Muhammed Sûresi 15. Ayet

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ مِنْ مَٓاءٍ غَيْرِ اٰسِنٍۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّىۜ وَلَهُمْ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْۜ كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَٓاءً حَم۪يماً فَقَطَّعَ اَمْعَٓاءَهُمْ  ...

Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin durumu, ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 مَثَلُ durumu (şudur) م ث ل
2 الْجَنَّةِ cennetin ج ن ن
3 الَّتِي
4 وُعِدَ söz verilen و ع د
5 الْمُتَّقُونَ muttakilere و ق ي
6 فِيهَا içinde vardır
7 أَنْهَارٌ ırmakları ن ه ر
8 مِنْ -dan
9 مَاءٍ su- م و ه
10 غَيْرِ olmayan غ ي ر
11 اسِنٍ bozulma ا س ن
12 وَأَنْهَارٌ ve ırmakları ن ه ر
13 مِنْ -ten
14 لَبَنٍ süt- ل ب ن
15 لَمْ
16 يَتَغَيَّرْ değişmeyen غ ي ر
17 طَعْمُهُ tadı ط ع م
18 وَأَنْهَارٌ ve ırmakları ن ه ر
19 مِنْ -tan
20 خَمْرٍ şarap- خ م ر
21 لَذَّةٍ lezzet veren ل ذ ذ
22 لِلشَّارِبِينَ içenlere ش ر ب
23 وَأَنْهَارٌ ve ırmakları ن ه ر
24 مِنْ -dan
25 عَسَلٍ bal- ع س ل
26 مُصَفًّى süzme ص ف و
27 وَلَهُمْ ve onlar için vardır
28 فِيهَا orada
29 مِنْ -ten
30 كُلِّ her çeşit- ك ل ل
31 الثَّمَرَاتِ meyvalar ث م ر
32 وَمَغْفِرَةٌ ve bağışlama (vardır) غ ف ر
33 مِنْ -nden
34 رَبِّهِمْ Rableri- ر ب ب
35 كَمَنْ kimseler gibi olur mu?
36 هُوَ o
37 خَالِدٌ ebedi kalan خ ل د
38 فِي
39 النَّارِ ateşte ن و ر
40 وَسُقُوا ve içirildiği س ق ي
41 مَاءً suyun م و ه
42 حَمِيمًا sıcak ح م م
43 فَقَطَّعَ parça parça kesen ق ط ع
44 أَمْعَاءَهُمْ barsaklarını م ع ي
 

Hz. Peygamber ve diğer müminler Mekke’den Medine’ye göç ederken her şeylerini kaybetmiş, zarara uğramış, şirk ve inkârda ısrar eden müşrikler ise kazanmış gibi görünüyorlardı. Bu görüntünün geçici ve aldatıcı olduğu, biri dünyaya diğeri âhirete ait iki önemli değer üzerinden yapılan bir mukayese ile anlatılıyor. Dünyada müminlerin değerli kazanımları kesin iman ve bilgidir; bu iman ve bilginin aydınlattığı bir hayat yolunda ilerlemeleridir. Buna karşılık müşriklerin inançları kanıtsız, bilgileri temelsizdir; gece karanlığında el yordamıyla yol bulmaya çalışmaktadırlar. Müminlerin âhiretteki değerli kazançları, âyette misal verilerek anlatılan cennettir, Allah tarafından bağışlanmaktır, O’nun rızasının tecellisini yaşamaktır. İnkârcıların âhirette elde ettikleri şey ise acılarla dolu cehennemdir.

Cennetin doğrudan kendisini anlatmak, onu dünya hayatına ait kelimeler ve kavramlarla tanıtmak, insan zihninin yapısı bakımından mümkün değildir. Orası ayrı bir âlem, ayrı bir varlık boyutu, farklı bir mahiyetler bütünüdür. Ama yine de insanları imrendirmek ve özendirmek için bir şekilde anlatılması gerekir. Kur’an’ın âhiret hallerini anlatmak için seçtiği anlatım yolu, insanların en azından kendi yaşadıkları, algıladıkları dünya hallerinden örnekler vererek onların âhiret hakkında kıyaslama yoluyla bir fikre varmalarını sağlamak, bunun için mecazlar kullanmak ve misaller vermektir. Âyette verilen misaller sonuçta cennet hayatının, çeşitli zevklerle dolu, insanın mutluluk içinde yüzeceği bir hayat olduğu noktasına varır.

