.
Süddî'den rivayet olunduğuna göre ise, burada murad olan iyilik, Peygamberimizin yakın akrabalarını sevmektir. (Ebüssuûd)
Ayet metninde yer alan يَقْتَرِفْ kelimesinin kökü olan القرف والاقتراف , ağacın kabuğunu soymak, deve yavrusunun derisini yüzmek anlamındadır. Daha sonra الاقتراف kelimesi; gerek iyi, gerek kötü, herhangi bir şeyi kazanmak anlamına istiare sanatıyla kullanılmıştır. Ancak kelime daha çok kötülük kazanmakta kullanılır. (Ruhu’l Beyan)
اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
اِنَّ ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Allah’ın غَفُورٌ ve شَكُورٌ sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında و olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
غَفُورٌ - شَكُورٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr ve muvazene sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.
غَفُورٌ - شَكُورٌ kelimeleri فعول vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Ayetin fasılası, tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.
Bu son cümle Kur'an’da ufak değişikliklerle tekrarlanmıştır. Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitlensin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır
Böyle tekrarlanan kelimeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet Suresi 44, C. 2, s. 189)
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Fasıla cümlesidir. اِنَّ ile, haberdeki mübalağa sigalarıyla, celâl ve kemal ifade eden lafza-i celâlin zikredilmesi ile tekid edilmiştir. Bu lafza-i celâl, dinleyen kişinin kalbine korku saçar. Bu nedenle birçok fasılada bulunur. Bu mevki, bulunduğu siyaka bağlı olarak başka ayetlerde bulunmayan manalar da kazandırır. Bu gerçekten mühimdir. Yani aynı kelimeler ve aynı terkipten oluşmuş bir fasıla, her zaman aynı şeye delalet etmez. Çünkü siyak, o ibareye başka delaletler de kazandırır. Lafız ve terkiplerin bir olması, onları asıl manada birleştirir, ancak siyak onları ayırır, çeşitlendirir ve aynı olan ibareleri birbirinden uzaklaştırır ya da yaklaştırır. Siyak, manaları dolayısıyla bu farklılığa sebep olur. Bunları söylememin sebebi, bu fasılanın şibhi kemâl-i ittisâl yolu ile öncesindeki manayı tekid ederek gelmesidir. Zira öncesindeki manalar bu şekilde bir müjdeleme ihsanının sebebini merak ettirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, C. 3, s.166)
Yüce Allah'ın (cc) sıfatlarından olan شَكُورٌ kelimesi, taat yoluyla hazırlanmaktan, sevaplarını eksiksiz olarak vermekten, sevaplarına karşılık daha fazla sevap vermekten ibaret olan bir manayı kapsar. (Nesefî, Medâriku’t Tenzîl ve Hakâîku’t Te’vîl)