اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْۜ بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أَمْ | yoksa |
|
2 | يَحْسَبُونَ | sanıyorlar (mı?) |
|
3 | أَنَّا | biz |
|
4 | لَا |
|
|
5 | نَسْمَعُ | işitmiyoruz |
|
6 | سِرَّهُمْ | onların sırlarını |
|
7 | وَنَجْوَاهُمْ | ve gizli konuşmalarını |
|
8 | بَلَىٰ | hayır (işitiriz) |
|
9 | وَرُسُلُنَا | ve elçilerimiz |
|
10 | لَدَيْهِمْ | yanlarında bulunan |
|
11 | يَكْتُبُونَ | yazarlar |
|
Sûrenin sonunda yine ana konuya, peygamberin tevhid mücadelesine dönülüyor. Fıtrî aklın hükümlerinden, müşriklerin inanç ve pratiklerinden de yararlanılarak putların tanrı olamayacağı, Allah’tan başka hiçbir varlıkta tanrılık niteliklerinin bulunmadığı, Allah’ın çocuğunun olmasının düşünülemeyeceği, bunun Tanrı kavramına ve O’nun temel niteliklerine ters düştüğü ikna edici bir üslûp içinde açıklanıyor.
79. âyetin geliş sebebi olarak, hicrete yakın günlerde Mekkeli müşriklerin toplanıp Hz. Peygamber’i öldürme kararı almaları olayı zikredilmiştir. Onlar bu kararı almışlar, fakat Allah’ın ezelde verdiği karar gerçekleşmiş, Peygamber efendimiz kurulan tuzaktan kurtulmuştur.
89. âyet bütün tebliğciler için geçerli bir ilkeyi ifade etmektedir: Tebliğcinin vazifesi bildirmektir, yapılacak her şey yapıldıktan sonra inkârda direnenler kendi hallerine bırakılır, insanları zorla imana getirmek için savaşılmaz, farklı inanç taşıyanlarla barış içinde yaşanır. Savaşın sebebi karşı tarafın hukuk tanımazlığıdır, insan hak ve hürriyetlerine saldırmasıdır. Bunlar engellenir, hak ve özgürlükler kurtarılır, hür düşünceleri ve iradeleri ile inkârı seçenlerin gerçeği anlamaları ya zamana veya âhirete bırakılır.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 787-788اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْۜ
اَمْ munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır. اَمْ atıf harfi hemzenin muadilidir.
يَحْسَبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَنَّ tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder. نَا
mütekellim zamiri اِنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur. لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ cümlesi اِنَّ ’nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. نَسْمَعُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ’dur.
سِرَّ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. هُمْ muttasıl zamiri muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
نَجْوٰيهُمْ atıf harfi و ‘la makabline matuftur. نَجْوٰيهُمْ elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ
بَلٰى nefyi iptal için gelen cevap harfidir.
بَلٰى; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi))
وَ haliyyedir. رُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ hal cümlesidir. Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim).
Burada hal isim cümlesi olarak gelmiştir. Hal müspet (olumlu) isim cümlesi olarak geldiğinde umumiyetle başına “و ve zamir” veya yalnız “و ” gelir. Bazen “و ” gelmediği de olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رُسُلُنَا mübteda olup lafzen merfûdur. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. لَدَيْهِمْ mekân zarfı يَكْتُبُونَ fiiline mütealliktir. يَكْتُبُونَ fiil cümlesi mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur.
يَكْتُبُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْۜ
اَمْ , munkatı’dır. بل ve hemze manasındadır. Ayet fasılla gelmiş istînâfiyyedir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Cümle istifham üslubunda olmasına rağmen soru manası taşımayıp taaccüp ve inkâr anlamına geldiği için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Müspet muzari fiil sıygasındaki cümlede, mütekellim Allah Teala olduğu için istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
Fiilin muzari sıygada gelmesi teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Masdar ve tekid harfi اَنَّ ve akabindeki لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْ cümlesi, masdar tevilindedir. Masdar-ı müevvel, iki mef’ûle müteaddi olan تَحْسَبُ fiilinin iki mef’ûlü yerindedir. Sübut ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
اَنَّ ’nin haberi olan لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ cümlesinin menfî muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelam formunda gelmesi cümleye hükmü takviye, hudûs ve teceddüt anlamları katmıştır.
Nefy harfi müsnedün ileyhden sonra gelir ve müsned fiil olursa böyle terkipler hükmü takviye, teceddüt ve bazı karinelerle tahsis ifade eder.
سِرَّهُمْ - نَجْوٰيهُمْ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır. Çünkü maksat, onların sırları ve açıkça konuşmalarıdır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)
بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ
بَلٰى , cevap harfi, menfi sözü iptal içindir. Yani نحن نسمع سرهم ونجواهم (Evet, Biz onların gizlediklerini ve fısıldadıklarını biliriz) demektir. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.
وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ cümlesi haldir. Hal cümleleri anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.
Mübteda ve haberden müteşekkil sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyh olan رُسُلُنَا , veciz ifade kastına matuf olarak izafetle gelmiştir. Bu izafette Allah Teâlâ’ya ait zamire muzâf olan رُسُلُ , tazim ve şeref kazanmıştır. رُسُلُ ‘den kasıt meleklerdir.
لَدَيْهِمْ mekan zarfı, müsned olan يَكْتُبُونَ fiiline mütealliktir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Mekan zarfı لَدَيْهِمْ , önemine binaen amili olan يَكْتُبُونَ ‘ye takdim edilmiştir.
Cümlede müsnedin muzari fiil olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs ve teceddüt ifade eder. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
‘’Bizim elçilerimiz de var, yazıyorlar’’ ifadesi, yeni bir cümledir ve manası da yenidir, öncesindeki cümleyi tekid etmemektedir. Burada onların yanlarında bulunan elçilerin yazıyor olmasından maksat, Allah'ın bunu bildiği manasını tekid etmek değil, adil bir şekilde hesaba çekileceklerini bildirmektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 4, s.346)
“Elbette” hem sırlarını hem de fısıldaşmalarını işitiyoruz, her ikisine de vâkıfız. “Elçilerimiz” yani yanlarındaki kirâmen kâtibîn melekleri bu sır ve fısıltıları “yazıyorlar!” (Keşşâf)
Buradaki yazmak hakiki de, mecazî de olabilir. Ya da sıralayarak sayma ve korumakta kinayedir. (Âşûr)