 

Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 51-52
 

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ 

 

İsim cümlesidir.  مَثَلُ  mübteda olup lafzen merfûdur. Aynı zamanda muzâftır.  الْجَنَّةِ muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. Haberi mahzuftur. Takdiri, في ما يتلى عليكم مثل الجنّة- أو مثل الجنّة ما تقرؤون (Size Cennette okunanlarda olduğu gibi) şeklindedir.

الَّت۪ي  müfred müennes has ism-i mevsûl  جَنَّةِ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur. İsm-i mevsûlun sılası  وُعِدَ ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. Aid zamir mahzuftur.

Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.

Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.

Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.

Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat  2. Sebebi sıfat

Hakiki sıfat: 1- Müfred olan sıfatlar  2- Cümle olan sıfatlar olmak üzere ikiye ayrılır.

1. Müfred olan sıfatlar : Müfred olan sıfatlar genellikle ism-i fail, ism-i mef’ûl, mübalağalı ism-i fail, sıfat-ı müşebbehe, ism-i tafdil, masdar, ism-i mensub ve sayı isimleri şeklinde gelir.

Gayrı akil (akılsız çoğullar) mevsûf olarak geldiğinde sıfatını müfred müennes olarak da alır.

2. Cümle olan sıfatlar: 1- İsim cümlesi olan sıfatlar, 2- Fiil cümlesi olan sıfatlar, 3- Şibh-i cümle olan sıfatlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

وُعِدَ  fetha üzere mebni meçhul mazi fiildir.  الْمُتَّقُونَ  naib-ifail olup ref alameti و ‘dır. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.

الْمُتَّقُونَ  kelimesi, sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan iftiâl babının ism-i failidir. İftiâl babının fael fiili  د ذ ز  olursa iftial babının  ت  si  د  harfine çevrilir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimedir. 

Kökü  وقي  olup, iftiâl babından gelmiştir. İftiâl babı fiile şu manaları kazandırabilir:

1) Mutavaat, 2) İstek, 3) Gayret ve devamlılık, 4) Tadiye, 5) Edinmek ve tedarik etmek, 6) Müşareket, 7) Seçmek. Burada gayret ve devamlılık manası kazandırmıştır.

İlgili Tefsir Yorumu: Takva günahlara devam etmeyi ve yaptığı ibadetlerle aldanmayı bırakmaktır.

Muttaki: Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in yoluna girip, dünyayı arkasına atan, nefsini ihlas ve vefaya zorlayan, haram ve zulmü terk eden kimsedir. (Bk: Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i kebir, Cilt:1, Sayfa:446) (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)


 ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ مِنْ مَٓاءٍ غَيْرِ اٰسِنٍۚ

 

ف۪يهَٓا  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَنْهَارٌ  muahhar mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنْ مَٓاءٍ  car mecruru اَنْهَارٌ  mahzuf sıfatına mütealliktir. 

غَيْرِ  ikinci sıfat olup kesra ile mecrurdur.  اٰسِنٍ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

اٰسِنٍ  kelimesi, sülasi mücerredi  أسن  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

 وَاَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّىۜ 

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la ilk  اَنْهَارٌ ‘a matuftur. اَنْهَارٌ  mübteda olup lafzen merfûdur.  مِنْ لَبَنٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir. لَمْ يَتَغَيَّرْ  fiili  لَبَنٍ ‘nin sıfatı olarak mahallen mecrurdur.

Nekre isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle sıfat olur. Marife isimden sonra gelen cümle veya şibh-i cümle hal olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَمْ  muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. يَتَغَيَّرْ  sükun üzere meczum muzari fiildir.  طَعْمُهُ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  هُ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

İkinci  اَنْهَارٌ , atıf harfi وَ ‘la birincisine matuftur. مِنْ خَمْرٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  لَذَّةٍ  kelimesi  خَمْرٍ  sıfatı olup kesra ile mecrurdur. 

