وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | وَيَوْمَ | ve gün |
|
2 | يُعْرَضُ | sunulacakları |
|
3 | الَّذِينَ | kimseler |
|
4 | كَفَرُوا | inkar eden(ler) |
|
5 | عَلَى | karşı |
|
6 | النَّارِ | ateşe |
|
7 | أَلَيْسَ | değil miymiş? |
|
8 | هَٰذَا | bu |
|
9 | بِالْحَقِّ | gerçek |
|
10 | قَالُوا | derler |
|
11 | بَلَىٰ | evet |
|
12 | وَرَبِّنَا | Rabbimiz hakkı için |
|
13 | قَالَ | der |
|
14 | فَذُوقُوا | öyleyse tadın |
|
15 | الْعَذَابَ | azabı |
|
16 | بِمَا | dolayı |
|
17 | كُنْتُمْ | olmanızdan |
|
18 | تَكْفُرُونَ | inkar ediyor(lar) |
|
Sûre Allah ve âhiret inancına davet, insanları bu inanca götüren delilleri açıklama konularını baştan itibaren işlemişti. Sonunda yine âhirete iman konusuna geçilmekte, kıyas yoluyla bunun mümkün, hatta ilk yaratmadan daha kolay olduğu belirtilmektedir.
Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 41
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ
وَ istînâfiyyedir. يَوْمَ zaman zarfı, mahzuf fiile müteallik olup mansubdur. Takdiri, يقال لهم (Onlara şöyle denir ) şeklindedir.
يُعْرَضُ ile başlayan fiil cümlesi muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. يُعْرَضُ damme ile merfû meçhul muzari fiildir. Cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ naib-i fail olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası كَفَرُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
كَفَرُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. عَلَى النَّارِ car mecruru كَفَرُوا fiiline mütealliktir.
اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ
Hemze istifham harfidir. لَيْسَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.
لَيْس isim cümlesini olumsuz yapar. Sadece mazisi çekildiği için camid bir fiildir. Mazi kipinde tüm şahıs zamirlerine çekimi yapılabilmektedir. Türkçeye “değildir, yoktur, hayır” vb. şeklinde tercüme edilir. Bazen لَيْسَ ’nin haberinin başına manayı tekid için zaid (بِ) harf-i ceri gelebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
هٰذَا işaret ismi لَيْسَ ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. بِ harf-i ceri zaiddir. الْحَقِّۜ lafzen mecrur, لَيْسَ ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
قَالُوا damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur. Mekulü’l-kavli, cevap harfinden sonra hazf edilmiştir. Takdiri, بلى هو الحقّ (Evet, o haktır.) şeklindedir.
بَلٰى nefyi iptal için gelen cevap harfidir.
بَلٰى ; soru olumsuz cevap olumlu olduğunda cevap cümlesinin başına getirilen tasdik edatıdır. Yani olumsuz soruya verilen olumlu cevaba has bir edattır ve olumsuz soru cümleleri ile olumsuz cümlelerin anlamını olumluya çevirir. (Abdullah Hacıbekiroğlu, Arap Dilinde Edatların Metinde Kurduğu Anlamsal İlişkiler, (Doktora Tezi)
وَ harf-i cer olup, kasem vav’ıdır. وَرَبِّنَاۜ car mecruru mahzuf fiile mütealliktir. Takdiri, أقسم (Yemin ederim) şeklindedir. Aynı zamanda muzâftır. Mütekellim zamiri نَا muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
Fiil cümlesidir. قَالَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.
Mekulü’l-kavli, فَذُوقُوا الْعَذَابَ ‘dir. قَالَ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur.
فَ mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir.Takdiri, إن أقررتم بالكفر فذوقوا (Eğer küfrü kabul itiraf ettiyseniz tadın) şeklindedir.
ذُوقُوا fiili, نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.
الْعَذَابَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. بِ sebebiyyedir. مَا ve masdar-ı müevvel بِ harf-i ceriyle ذُوقُوا fiiline mütealliktir.
كَانَ nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder. تُمْ muttasıl zamiri كان ’nin ismi olarak mahallen merfûdur. تَكْفُرُونَ fiili كان ’nin haberi olarak mahallen mansubdur.
تَكْفُرُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ
وَ , istînâfiyyedir.
