فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ بَلَاغٌۚ فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | فَاصْبِرْ | o halde sabret |
|
2 | كَمَا | gibi |
|
3 | صَبَرَ | sabrettikleri |
|
4 | أُولُو | sahibi |
|
5 | الْعَزْمِ | azim (ve irade) |
|
6 | مِنَ |
|
|
7 | الرُّسُلِ | elçilerin |
|
8 | وَلَا | ve asla |
|
9 | تَسْتَعْجِلْ | acele etme |
|
10 | لَهُمْ | onlar için |
|
11 | كَأَنَّهُمْ | onlar gibi olurlar |
|
12 | يَوْمَ | gün |
|
13 | يَرَوْنَ | gördükleri |
|
14 | مَا | şeyi (azabı) |
|
15 | يُوعَدُونَ | tehdit edildikleri |
|
16 | لَمْ |
|
|
17 | يَلْبَثُوا | (sanki) yaşamamışlar |
|
18 | إِلَّا | dışında |
|
19 | سَاعَةً | bir sa’at |
|
20 | مِنْ | -den |
|
21 | نَهَارٍ | gündüz- |
|
22 | بَلَاغٌ | (bu) bir duyurudur |
|
23 | فَهَلْ |
|
|
24 | يُهْلَكُ | helak mı edilecektir? |
|
25 | إِلَّا | başkası |
|
26 | الْقَوْمُ | topluluktan |
|
27 | الْفَاسِقُونَ | yoldan çıkmış |
|
Hz. Peygamber ve ashabının, müşriklerin inkâr ve zulümleri karşısında bunalarak bir an önce iman etmelerini, inanmayanların da cezalarını çekmelerini istedikleri olmuştur; Allah Teâlâ zamanın izâfîliğini veciz bir şekilde ifade buyurarak müminleri teselli etmekte, bir ömür boyu gecikiyor zannedilen mükâfat ve cezanın, –ezel-ebed çizgisinde bu ömür bir güne bile denk düşmediği için– hiç de gecikmediğini açıklamaktadır.
“Azim ve kararlılık sahibi (ülü’l-azm) peygamberler” kaydı, bazı tefsirciler tarafından, “Peygamberler azim sahibi olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayrılır” şeklinde bir anlayışa dayanak kılınmıştır. Bu tefsirciler, peygamberlerin hayat hikâyelerine, mücadelelerine ve Kur’an’da zikredilme yer ve şekillerine bakarak ülü’l-azm peygamberlere ait “Nûh, İbrâhim, Mûsâ, Îsâ, Muhammed” gibi listeler de vermişlerdir. Yorumlarına bizim de katıldığımız diğer tefsirciler ise buradaki ifadeden böyle bir anlam çıkarmamış, “Bütün peygamberler azim ve kararlılık sahibidir, Hz. Muhammed de onlar gibi azimli ve sabırlı olmaya çağırılmış, bir mânada Allah tarafından ona da bu nitelikler bahşedilmiştir” demişlerdir (Kurtubî, XVI, 212-213; Râzî, XXVIII, 35).
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 42فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إذا كانت عاقبة الكفٌارما ذكري فاصبر (Kâfirlerin akıbeti zikredildiği gibi olduysa sabret) şeklindedir.
اصْبِرْ sükun üzere mebni emir fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir.
مَا ve masdar-ı müevvel كَ harf-i ceriyle mahzuf mef’ûlu mutlaka mütealliktir.Takdiri, صبرا كصبر أولي العزم (Azim sahiplerinin sabrı gibi bir sabırla) şeklindedir.
صَبَرَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اُو۬لُوا kelimesi fail olup cemi müzekker salim kelimelere mülhak olduğu için ref alameti و ’dır. الْعَزْمِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.
مِنَ الرُّسُلِ car mecruru اُو۬لُوا الْعَزْمِ ‘ın mahzuf haline mütealliktir.
لَا تَسْتَعْجِلْ atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına matuftur.