لِلشَّارِب۪ينَ  car mecruru  لَذَّةٍ ‘e mütealliktir. Üçüncü  اَنْهَارٌ , atıf harfi وَ ‘la birincisine matuftur.  مِنْ عَسَلٍ  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  مُصَفًّى  kelimesi  عَسَلٍ ‘in sıfatı olup elif üzere mukadder kesra ile mecrurdur. 

يَتَغَيَّرْ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi غير ‘dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar.

لشَّارِب۪ينَ  kelimesi, sülasi mücerredi  شرب  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

مُصَفًّى  kelimesi, sülasi mücerredi  صفو  olan fiilin ism-i mef’ûlüdür.


 وَلَهُمْ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْۜ 

 

Cümle, atıf harfi وَ ‘la ilk  اَنْهَارٌ ‘a matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَهُمْ  car mecruru mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Mübteda mahzuftur. Takdiri, أصناف (sınıflar) şeklindedir.

ف۪يهَا  car mecruru mahzuf habere mütealliktir.  مِنْ كُلِّ  car mecruru mukadder mübtedanın mahzuf sıfatına mütealliktir.  الثَّمَرَاتِ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur. 

مَغْفِرَةٌ  atıf harfi وَ ‘la mukadder mübtedaya matuftur.  مِنْ رَبِّهِمْ  car mecruru  مَغْفِرَةٌ ‘ün mahzuf sıfatına mütealliktir. Muttasıl zamir  هِمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.


كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَٓاءً حَم۪يماً فَقَطَّعَ اَمْعَٓاءَهُمْ

 

İsim cümlesidir.  مَنْ  müşterek ism-i mevsûl  كَ  harf-i ceriyle mahzuf mübtedanın haberine mütealliktir. Takdiri, أمن هو في هذا النعيم   (Bu nimetlerin içinde olan gibi mi) şeklindedir. İsm-i mevsûlun sılası هُوَ خَالِدٌ ‘dür. Îrabdan mahalli yoktur.

Munfasıl zamir هُوَ  mübteda olarak mahallen merfûdur.  خَالِدٌ  haber olup lafzen merfûdur. فِي النَّارِ  car mecruru  خَالِدٌ ‘e mütealliktir.  سُقُوا  atıf harfi وَ ‘la sıla cümlesine matuftur. 

سُقُوا  damme üzere mebni meçhul mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı naib-i fail olarak mahallen merfûdur. 

مَٓاءً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  حَم۪يماً  kelimesi  مَٓاءً ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur. 

وَ  atıf harfidir.  قَطَّعَ  fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  اَمْعَٓاءَهُمْ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir  هُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

قَطَّعَ  fiili sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. Fiil tef’il babındandır. Sülâsîsi  قطع ’dır.

Bu bab fiile çokluk (fiilin, failin veya mef‘ûlun çokluğu), bir tarafa yönelme, mef'ûlü herhangi bir vasfa nispet etmek, gidermek, bir terkibi kısaltmak, eylemin belli bir zaman diliminde meydana gelmesi, özneyi fiilin türediği şeye benzetmek, sayruret, isimden fiil türetmek, hazır olmak, bir şeyin aralıklarla tekrarlanması manalarını katar. 

خَالِدٌ  kelimesi, sülasi mücerredi  خلد  olan fiilin ism-i failidir.

İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

مَثَلُ الْجَنَّةِ الَّت۪ي وُعِدَ الْمُتَّقُونَۜ 

 

İstînâfi beyâniyye olarak (Âşûr) fasılla gelmiş ayetin ilk cümlesi, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Müsnedün ileyh olan  مَثَلُ الْجَنَّةِ ‘nin haberi mahzuftur.

Müsnedün ileyhin izafet şeklinde gelmesi, az sözle çok anlam ifadesi içindir.

الْجَنَّةِ  için sıfat konumundaki ism-i mevsûl  الَّت۪ي ‘nin sılası olan  وُعِدَ الْمُتَّقُونَ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Mazi fiil sıygasında gelmesi sebat, temekkün ve istikrar ifade etmiştir.