İstînâfiyye وَ ‘ı (diğer adı ibtidaiyyedir) yalnızca mahalli olmayan cümleleri birbirine bağlar. Ve ardından gelen cümlenin öncekine îrab ve hükümde ortak olmadığını gösterir. Bu harfe kendisinden sonra gelen cümlenin öncekine bağlı olduğunun zannedilmemesi için istînâfiyye denilmiştir. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Ayetin ilk cümlesinde îcâzı hazif sanatı vardır. Zaman zarfı يَوْمَ , takdiri يقال لهم (Onlara … denir) olan mahzuf bir fiile mütealliktir. Bu takdire göre mahzufla birlikte cümle, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Muzâfun ileyh olarak mahallen mecrur olan يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِ cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
Naib-i fail konumundaki cemi müzekker has ism-i mevsûl الَّذ۪ينَ ‘nin sılası olan كَفَرُوا cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Müsnedün ileyhin ism-i mevsûlle marife olması, bahsi geçenin bilinen kişi olmasının yanında ona tahkir ifade eder.
يُعْرَضُ fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.
Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir.
Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127)
عَلَى النَّارِۜ car-mecruru, يُعْرَضُ fiiline mütealliktir.
يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ [Kafirler ateşe arz edilirler] ifadesinde kalb sanatı vardır. Kalb, mana bakımından yapılmıştır. Yani cümledeki kelimenin yerinin değiştirilmesi, manayı da değiştirir. Bu durum, cümlenin manasını anlamak için düşünmeyi gerektirir. Lafız, manaya tab olur. ‘’Kâfirler ateşe sunuldu’’ sözünün aslı ‘’ateş kâfirlere sunuldu’’ şeklindedir. Çünkü görenin şuur sahibi olması gerekir. Böylece gördüğü şeye meyletsin, yönelsin ya da ondan uzaklaşacak bir ihtiyara (seçime) sahip olsun. Bu özellik ise ateşte değil kâfirlerde vardır. Burada kâfirlerin idraksizliği mübalağa ile ifade edilmek istenmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi, Zemahşerî, Tefsîru’l-Keşşâf, IV, 297)
يَوْمَ zarfının amiline takdim edilmesi, o güne ihtimam ve zihinde yerleştirmek içindir. (Âşûr)
Zamir makamında ism-i mevsûl gelerek ‘’küfredenler’’ şeklinde zahir isimle anılmaları, izmardan sonra izhar makamında ıtnâb sanatıdır.
يَوْمَ ‘nin amili olan mukadder يقال لهم fiilinin mekulü’l-kavli olan اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقّ cümlesi, istifham üslubunda, talebî inşâî isnaddır.
Cümle istifham üslubunda geldiği halde gerçek manada soru olmayıp takrir ve tevbih amacı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Cümlede mütekellim Allah Teâlâ’dır. Bu sebeple istifhamda tecâhül-i ârif sanatı vardır.
لَيْسَ ’nin ismi, işaret ismiyle marife olmuştur. لَيْسَ ’nin haberine dahil olan بِ harfi zaiddir.
Kâfirlerin hak ettikleri cezaya işaret edilen هٰذَا ‘da istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret isimleri mahsus şeyler için kullanılır. Burada olduğu gibi aklî bir şeye işaret edildiğinde istiare oluşur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)
Soyut manalar için kullanılan işaret isimleri mecaz ifade eder. Zattan mana ile haber verir.
Zat, manaya dönüşmüştür. Bu; mübalağanın en kuvvetli şeklidir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, Duhan/54, c. 5, s. 62)
[Gerçek değil miymiş bu?!] ifadesi, gizli bir ‘’denilir ki’’ sözünden sonra yapılmış bir nakildir. Zarfı nasb eden amil de bu gizli sözdür. Ayetin devamında gelen
فَذُوقُوا الْعَذَابَ [Tadın şu azabı!] sözünün delaletiyle هٰذَا (bu), azaba işaret eder. (Keşşâf)
[Bu (azap) hak değil mi imiş?] sözünün başındaki hemzenin inkâr için olması mümkündür. İnkârın manası nefydir. Dolayısıyla nefyin başına gelince olumlu mana kazandırır. Yani هٰذَا حقٌّ (Bu haktır) demektir. Bu mananın soru şeklinde ifade edilmesi, onların vicdanına dönüp bunun hak olduğunu fark ederek itiraf etmeleri içindir. Bu hemzenin ikrar manasında olması da mümkündür. Yani muhataba önceki kelamın taşıdığı, kendisinin de bildiği manayı itiraf ettirmek, ‘’bu haktır’’ dedirtmek içindir. Her ikisi de uygundur. Bunun yanında azarlama, sert davranma, kınama ve pişmanlık da ifade eder. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 7, s.371)
Bu, onları susturma ve dünyada iken Allah'ın vaat ve tehdidi ile alay ettikleri, ”biz azap edilecek değiliz" dedikleri için onları kınamadır. (Ruhu’l Beyan)
قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ
Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlede fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.
Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan بَلٰى وَرَبِّنَا cümlesinde îcâz-ı hazif sanatı vardır.
بَلٰى ; önceki olumsuz cümleyi olumlu hale dönüştürür ve ikrar eder. Kendisinden sonra sibaka uygun olacak şekilde bir cümle takdir edilir. Takdiri; بَلٰى هوا لحقٌّ (EVet, O haktır.) şeklindedir.
وَ , kasem harfidir. Car mecrur رَبِّنَاۜ izafeti, takdiri نقسم (yemin ederiz) olan mahzuf kasem fiiline mütealliktir. Mahzufla birlikte cümle, kasem üslubunda gayrı talebî inşâî isnaddır.
Kâfirlerin kendilerine ait zamiri Rabb ismine izafe etmeleri, Allah’ın rububiyet vasfına sığınma isteklerinin işaretidir.
قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ
Ayetin son cümlesi, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
قَالُوا fiilinin mekulü’l-kavli olan فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ cümlesi, mahzuf şartın cevabıdır. Emir üslubunda talebî inşâî isnaddır.
فَ , mahzuf şartın cevabına dahil olmuş rabıta harfidir. Takdiri, ..إن أقررتم بالكفر (Eğer küfrü kabul ettiyseniz) olan şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.
ذُوقُوا cümlesi emir uslubunda olmasına karşın mana itibariyle istihza ve tevbih anlamı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir.
Mahzuf şart ve mezkûr cevap cümlelerinden oluşan terkip, şart üslubunda talebî inşâî isnaddır. Şart cümlesinin hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ (Azabı tadın) ibaresinde azap, lezzetli bir yemeğe benzetilerek istiare yoluyla azaptan kaçamayacakları etkili bir tarzda ifade edilmiştir.
فَذُوقُوا الْعَذَابَ ibaresinde istiâre-i tasrîhiyye-i tebe’iyye vardır. Çünkü فَذُوقُوا الْعَذَابَ (Azabı tadın) cümlesi باشر العذاب (Cehennem azabına girin, iç içe olun) anlamında kullanılıp istiare yapılmıştır. (Ahmet Musa Üstünbaş, Ahkâf Sûresi’nin Arap Dili Ve Belâgatı Açısından İncelenmesi)
Zevk almak, tadılan şeyin künhünü anlamak bakımından hissetmenin en son noktasıdır. Azabı tatmak şeklinde Kur’an'da çok kullanılmıştır. Aslında Kur’an'da ذُقْۙ ۚ ذُقُوا , فذُوقُوا ُkelimeleri sadece azap kastedildiğinde kullanılmıştır. Kur’an'da müfred olarak ذُقْۙ sözü sadece bu ayette gelmiştir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.162)
Azabı tatma emri ihane (hor görme) tarikiyledir. Âlûsî de emrin ihane için olduğunu söyler. Zemahşerî şöyle der: Tadın emri, Allah’ın vaat ve vaîdiyle alay ettikleri için onları alaya almak ve kınamak manasınadır. (Süleyman Gür, Kâzî Beyzâvî Tefsîrinde Belâgat İlmi Ve Uygulanışı)
Mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl مَا ’nın sılası olan كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ , nakıs fiil كان ’nin dahil olduğu sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.
كان ’nin haberinin muzari fiil sıygasında gelmesi hükmü takviye, hudûs, teceddüt ve istimrar ifade eder. Muzari fiilin tecessüm özelliği, olayı göz önünde canlandırarak dikkatleri artırır.
Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
كان ’nin haberinin muzari fiille gelmesi, geçmişte belirli bir süre devam edip biten eylemler ve geçmişte mûtat olarak yapılan, âdet haline gelmiş davranışlar olmak üzere iki manaya delalet eder. (Vecih Uzunoğlu, Arap Dilinde كَانَ ’nin Fiili ve Kur'an’da Kullanımı, DEÜ İlahiyat Fak. Dergisi Sayı 41)
كَان ’nin haberinin muzari fiili olarak gelmesi durumun yenilenerek tekrar ettiğine işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S. 103)
تَكْفُرُونَ - كَفَرُوا kelimeleri arasında iştikak cinası ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
الْعَذَابَ - النَّارِ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.