لَا nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır. تَسْتَعْجِلْ sükun üzere meczum muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri أنت ‘dir. لَهُمْ car mecruru تَسْتَعْجِلْ fiiline mütealliktir.
تَسْتَعْجِلْ fiili, sülâsi mücerrede üç harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İstif’âl babındandır. Sülâsisi عجل ‘dir.
Bu bab fiile talep, tahavvül, vicdan, mutavaat, ittihaz ve itikat gibi anlamlar katar.
كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ بَلَاغٌۚ
كَاَنَّ harfi, اِنَّ gibi ismini nasb haberini ref eder. Bazı müfessirlere göre de gibi cümleyi tekid eder. هُمْ muttasıl zamiri كَاَنَّ ’nin ismi olarak mahallen mansubdur.
يَوْمَ zaman zarfı لَمْ يَلْبَثُٓوا fiiline mütealliktir. يَرَوْنَ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
يَرَوْنَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. يَرَوْنَ bilmek anlamında kalp fiillerindendir.
Kalp fiilleri (iki mef’ûl alan fiiller); bir mef’ûl ile manası tamamlanamayıp ikinci mef’ûle ihtiyaç duyan fiillerdir. Bu fiiller isim cümlesinin önüne gelirler, mübteda ve haberi iki mef’ûl yaparak nasb ederler. 3 gruba ayrılırlar:
1. Bilmek manasında olanlar.
2. Sanmak manası ifade edenler, kesine yakın bilgi ifade ederler. “Sanmak, zannetmek, saymak, kendisine öyle gelmek” gibi manalara gelir.
3. Değiştirme manası ifade edenler. Aynı anlama gelmedikleri halde görevleri itibariyle onlara benzerliklerinden kalp fiilleri adı altına girmişlerdir.
Değiştirme manasına gelen fiiller ‘etti, yaptı, kıldı, edindi, dönüştürdü, değişik bir hale getirdi’ gibi manalara gelir.
Bilgi ve zan fiillerinden sonra bazen اَنَّ ’li ve اَنْ ’li cümleler gelir, bu cümleler iki mef’ûl kabul edilir. Bilmek, sanmak ve değiştirme manasına gelen bu fiiller 3 şekilde gelebilir: 1) İki mef’ûl alanlar, 2) İki mef’ûlünü masdar-ı müevvel cümlesi olarak alanlar, 3) İki mef’ûlü hazif olanlar. Kalp fiilleri iki mamûlü arasında olduğunda amel etmeleri de etmemeleri de caizdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası يُوعَدُونَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.
يُوعَدُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû meçhul muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur.
لَمْ يَلْبَثُٓوا fiili كَاَنَّ ‘nin haberi olarak mahallen merfûdur. لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَلْبَثُٓوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. اِلَّا hasr edatıdır.
سَاعَةً zaman zarfı لَمْ يَلْبَثُٓوا fiiline mütealliktir. مِنْ نَهَارٍ car mecruru سَاعَةً ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir.
بَلَاغٌ mahzuf mübtedanın haberi olup lafzen merfûdur. Takdiri, هذا (Bu) şeklindedir.
فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ
فَ istînâfiyyedir. هَلْ istifham harfiidir. Muzari fiile dâhil olursa manayı istikbâle çevirir. Ancak muzari fiil istikbâl ifade ediyorsa bu fiile dahil olmaz.
يُهْلَكُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. اِلَّا hasr edatıdır. الْقَوْمُ naib-i fail olup lafzen merfûdur.
الْفَاسِقُونَ kelimesi الْقَوْمُ ‘nün sıfatı olup ref alameti و ‘dır.Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat
Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar 2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.
Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.
2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
الْفَاسِقُونَ kelimesi, sülasi mücerredi فسق olan fiilin ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ
فَ , takdiri إذا كانت عاقبة الكفٌارما ذكري (Kâfirlerin akıbeti zikredildiği gibi olduysa) olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir.
Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Cevap cümlesi olan فَاصْبِرْ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır.
Teşbih harfi ك sebebiyle mecrur mahaldeki masdar harfi, amili صَبَرَ olan mahzuf bir masdara mütealliktir. Takdiri, صبرا كصبر أولي العزم (Azim sahiplerinin sabrı gibi bir sabırla) şeklindedir. ما ’nın sılası olan صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ cümlesi, masdar tevilinde, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
مِنَ الرُّسُلِ car mecruru اُو۬لُوا الْعَزْمِ ‘in, mahzuf haline mütealliktir. Halin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
اصْبِرْ - صَبَرَ kelimeleri arasında cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
مِنَ الرُّسُلِ (resullerden) ibaresindeki مِنَ , beyaniye olup tam da yerinde gelmiştir. Çünkü Allah Teâlâ'nın bütün resulleri اُو۬لُوا الْعَزْمِ ‘dir. Allah'ın emrini ümmetlere tebliğ etmek azim bir iştir. Peygamberlerin hepsi red, inkâr ve inatla karşılaşmıştır. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.384)
وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ cümlesi atıf harfi وَ ‘la şartın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında lafzen ve manen mutabakat mevcuttur. Cümle nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır.
لَا تَسْتَعْجِلْ fiilinin mef’ûlü mahzuftur. Takdiri, نزول العذاب şeklindedir.
Azim sahibi peygamberlerden murad, şeriat sahibi olup da, onu tesis etmek ve yerleştirmek için büyük gayretler harcayan ve bu uğurda meşakkatlere ve düşmanlarının düşmanlıklarına karşı sabreden büyük peygamberlerdir. Bunların en meşhurları şunlardır: Nûh, İbrahim, Musa ve Îsa peygamberlerdir (as). (Ebüssuûd)
كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ
İstînâfiyye veya ta’liliyye olarak fasılla gelen son cümlenin fasıl sebebi, şibh-i kemâl-i ittisâldır. Teşbih ve tekid harfi كَاَنَّ ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.
يَوْمَ zaman zarfı لَمْ يَلْبَثُٓوا fiiline mütealliktir. Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَ , ihtimam için amili olan لَمْ يَلْبَثُٓوا ‘ya takdim edilmiştir.
يَوْمَ ’nin muzâfun ileyhi olan يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan يُوعَدُونَ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzari fiil hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Ayrıca muzari fiildeki tecessüm özelliği sayesinde muhatabın muhayyilesi harekete geçer.
Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelam olan لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ cümlesi, كَاَنَّ ’in haberidir. لَمْ ve اِلَّا ile oluşan kasr, fiille zaman zarfı arasındadır.
يَلْبَثُٓوا maksûr/sıfat, سَاعَةً maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat ale’l-mevsûftur. ‘Günün sadece bir saati kaldık’ anlamını tekid eder.
سَاعَةً ’deki tenvin, nev ve kıllet (azlık) ifade eder.
يَوْمَ - سَاعَةً - نَهَارٍۜ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
Ey Resulüm! Sen, Mekke kâfirleri için acele azap isteme. Onlar, kendilerine vadedilen azabı gördükleri gün, o azabın şiddetinden ve süresinin uzun olmasından dolayı, sanki dünyada gündüzün sadece bir saati kadar kaldıklarını sanacaklar. (Ebüssuûd)
بَلَاغٌۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Cümlede icâz-ı hazif sanatı vardır. بَلَاغٌ , takdiri هذا (Bu) olan mukadder bir mübtedanın haberidir.
Bu takdire göre mübteda ve haberden oluşmuş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
İsim cümleleri, mübteda ve haberden oluşur. Zaman ifade etmez. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ
فَ , istînâfiyyedir. هَلۡ inkârî istifham harfi nefy manasındadır. Cümle muzari fiil sıygasında faide-i haber, inkârî kelamdır. Muzari fiil teceddüt istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Nefy harfi لَا ve istisna edatı اِلَّا ile oluşan kasr cümleyi tekid etmiştir. Kasr fiille naib-i fail arasındadır. يُهْلَكُ maksûr/sıfat, الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ maksûrun aleyh/mevsûf olmak üzere, kasr-ı sıfat, ale’l-mevsûftur.
يُهْلَكُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur. Kur’an’da genellikle vaîd ifade eden fiiller meçhul bina edilmiştir.
Ayrıca bu bina naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına da işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
الْفَاسِقُونَ kelimesi قَوْمُ için sıfattır. Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.
الْقَوْمُ ‘deki marifelik cins içindir. (Âşûr)
İstifham harfi, ayetin indiği günden teklifin kalkacağı güne kadarki her okuyucuya yöneliktir. Aklı olan herkesin bu soruya vereceği cevap “evet, asla fasık kavimden başkası helak olmaz” şeklindedir. Bu cevabın altında bu hakikati kesinlikle kabul manası vardır. Bu öyle bir hakikattir ki aklı olan hiç kimse bu konuda tereddüt etmez.
يُهْلَكُ (Helak edilir) şeklindeki fiilin meçhul olarak gelişi, faili üzerinde fikir yürütmeyi, dolayısıyla helakın açıklanmasını çoğaltır. Muzari oluşu fiilin yenilendiğine işaret eder. Çünkü nesiller ve olaylar yenilendikçe fasık olan kavimlerin helakı da tekrar ederek yenilenir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.410)
Konuyu en güzel şekilde bağlayarak mükemmel bir sonuç teşkil eden bu ayette, sözün makama ve girişe uygun güzel bir şekilde tamamlaması şeklinde tarif edilen, hüsn-i intihâ sanatı vardır.
Kur’an surelerinin bitişi de girişi gibi belîğdir. Sureler o kadar güzel bir şekilde sona ermiştir ki muhatap artık başka bir şey duymak istemez. Sureler; dua-vasiyet, farzlar, tahmîd ve tehlîl, öğüt, vaat ve vaîd gibi surede işlenen konuya uygun bir sözle sona erer. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kuran Işığında Belâgat Dersleri Bedî’ İlmi)
Bu sayfadaki ayetlerin son kelimelerinin fasılalarındaki و- نَ , ي - نَ harfleriyle oluşan ahenk, surenin genelinde olduğu gibi son derece dikkat çekicidir. Bu fasılalarda lüzum ma la yelzem sanatı vardır.
Hâ-Mîm Surelerinin yolculuğu, mücadele ile başlayıp helak ile son bulma arasındaki iki mihver arasındadır. Bunun tafsilatı Fussilet Suresindedir. Uyarıldıkları şeyin pekiştirilmesi ve bunun Allah'ın Resulullah'a (sav) ve ondan öncekilere indirdiği vahiy ve eski bir uyarı olduğu ise Şûrâ Suresinde anlatılmıştır. Râzî'nin dediği gibi, küfürlerinin tafsilatı da Zuhruf Suresinde anlatılmıştır. Oyuna dalmaları, şüphe etmeleri ve bayılmaları da Duhan Suresinde gelmiştir. İnsanların inanmadığı ayetler de, en açık olarak Câsiye Suresinde gelmiştir:
فَبِأَيِّ حَدِيثٍ بَعْدَ اللَّهِ وَآيَاتِهِ يُؤْمِنُونَ [Artık onlar Allah'ın ayetlerinden sonra hangi söze inanırlar?]. (Câsiye/6)
Câsiye bu mana üzerine kurulmuştur. Sonra tebliğden yüz çevirenler gelmiştir. İşte Hâ-Mîm Surelerindeki manalar bu minvaldedir. Nihayet bu ayetle de bu sureler son bulmuştur. İşaret ettiğimiz gibi böylecereddü'l-acüz ale's-sadr, bu yedi sure bütününde gerçekleşmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.407)