وَاِذَا عَلِمَ مِنْ اٰيَاتِنَا شَيْـٔاًۨ اتَّخَذَهَا هُزُواًۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ
Evren kitabı, okumasını bilenleri Allah’a inanmaya ve O’nun nimetlerine şükretmeye götürdüğü gibi vahyedilen kitap Kur’an-ı Kerîm de, O’na kulak verenleri, gönderene ve tebliğ edene bakarak âyetlerini ciddiye alıp üzerinde düşünenleri, ondan bir hayat rehberi olarak lâyıkıyla istifade edenleri, dünyada düzgün bir hayat sürme, Allah’ın rızasını elde etme ve ebedî hayatta sonsuza kadar mutlu olma imkânlarına kavuşturur. Bu kitabın kıymetini bilmeyenler, mâkul bir delile dayanmadıkları halde kurulu düzenin kendilerine sağladığı itibar ve menfaatler kaybolmasın diye onu inkâra yönelenler ise dünyada refah içinde yaşasalar bile ebedî âlemde perişan olacaklar, şiddetli cezalar göreceklerdir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 12-13
وَاِذَا عَلِمَ مِنْ اٰيَاتِنَا شَيْـٔاًۨ اتَّخَذَهَا هُزُواًۜ
وَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِذَا şart manası taşıyan, cezmetmeyen zaman zarfıdır. Cümleye muzâf olur. Vuku bulma ihtimali kuvvetli veya kesin olan durumlar için gelir.
إِذَا : Cümleye muzâf olan zarflardandır. Kendisinden sonra gelen muzâfun ileyh cümlesi aynı zamanda şart cümlesidir.
إِذَا ‘dan sonraki şart cümlesinin fiili, mazi veya muzari manalı olur. Cevabı ise umumiyetle muzari olur, mazi de olsa muzari manası verilir:
a) إِذَا fiil cümlesinden önce gelirse, zarf (zaman ismi); isim cümlesinden önce gelirse (mufâcee=sürpriz) harfi olur.
b) إِذَا ‘nın cevap cümlesi, iki muzari fiili cezm edenlerin cevap cümleleri gibi mazi, muzari, emir, istikbal, isim cümlesi... şeklinde gelir. Cevabın başına ف ‘nın gelip gelmeme durumu, iki muzari fiili cezm edenlerle aynıdır.
c) Sükun üzere mebnîdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
عَلِمَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. عَلِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ اٰيَاتِنَا car mecruru شَيْـٔاًۨ ‘nin mahzuf haline mütealliktir. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. شَيْـٔاًۨ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
فَ karînesi olmadan gelen اتَّخَذَهَا هُزُواً cümlesi şartın cevabıdır. اتَّخَذَهَا fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Muttasıl zamir هَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. هُزُواًۜ ikinci mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.
عَلِمَ bilme ve اتَّخَذَهَا değiştirme manasında kalp fiillerindendir. Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.
اتَّخَذَهَا fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi أخذ ’dir.
İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ
İsim cümlesidir. İşaret ismi اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ cümlesi, mübteda اُو۬لٰٓئِكَ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur.
لَهُمْ car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ kelimesi muahhar mübteda olup lafzen merfûdur. مُه۪ينٌ kelimesi عَذَابٌ ‘nün sıfatı olup damme ile merfûdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapçada sıfatın asıl adı “na’t (النَّعَتُ)”dır. Sıfatın nitelediği isme de “men’ut (المَنْعُوتُ)” denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: Cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir. Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُه۪ينٌ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan if’al babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
وَاِذَا عَلِمَ مِنْ اٰيَاتِنَا شَيْـٔاًۨ اتَّخَذَهَا هُزُواًۜ
Ayet, önceki ayete وَ ‘la atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında inşâî olmak bakımından mutabakat vardır.
Cümle şart üslubunda haberî isnaddır. Muzâfun ileyh konumunda olan عَلِمَ مِنْ اٰيَاتِنَا شَيْـٔاً şart cümlesi, mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88)
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)
Mef’ûl olan شَيْـٔاًۨ ‘deki nekrelik, muayyen olmayan nev ve kıllet ifade eder.
فَ karinesi olmadan gelen cevap cümlesi اتَّخَذَهَا هُزُواًۜ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اتَّخَذَهَا fiilinin ikinci mef’ûlü olan هُزُواًۜ ‘in nekreliği nev, kesret ve tahkir içindir.
Şart ve cevap cümlelerinden oluşmuş terkip, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haberin şart üslubunda verilmesi daha beliğ ve etkilidir.
Veciz ifade kastına matuf اٰيَاتِنَا izafetinde ayetler, tazim ve onların fiilinin ne kadar çirkin olduğunu ifade etmek için Allah'a ait zamire izafe edilmiştir.
Önceki ayette zikredilen اٰيَاتِ اللّٰهِ ‘deki gaib zamirden bu ayette اٰيَاتِنَا ile azamet zamirine iltifat edilmiştir.
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması tahkir ve kınama ifade eder.
اُو۬لٰٓئِكَ ’nin haberi olan لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌ , sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır. لَهُمْ mahzuf mukaddem habere mütealliktir. عَذَابٌ, muahhar mübtedadır.
İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Müsnedün ileyh olan عَذَابٌ ’daki nekrelik, tarifi imkansız bir nev olduğuna ve tahkire işaret eder.
عَذَابٌ ‘un sıfatı olan مُه۪ينٌ , mübalağalı ism-i fail kalıbı olan sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.
Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
عَذَابٌ - مُه۪ينٌ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Azap, مُه۪ينٌ olmakla vasıflanarak mecâzî isnad yapılmıştır. Azap, alçaltan horlayan bir canlıya benzetilmiştir. Azap zelil ve rezil değil, azap gören zelil ve aşağılıktır. Azapla مُه۪ينٌ (zelil ve aşağılık) arasında sebebiyet alakasına dayalı mecaz-ı mürsel bulunmaktadır. Burada sebep zikredilmiş sonuç kastedilmiştir. Çünkü azap, zilletin sebebidir. Bu üslup, azabın ne kadar yoğun olduğuna ve şiddetine delalet eden mecazî bir üsluptur.
"İşte onlar yok mu, (mezkûr cinayetlerinden dolayı) alçaltıcı bir azap onlar içindir."
Azaplarının, alçaltıcı olmakla vasıflandırılması, onların, büyüklük taslamalarının ve Allah'ın ayetleriyle alay etmelerinin hakkını tam olarak vermek içindir. (Ebüssuûd)