Sıfatın ism-i mevsûlle gelmesi, tazim ifadesinin yanında sonraki habere dikkat çekmek içindir.

Sıfat, tabi olduğu kelimenin sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır.

وُعِدَ  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

Burada takdir,  أ مَثَلُ  şeklindedir. Bu hazifte; inatçıların inadını, kibirlenmelerini, hakla batılı bir tutmalarını, apaçık delillere tutunanlarla hevâsına uyanları bir tutmalarını daha iyi tasvir etme gayesi vardır. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Burada müminlerin, takva sahipleri olarak ifade edilmeleri, bize bildiriyor ki, iman ve salih ameller de, takvanın kapsamına dahildir. Takva ise, bütün vâcipleri îfa etmekten ve bütün kötülükleri terk etmekten ibarettir. (Ebüssuûd) 


 ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ مِنْ مَٓاءٍ غَيْرِ اٰسِنٍۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ لَبَنٍ لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ خَمْرٍ لَذَّةٍ لِلشَّارِب۪ينَۚ وَاَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّىۜ 

 

 

Beyanî istînâf olarak fasılla gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâl-i ittisâldir.

Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  ف۪يهَٓا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. اَنْهَارٌ  muahhar mübtedadır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Cümlede müsnedün ileyh olan  اَنْهَارٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim, nev ve kesret ifade etmiştir.

مِنْ مَٓاءٍ  car mecruru اَنْهَارٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfatın hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

 غَيْرِ اٰسِنٍ  izafetiاَنْهَارٌ  için ikinci sıfattır.  اٰسِنٍۚ ‘deki nekrelik umum içindir.

اَنْهَارٌ , öncesindeki  اَنْهَارٌ ’a atfedilmiştir.  مِنْ لَبَنٍ  car mecruru, اَنْهَارٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. 

لَمْ يَتَغَيَّرْ طَعْمُهُۚ  cümlesi  لَبَنٍ  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari fiil, hudûs, teceddüt, istimrar ve tecessüm ifade etmiştir. Muzari fiil tecessüm özelliği sayesinde, muhatabın muhayyilesini harekete geçirerek olayı daha iyi anlamasını sağlar.

Muzari fiilin geldiği hallerde çoğunlukla bu gaye mevcuttur. Muzari fiilin kullanımıyla sahne muhatabın gözünde sanki o anda canlanır. Bu da insanı etkiler. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

لَمْ  muzariye dahil olup, onu cezmeden, anlamını olumsuz maziye çeviren edattır.  لما ’nın aksine, olumsuzluk anlamı istikbali de kapsar.

Üçüncü  اَنْهَارٌ  kelimesi, atıf harfi  وَ  ile öncesindeki  اَنْهَارٌ ’a atfedilmiştir. مِنْ خَمْرٍ  car mecruru اَنْهَارٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. لِلشَّارِب۪ينَ  car mecruru, خَمْرٍ  için sıfat olan  لَذَّةٍ ’e mütealliktir.

وَاَنْهَارٌ مِنْ عَسَلٍ مُصَفًّىۜ  ibaresindeki dördüncü  اَنْهَارٌ  da diğerlerine matuftur. Hepsi farklı nehirlerdir. Aralarındaki cihet-i câmia, temâsüldür. 

مِنْ عَسَلٍ  car mecruru,  اَنْهَارٌ ’un mahzuf sıfatına mütealliktir. مُصَفًّى  kelimesi,  عَسَلٍ için sıfattır. 

مَٓاءٍ - لَبَنٍ - خَمْرٍ - عَسَلٍ  kelimelerinin nekreliği nev, tazim ve kesret ifade eder.

