Muhammed Sûresi 14. Ayet

اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ  ...

Rabbinin katından açık bir belgesi olan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilen ve nefislerinin arzularına uyan kimseler gibi midir?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 أَفَمَنْ kimse olur mu?
2 كَانَ olan ك و ن
3 عَلَىٰ üzerinde
4 بَيِّنَةٍ bir delil ب ي ن
5 مِنْ -nden
6 رَبِّهِ Rabbi- ر ب ب
7 كَمَنْ kimseler gibi
8 زُيِّنَ süslendirilen ز ي ن
9 لَهُ kendilerine
10 سُوءُ kötü س و ا
11 عَمَلِهِ işi ع م ل
12 وَاتَّبَعُوا ve uyan ت ب ع
13 أَهْوَاءَهُمْ keyiflerine ه و ي
 

Hz. Peygamber ve diğer müminler Mekke’den Medine’ye göç ederken her şeylerini kaybetmiş, zarara uğramış, şirk ve inkârda ısrar eden müşrikler ise kazanmış gibi görünüyorlardı. Bu görüntünün geçici ve aldatıcı olduğu, biri dünyaya diğeri âhirete ait iki önemli değer üzerinden yapılan bir mukayese ile anlatılıyor. Dünyada müminlerin değerli kazanımları kesin iman ve bilgidir; bu iman ve bilginin aydınlattığı bir hayat yolunda ilerlemeleridir. Buna karşılık müşriklerin inançları kanıtsız, bilgileri temelsizdir; gece karanlığında el yordamıyla yol bulmaya çalışmaktadırlar. Müminlerin âhiretteki değerli kazançları, âyette misal verilerek anlatılan cennettir, Allah tarafından bağışlanmaktır, O’nun rızasının tecellisini yaşamaktır. İnkârcıların âhirette elde ettikleri şey ise acılarla dolu cehennemdir.

Cennetin doğrudan kendisini anlatmak, onu dünya hayatına ait kelimeler ve kavramlarla tanıtmak, insan zihninin yapısı bakımından mümkün değildir. Orası ayrı bir âlem, ayrı bir varlık boyutu, farklı bir mahiyetler bütünüdür. Ama yine de insanları imrendirmek ve özendirmek için bir şekilde anlatılması gerekir. Kur’an’ın âhiret hallerini anlatmak için seçtiği anlatım yolu, insanların en azından kendi yaşadıkları, algıladıkları dünya hallerinden örnekler vererek onların âhiret hakkında kıyaslama yoluyla bir fikre varmalarını sağlamak, bunun için mecazlar kullanmak ve misaller vermektir. Âyette verilen misaller sonuçta cennet hayatının, çeşitli zevklerle dolu, insanın mutluluk içinde yüzeceği bir hayat olduğu noktasına varır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 51-52
 

اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ

 

Hemze istifham harfidir.  فَ  istînâfiyyedir. Müşterek ism-i mevsûl  مَنْ  mübteda olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası  كَانَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur.  

كَانَ  nakıs, mebni mazi fiildir. İsim cümlesinin önüne geldiğinde, ismini ref haberini nasb eder.  كَانَ ’nin ismi, müstetir olup takdiri هُو ’dir.  عَلٰى بَيِّنَةٍ  car mecruru  كَانَ ’nin mahzuf haberine mütealliktir.

 مِنْ رَبِّه۪  car mecruru  بَيِّنَةٍ ‘nin mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  كَ  harf- ceriyle ilk  مَنْ ‘nin mahzuf haberine mütealliktir. İsm-i mevsûlun sılası  زُيِّنَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

زُيِّنَ  fetha üzere mebni, meçhul mazi fiildir.  لَهُ  car mecruru  زُيِّنَ  fiiline mütealliktir. سُٓوءُ  naib-i fail olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.

عَمَلِه۪  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Muttasıl zamir  ه۪  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  اتَّبَعُٓوا  atıf harfi  وَ ‘la sıla cümlesine matuftur. 

اتَّبَعُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul  و ’ı fail olup mahallen merfûdur.  اَهْوَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

زُيِّنَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  زين ’dir.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

اتَّبَعُٓوا  fiili, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil iftiâl babındadır. Sülâsîsi  تبع ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşareket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.

