اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجَاوَزُ عَنْ سَيِّـَٔاتِهِمْ ف۪ٓي اَصْحَابِ الْجَنَّةِۜ وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | أُولَٰئِكَ | onlar |
|
2 | الَّذِينَ | öyle kişilerdir ki |
|
3 | نَتَقَبَّلُ | kabul ederiz |
|
4 | عَنْهُمْ | onlardan |
|
5 | أَحْسَنَ | en iyisini |
|
6 | مَا |
|
|
7 | عَمِلُوا | yaptıklarının |
|
8 | وَنَتَجَاوَزُ | ve geçeriz |
|
9 | عَنْ | -nden |
|
10 | سَيِّئَاتِهِمْ | onların kötülükleri- |
|
11 | فِي | arasındadırlar |
|
12 | أَصْحَابِ | halkı |
|
13 | الْجَنَّةِ | cennet |
|
14 | وَعْدَ | sözdür |
|
15 | الصِّدْقِ | doğru |
|
16 | الَّذِي |
|
|
17 | كَانُوا | olunan |
|
18 | يُوعَدُونَ | kendilerine va’d |
|
Peygamberlere inananlar ve onların yolundan gidenler ile inkâr, isyan ve onlara eziyet edenlerin durumu, ana babalar ile çocukları arasındaki ilişkiyi hatırlatıyor. Bu sebeple 15-20. âyetlerde o konuya geçilmiş; ana babaların nice eziyetler çekerek dünyaya getirip büyüttükleri, kendilerine ümit bağladıkları çocuklarının da birbirine benzemediği, kimileri itaat edip iyi davranırken bazılarının da hayırsız çıktığı hatırlatılmış, hem Peygamber efendimiz hem de müminler teselli edilmiştir.
Bakara sûresinin 233. âyetinde, tam emzirme süresinin iki yıl olduğu ifade edilmişti. Burada ise rahimde taşıma müddeti ile emzirme süresi toplamının otuz ay olduğu zikredilmektedir. Otuz aydan iki yıl çıkarılınca geriye altı ay kalır; bundan da asgarî hamilelik süresinin altı ay olacağı sonucuna ulaşılır. Hz. Osman halife iken, evlendikten altı ay sonra çocuk doğuran bir kadına zina cezası istenmiş, halife de bunu uygulamaya meyletmişti. Ancak Hz. Ali yukarıdaki hesap ve yoruma dayanarak, altı ay içinde çocuk doğurmanın mümkün olduğunu, kadına zina isnadının delilinin bulunmadığını savundu ve kadın berat etti (Kurtubî, XVI, 188).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 34
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجَاوَزُ عَنْ سَيِّـَٔاتِهِمْ ف۪ٓي اَصْحَابِ الْجَنَّةِۜ وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ
İsim cümlesidir. İşaret zamiri اُو۬لٰٓئِكَ mübteda olarak mahallen merfûdur. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası نَتَقَبَّلُ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
نَتَقَبَّلُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. عَنْهُمْ car mecruru نَتَقَبَّلُ fiiline mütealliktir. اَحْسَنَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. مَا ve masdar-ı müevvel muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
عَمِلُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. نَتَجَاوَزُ atıf harfi وَ ‘la نَتَقَبَّلُ fiiline matuftur. نَتَجَاوَزُ damme ile merfû muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri نحن ‘dur. عَنْ سَيِّـَٔاتِهِمْ car mecruru نَتَجَاوَزُ fiiline mütealliktir. Muttasıl zamir هِمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
ف۪ٓي اَصْحَابِ car mecruru عَنْهُمْ ‘deki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Muzaf mahzuftur. Takdiri, في جملة أصحاب (Ashabı arasında) şeklindedir. الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
وَعْدَ mahzuf fiilin mef’ûlü mutlakı veya نَتَقَبَّلُ ‘deki failin hali olup fetha ile mansubdur. Aynı zamanda muzâftır. الصِّدْقِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
Mef’ûlu mutlak: Fiil ile aynı kökten gelen masdardır. Mef’ûlu mutlak harf-i cer almaz. Harf-i cer alırsa hal olur. Mef’ûlu mutlak cümle olmaz. Mef’ûlu mutlak üçe ayrılır:
1. Tekid (Kuvvetlendirmek) İçin: Fiilin manasını kuvvetlendirir. Masdar olur. Daima müfreddir. Fiilinden sonra gelir. Türkçeye “muhakkak, şüphesiz, gerçekten, çok, iyice, öyle ki” diye tercüme edilir.
2. Nev’ini (Çeşidini) Belirtmek İçin: Fiilin nasıl meydana geldiğini ve nev’ini bildirir. Nev’ini bildiren mef’ûlu mutlak umumiyetle sıfat veya izafet terkibi halinde gelir. Tesniye ve cemi de olabilir. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “gibi, şeklinde, aynen, tıpkı, tam” diye tercüme edilir.
3. Adedini (Sayısını) Belirtmek İçin: Failin yaptığı işin sayısını belirtir. Adedini belirten mef’ûlu mutlak فَعْلَةً vezninden gelen bina-ı (masdar-ı) merreden yapılır.
مَرَّةً kelimesi de mef’ûlu mutlak olur. Fiilinin önüne geçebilir. Türkçeye “kere, defa” diye tercüme edilir. Burada tekid için gelmiştir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الَّذ۪ي müfred müzekker has ism-i mevsûl وَعْدَ ‘nin sıfatı olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası كَانُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. كَانُوا ’nun ismi, cemi müzekker olan و muttasıl zamirdir, mahallen merfûdur. يُوعَدُونَ fiili كَانُوا ’nun haberi olarak mahallen mansubdur.
يُوعَدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
نَتَقَبَّلُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi قبل ‘dir.
Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.
نَتَجَاوَزُ fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Tefâ’ul babındandır. Sülâsîsi جوز ‘dir. Tefâ’ul babı müşareket manasında kullanılır.
Müşareket: Bir işin iki kişi veya iki grup arasında yapıldığını anlatır. Fail ile mef’ûl aynı işi yapmıştır. Müşareket bâbı olan mufaale babıyla bu bab arasındaki fark: Mufaale babında lafızda fail olan, işi başlatan ve galip durumunda olandır. Bu babda ise fail ile mef’ûl arasında işi yapma konusunda müsavilik (eşitlik) olandır. Bu sebeple tefa’ul babında her ikisi de faillikte aynı olup mağlup olan olmadığından bazen mef’ûl zikredilmez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا وَنَتَجَاوَزُ عَنْ سَيِّـَٔاتِهِمْ ف۪ٓي اَصْحَابِ الْجَنَّةِۜ
Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır. Çünkü burada cümlenin iki rüknü de marife olarak gelmiş ve kasr üslubu oluşmuştur. اُو۬لٰٓئِكَ mübteda, الَّذ۪ينَ haberdir.
Burada göze çarpan şey kendilerinde olan bir özellik sebebiyle nimetlendikleridir. Cümledeki iki tarafın [mübteda ve haberin] da marife oluşu, Allah'ın bu nimeti onlara tahsis ettiğine ve onları böylece şereflendirdiğine işaret eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.190)
Cümlede müsnedün ileyhin işaret ismiyle marife olması işaret edilenleri tazim ifade eder. İsm-i işaret, müsnedün ileyhi göz önüne koyarak onu net bir şekilde gösterip uzağı işaret eden özelliğiyle onların mertebelerinin yüksekliğini belirtir.
Burada أُولَئِكَ أصْحابُ الجَنَّةِ خالِدِينَ فِيها (Onlar cennetliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.) şeklindeki 14. ayette zikrettiğimiz maksat için ism-i işaret getirilmiştir. (Âşûr)
Müsnedin ism-i mevsûlle marife olması, tazim kastının yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir. Ayrıca onların muhatap tarafından bilinen kişiler olduklarını bize gösterir.
Has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ’nin sılası olan نَتَقَبَّلُ عَنْهُمْ اَحْسَنَ مَا عَمِلُوا cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
اَحْسَنَ ‘nin muzâfun ileyhi olan masdar harfi مَا ’nın sılası olan عَمِلُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil hudûs, sebat ve temekkün ifade eder.
Mef’ûl olan اَحْسَنَ , ism-i tafdil vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir.
Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur عَنْهُمْ , ihtimam için mef’ûl olan اَحْسَنَ ‘ye takdim edilmiştir.
وَنَتَجَاوَزُ عَنْ سَيِّـَٔاتِهِمْ cümlesi atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Cümledeki muzari fiiller, azamet zamirine isnadla tazim edilmiştir.
Hudûs, istimrar ve teceddüt ifade eden muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.
Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar. Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
ف۪ٓي اَصْحَابِ الْجَنَّةِۜ car mecruru عَنْهُمْ ‘daki zamirin mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Müsnedün ileyhin işaret ismi ile marife olması işaret edileni en güzel şekilde temyiz etmek içindir. Böylece muhatabın zihninde müsnedün ileyh daha iyi yerleşir. Muhatap tarif edilen şeyi daha iyi tasavvur eder, daha iyi tanır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
مَا harfi, الَّذ۪ي manasında ism-i mevsûl olabilir. Takdiri; ألذي آمنوا (O iman edenler) şeklindedir. Diğer bir görüşe göre ise nekre-i mevsûfe olabilir. Takdiri; أحسن شئِ عمِلوا (Yaptıkları fiillerin en güzeli) şeklindedir. Ya da masdariyyedir. Bu durumda takdiri; أحسن عملهم (Yaptıklarının en güzeli) olur. (https://tafsir.app/45/35, Derviş)
وَعْدَ الصِّدْقِ الَّذ۪ي كَانُوا يُوعَدُونَ
وَعْدَ الصِّدْقِ , mahzuf bir fiilin mef’ûlü mutlakıdır. Takdiri, نعدهم (Onlara vadettik) şeklindedir. Ayette îcâz-ı hazif sanatı vardır. İstînâfiyye olan cümle bu takdire göre müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber talebî kelamdır.
وَعْدَ الصِّدْقِ için sıfat konumundaki has ismi mevsûl الَّذ۪ي ’nin sılası olan كَانُوا يُوعَدُونَ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesidir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
كَانُ ’nin haberi olan يُوعَدُونَ ‘nin muzari fiil cümlesi olarak gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve tecessüm ifade etmiştir.
كَانُ ’in haberi muzari fiil olduğunda genellikle devam edegelen maziye, âdet haline gelmiş davranışlara delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ‘nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi ise durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s.103)
يُوعَدُونَ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
يُوعَدُونَ kelimesinde müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır.
“Ey iman edenler!” şeklindeki hitapların çoğunda kadınların erkeklere katılması yoluyla tağlîb vardır. (Prof. Dr. Ali Bulut, Belâgat)
وَعْدَ - يُوعَدُونَ kelimeleri arasında cinâs-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اَحْسَنَ - سَيِّـَٔاتِ kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.