Cennet şarabının sadece lezzet vermesi, kötü tadı, kötü kokusu, sarhoşluğu ve baş ağrısı olmaksızın, sırf zevk ve lezzet vermesi demektir. Cennet balının safi olması, bal mumu, arının pisliği ve diğer şeylerden safi olmasıdır. (Ebüssuûd) 

ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ [Orada ırmaklar vardır.] diye başlayan cümle de sıla tekrar ediliyormuş gibi sılanın hükmüne dahildir. Dikkat edersen, الَّت۪ي ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ (Öyle bir cennet ki orada ırmaklar var.) demen doğru olmaktadır. Bunun; هي فيها أنهار (O [cennet], içinde ırmaklar bulunan bir yerdir.) şeklinde gizli bir mübtedanın haberi olması da caizdir. Sanki biri; “O cennetin misali nasıldır?” diye sormuş da; “Orada ırmaklar vardır.” denmiştir. فيها أنهار  ifadesinin; ‘içinde ırmaklar bulunduğu halde’ anlamında hal konumunda olması da mümkündür. (Keşşâf)

Zuhaylî’nin beyanına göre ayet-i kerîmede cennet nimetlerine teşvik etmek maksadıyla اَنْهَارٌ  lafzı dört kere tekrar edilerek ıtnâb yapılmıştır. (Sinan Yıldız, Vehbe Ez-Zuhaylî’nin Et-Tefsîru’l-Münîr adlı Tefsirinde Belâğat İlmi Uygulamaları)

Cennetteki nehirlerin özelliklerinin sayılması taksim sanatıdır.

Bu ifadelerde, temsil yoluyla dünya içeceklerinin en lezzetlileriyle cennete üstün bir şekilde teşvik vardır. Çünkü bu sayılanlar, bolluk ve süreklilik özelliklerinin yanı sıra, değerlerini düşüren ve bulandıran şeylerden soyutlanmış olarak, bildiğimiz içeceklerin en değerlileridir. Allah (cc), bu nimetleri sayarken önce su nehirlerini andı. Çünkü bunlar, Arap topraklarının tamamen yabancısı olduğu ve Arapların son derece ihtiyaç duydukları şeylerdir. Bu nehirlerin suyu bozulmadığı için, ”bozulmayan" diye nitelenmiştir. Süt az olduğu için, onun nehirlerde akması son derece gariptir. Bu yüzden, ikinci olarak süt anılmıştır. Şarap pahalı olduğu için üçüncü olarak anılmış, en azı ve en şereflisi olduğu için de son olarak bal zikredilmiştir. (Ruhu’l Beyân)


وَلَهُمْ ف۪يهَا مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ وَمَغْفِرَةٌ مِنْ رَبِّهِمْۜ 

 

 

Atıf harfi  وَ  ile … ف۪يهَٓا اَنْهَارٌ  cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır.  Mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır. 

Cümlede takdim-tehir ve îcâz-ı hazif sanatları vardır.  لَهُمْ  ve  ف۪يهَا , mahzuf mukaddem habere mütealliktir. Takdiri, أصناف (sınıflar) olan mübteda mahzuftur

مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ  car mecruru, mukadder mübtedanın mahzuf sıfatına mütealliktir. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

مِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ  ifadesi, meyve cinslerinin tümünü içine alır.  الثَّمَرَاتِ  marifeliği cins içindir.  كُلِّ kuşatıcı şeklindeki hakiki anlamında kullanılmıştır.  مِنْ  teb’ıziyyedir.(Âşûr) 

مَغْفِرَةٌ , mahzuf mübtedaya matuftur. 

مَغْفِرَةٌ  kelimesinin nekre gelmesi tazim ve kesret ifade etmiştir.  مِنْ رَبِّهِمْۜ  car mecruru, مَغْفِرَةٌ ‘un mahzuf sıfatına mütealliktir. 

Ayette  مَغْفِرَةٌ  kelimesi, belirsiz olarak gelmiş ve bunun Allah tarafından olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu, tekid ifade etmektedir. Aslında bağışlanma, cennetten önce olur. Burada murad edilen mana şudur: ”Bağışlamanın verdiği ve sebep olduğu nimetler..."(Ruhu’l Beyân)

Car mecrurların müteallaklarının hazfi, îcâz-ı hazif sanatıdır.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde Rabb isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır. 

Veciz ifade kastına matuf   رَبِّهِمْۜ  izafetinde, Rabb isminin muzâf olmasıyla  هِمْۜ  zamirinin ait olduğu cennettekiler şan ve şeref kazanmıştır.