 

اَفَمَنْ كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪ كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ


فَ  istînâfiyye, hemze inkârî istifham harfidir. İstifham üslubunda talebî inşâî isnad olan cümlede müşterek ism-i mevsûl  مَنْ , mübteda olarak mahallen merfûdur. 

Mevsûlün sılası olan  كَانَ عَلٰى بَيِّنَةٍ مِنْ رَبِّه۪  cümlesi,  كان ’nin dahil olduğu isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır.

عَلٰى بَيِّنَةٍ ’in müteallakı olan  كَانَ ’nin haberi mahzuftur.  بَيِّنَةٍ ’deki nekrelik tazim ifade eder.

رَبِّه۪  izafeti, muzâfun ileyhe şeref kazandırmıştır.

عَلٰى بَيِّنَةٍ ‘deki  عَلٰى harf-i ceri, temekkün manasında mecâzi istilâ içindir.(Âşûr) 

Cümle istifham üslubunda gelmiş olmasına rağmen kınama, azarlama ve takrir kastı taşıdığı için mecaz-ı mürsel mürekkebdir. Ayette mütekellim Allah Teala olduğu halde Rab isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. Ayrıca cümlede tecâhül-i ârif sanatı vardır.  

بَيِّنَةٍ ‘in mahzuf sıfatına müteallik olan  مِنْ رَبِّه۪  izafeti,  ه۪  zamirinin ait olduğu kişiye şeref kazandırmıştır. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

مِنْ  ibtidâiyyedir. Rabb kelimesinin muzâf olduğu bir gruba ait zamir; Allah’ın delillerine yapışan grubun Allah’a olan yakınlığına dikkat çekmek içindir. (Âşûr) 

Bu kelam, iki fırkanın yani müminler ile kâfirlerin birbirine zıt olduğunu, müminlerin, âlâ-i iIliyyînde (yüceler yücesinde), kâfirlerin ise, esfeli safilinde (aşağıların aşağısında) olduklarını ve her birinin bu halinin sebebini açıklamaktadır. (Ebüssuûd) 

Ayetteki, كَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ [Kötü ameli, kendisine süslü gösterilmiş kimse…] ifadesinde, fiil ve zamirlerin müfred getirilmeleri,  مَنْ  edatının lafzından dolayı;  اتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ [Hevâ-ü heveslerine uyanlar…] ifadesindeki fiil ve isimlerin çoğul getirilişi ise, yine  مَنْ  edatının, mana itibariyle çoğul sayılışından ötürüdür. Çünkü  مَنْ  edatı, çoğul ve umumîlik manalarını da ifade eder. (Fahreddin er-Râzî)  

Teşbih harfi sebebiyle mecrur mahaldeki ikinci müşterek ism-i mevsûl  كَمَنْ , ilk mevsûlün mahzuf haberine mütealliktir.  مَنْ ’in sılası olan  زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Cümlede takdim-tehir sanatı vardır. Car mecrur  لَهُ , konudaki önemine binaen fail olan  سُٓوءُ عَمَلِه۪ ’ye takdim edilmiştir.

Ayetteki müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh kötü ameli süslü gösterilen kimse, müşebbehün bih inanan kimsedir. 

زُيِّنَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

وَاتَّبَعُٓوا اَهْوَٓاءَهُمْ  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la  زُيِّنَ لَهُ سُٓوءُ عَمَلِه۪  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Atfedildiği cümledeki müfret zamirden bu cümlede, cemi zamire iltifat edilmiştir.

تَتَّبِـعْ اَهْوَٓاءَ  [Hevaya tabi olmak] ibaresinde istiare vardır. Onların kötü arzuları helake çağıran davetçiler, dalalet yollarını gösteren rehberler yerine konmuştur. (Şerîf er- Râdî, Kur’an Mecazları)

Farklı kişileri belirten  مَنْ ’lerde ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Bu süslü gösterme, yaratılış itibariyle Allah tarafındandır. Şeytan tarafından da davet ve vesvese suretinde olması mümkün olabileceği gibi, kafir tarafından da olması mümkündür. Yani kâfirin kendisi yaptığı kötü işi kendi kendisine süslü göstermiş ve küfür üzere ısrar etmiş olur. (Kurtubî)