يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍۚ وَف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ وَاَنْتُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَۚ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | يُطَافُ | dolaştırılır |
|
2 | عَلَيْهِمْ | onların önünde |
|
3 | بِصِحَافٍ | tepsiler |
|
4 | مِنْ | -dan |
|
5 | ذَهَبٍ | altın- |
|
6 | وَأَكْوَابٍ | ve kadehler |
|
7 | وَفِيهَا | orada vardır |
|
8 | مَا | her şey |
|
9 | تَشْتَهِيهِ | canların çektiği |
|
10 | الْأَنْفُسُ | nefislerinin |
|
11 | وَتَلَذُّ | ve hoşlandığı |
|
12 | الْأَعْيُنُ | gözlerin |
|
13 | وَأَنْتُمْ | ve siz |
|
14 | فِيهَا | orada |
|
15 | خَالِدُونَ | ebedi kalacaksınız |
|
İslâm bütün insanlığa hitap eden bir din olmakla beraber onun ilk muhatapları, sudan, yeşillikten, gölge ve serinlikten, çeşitli yiyecek ve giyeceklerden oldukça mahrum bulunan Araplar’dır. Bu sebeple Allah Teâlâ onların ve bütün insanlığın iyiliğine olan bu dinin benimsenmesi, emirlerinin istekle, hatta heyecanla yerine getirilmesi için Araplar’ın mahrum bulundukları, hasretini çektikleri nimetleri zikrederek, bunların cennetliklere bolca sunulacağını hatırlatarak teşvik yöntemini kullanmıştır (Râzî, XXVII, 225). Hz. Peygamber de, ata ve deveye düşkün olanların, “Cennette at var mı, deve var mı?” şeklindeki sorularına, 71. âyete dayanarak “evet” cevabını vermiştir (Tirmizî, “Cennet”, 11). Ancak bütün bu nimetlerin, dünyadakilerin aynı olmadığı, isim ve nitelik benzerlikleri bulunmakla beraber âhiret hayatının ve orada olanların mahiyet bakımından dünyadakilerden farklı bulunduğu, ilgili âyet ve hadislerin ortaya koyduğu bir gerçektir.
“Gözlerin zevk aldığı şey” cennetin göze hitap eden nimetleri olabilir. Ancak bazı tefsirciler bunu, “Allah’ın cemalini seyretmek” şeklinde yorumlamışlardır, biz de bu yorumu tercih ediyoruz; çünkü diğer nimetler yeterince sıralanmış ve açıklanmıştır, cennetin en büyük iki nimeti “cemal seyri” ile Allah’ın cennetlik kullarından razı olduğunu ilân ettiği “rıdvân” aşamasıdır. Bu mânevî nimetlerin ihmal edilmiş, sükût geçilmiş olması teşvik amacı ile bağdaşmayacağı için “gözlerin zevk aldığı, başka bir deyişle bakmaya doyamadığı şey”i bu yönde anlamak daha uygundur.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 785Kevebe كوب :
Kulpu olmayan kaseye/bardağa كُوبٌ denir. Çoğulu أكْوابٌ şeklinde gelir. (Müfredat)
Kuran’ı Kerim’de yalnızca isim formunda 4 defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)
Türkçede kullanılan şekli küptür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi)
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍۚ وَف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ
Fiil cümlesidir. يُطَافُ merfû, meçhul muzari fiildir. عَلَيْهِمْ car mecruru mahzuf naib-i faile mütealliktir. بِصِحَافٍ car mecruru يُطَافُ fiiline mütealliktir.
مِنْ ذَهَبٍ car mecruru صِحَافٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. اَكْوَابٍ atıf harfi وَ ‘la makabline matuftur.
ف۪يهَا car mecruru mahzuf mukaddem habere müteallik olup atıf harfi وَ ‘la يُطَافُ ‘ya matuftur. Müşterek ism-i mevsûl مَا muahhar mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası تَشْتَه۪يهِ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
تَشْتَه۪يهِ fiili ي üzere mukadder damme ile merfû muzari fiildir. Muttasıl zamir هِ mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. الْاَنْفُسُ fail olup lafzen merfûdur. تَلَذُّ atıf harfi وَ ‘la مَا تَشْتَه۪يهِ ‘ye matuftur.
تَلَذُّ damme ile merfû muzari fiildir. الْاَعْيُنُ fail olup lafzen merfûdur.
وَاَنْتُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَۚ
Ayet, atıf harfi وَ ‘la اَنْتُمْ وَاَزْوَاجُكُمْ ‘a matuf olup mahallen mansubdur. İsim cümlesidir. Munfasıl zamir اَنْتُمْ mübteda olarak mahallen merfûdur. ف۪يهَا car mecruru خَالِدُونَ ‘ye mütealliktir. خَالِدُونَ mübtedanın haberi olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
خَالِدُونَ kelimesi, sülasi mücerredi خلد olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
يُطَافُ عَلَيْهِمْ بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍۚ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Fiil muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
يُطَافُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
بِصِحَافٍ - ذَهَبٍ - اَكْوَابٍۚ kelimelerinin nekreliği, tazim, nev ve kesret ifade eder.
بِصِحَافٍ مِنْ ذَهَبٍ وَاَكْوَابٍ [Altın tepsiler ve kadehlerle..] terkibinde îcâz yoluyla hazif vardır. ‘Altın tepsiler ve altın kadehlerle..’ demektir. Kelamın akışı bunu gösterdiği için hazf edilmiştir. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir, Âşûr)
Cennet ehline verilecek olan çeşitli nimetlerin anlatıldığı bu ayetteki ıtnâbı Beyzâvî şöyle izah eder: “Ayetin “Onlara altın tepsiler ve kadehlerle servis yapılır” cümlesinde fazlasıyla zevk ve lezzet alınan şeyler özellikle sayıldıktan sonra bu cümleyi de kapsayan “Orada canlarının istediği, gözlerinin hoşlandığı her şey vardır” ifadesi, hususiden sonra umuminin zikredilmesi kabilindendir.
Yüce Allah, cenneti ve onun sevinç yeri olduğunu belirttikten sonra, içindeki nimetleri anlattı. Önce yenilecek, sonra içilecek şeylerden bahsetti. Bu tafsilattan sonra, “Orada canların istediği ve gözlerin hoşlandığı herşey vardır” sözüyle genel bir açıklama yaptı. Daha sonra, Naîm cennetinde ebedî kalınacağını bildirerek nimetin tamamlanacağını belirtti. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
وَف۪يهَا مَا تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ
Cümle atıf harfi وَ ile makabline atfedilmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi,
faide-i haber ibtidaî kelamdır. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada isim cümlesi fiil cümlesine atfedilmiştir.
Aslolan, aynı üsluptaki cümlelerin birbirine atfıdır. İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır.
Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir. (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)
Cümlede îcâz-ı hazif ve takdim-tehir sanatları vardır. Car mecrur ف۪يهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Muahhar mübteda olan müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın, sılası olan تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur.
Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Aynı üslupta gelen وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُ cümlesi mevsûlün sılası olan تَشْتَه۪يهِ الْاَنْفُسُ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
تَلَذُّ fiili mecazî isnad yoluyla الْاَعْيُنُۚ kelimesine isnad edilmiştir.
وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ ifadesinde mecazî isnad vardır. Aslında lezzet alan gözler değil sahibidir. Bu üslup, cüz-kül alakasıyla onların mutluluğunu vurgulamak için yapılan mecaz-ı mürsel sanatıdır.
وَتَلَذُّ الْاَعْيُنُۚ ifadesinde istiare vardır. Görülen güzel şeyler tatlı bir yiyeceğe benzetilip bu yiyecek hazf edilmiş, levazımı olan tatmak fiili zikredilmiştir. Câmi’ mutluluğu hissetmektir. İstiare yoluyla bulundukları durum etkili bir tarzda ifade edilmiştir.
تَشْتَه۪يهِ - وَتَلَذُّ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
وفِيها ما تَشْتَهِيهِ الأنْفُسُ cümlesi, sonuna kadar الجَنَّةِ ‘den haldir. (Âşûr )
وَاَنْتُمْ ف۪يهَا خَالِدُونَۚ
Son cümle atıf harfi وَ ile 70. ayetteki … اَنْتُمْ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur. Mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَنْتُمْ mübteda, خَالِدُونَ haberdir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur olan ف۪يهَا , ihtimam için amiline takdim edilmiştir. (Âşûr)
خَالِدُونَ lafzı, ism-i fail vezninde gelerek sübut ve istimrar ifade etmiştir.
İsim cümlesindeki ism-i fail istimrar ifade eder. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
İsm-i fail sübuta, istikrara ve sıfatın mevsûfa olan bağlılığına delalet eder. (Tevbe Suresi, 120-121) (Halidî, Vakafat, s. 80)
خلد , aslında uzun bir zaman dilimi demektir, ama daha çok çokluktan kinaye olarak ‘kalıcı’ anlamında kullanılır. Üstelik bu kalıp da onun bu anlamını pekiştirmektedir.
يُطَافُ - اَنْتُمْ kelimeleri arasında gaibden muhataba geçişe güzel bir iltifat sanatı vardır.