Ayette müttakilere cennette verilecek nimetler sayılarak taksim sanatı yapılmıştır. 

Müttaki, cennete zaten mağfiret olunduktan sonra girer. Dolayısıyla müminler için cennette bir de mağfiret olması ne manadadır? Deriz ki: Bunun manalarından biri, "Onlar için orada mağfiret vardır, yani artık onlardan mükellefiyet ve külfetler kaldırılmıştır. Binaenaleyh onlar, dünyadakinin aksine, hesapsız olarak yer, içerler. Çünkü dünyadaki yiyecek ve meyveler hususunda insanlar için, birtakım sınırlar ve cezalar söz konusudur. (Fahreddin er-Râzî) 


كَمَنْ هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ وَسُقُوا مَٓاءً حَم۪يماً فَقَطَّعَ اَمْعَٓاءَهُمْ

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Teşbih harfi sebebiyle mecrur mahaldeki müşterek ism-i mevsûl, mahzuf habere mütealliktir. Takdiri,  أمَنْ هو في نعيم (Bir nimet içinde olan gibi mi) şeklindedir.

Veya bu cümle  مَثَلُ ’nun haberi olarak mahallen merfûdur.

مَنْ ’in sılası olan  هُوَ خَالِدٌ فِي النَّارِ  cümlesi, mübteda ve haberden müteşekkil, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

İsim cümleleri sübut ifade eder. İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karînelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

سُقُوا مَٓاءً  cümlesi atıf harfi  وَ ‘la sılaya atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)

Cümleler arasındaki anlam bütünlüğü barizdir. Vasılda, atfedilen cümlelerin her ikisinin de aynı tür olması vaslın güzelliklerinden kabul edilmiştir. Fakat burada fiil cümlesi isim cümlesine atfedilmiştir. 

İsim cümlesinin anlamında sabitlik ve devamlılık, fiil cümlesinin anlamında ise yenilenme ve tekrarlanma vardır. Hem devamlılık hem fiilin tekrarı ve yenilenmesi kastediliyorsa, isim cümlesi fiil cümlesine atfedilebilir. Bunun aksi de mümkündür. Mesela, fiil cümlesinden fiilin zaman zaman yenilendiğini, isim cümlesinden ise başlayıp halen devam ettiği kastediliyorsa aralarında atıf yapılabilir (Rıfat Resul Sevinç, Arapçada Cümle Yapısı, 2010, S. 190-191)

سُقُوا  fiili meçhul bina edilmiştir. Meçhul bina edilen fiillerde mef’ûle dikkat çekme kastı vardır. Çünkü malum bina edildiğinde mef’ûl olan kelime meçhul binada naib-i fail olur.

Kuran-ı Kerim’de tehdit, uyarı ve korkutma manası olan fiiller genellikle meçhul sıyga ile gelir. 

Meçhul bina, naib-i failin bu fiilde bir dahli olmadığına işaret eder. (Dr. Adil Ahmet Sâbir er-Ruveynî, Teemmülat fi Sûret-i İbrahim, s. 127) 

حَم۪يماً  kelimesi  مَٓاءً  için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan ıtnâb sanatıdır. 

Aynı üslupta gelen  فَقَطَّعَ اَمْعَٓاءَهُمْ  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  وَسُقُوا مَٓاءً حَم۪يماً  cümlesine atfedilmiştir.

Ayetteki müfredin müfrede benzetildiği teşbih, teşbih edatı zikredildiği için mürsel, vech-i şebeh zikredilmediği için mücmeldir. Müşebbeh ateşte olan kimse, müşebbehün bih cennette olan kimsedir. 

لَبَنٍ  -  خَمْرٍ -  عَسَلٍ  -  ثَّمَرَاتِ  ve اَنْهَارٌ - مَٓاء -  لِلشَّارِب۪ينَۚ -  سُقُوا  gruplarındaki kelimeler arasında mürâât-ı nazîr;  مَٓاء , اَنْهَارٌ , مَنْ  kelimelerinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.