لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحاً قَر۪يباً
Sıra | Kelime | Anlamı | Kökü |
---|---|---|---|
1 | لَقَدْ | andolsun |
|
2 | صَدَقَ | doğruladı |
|
3 | اللَّهُ | Allah |
|
4 | رَسُولَهُ | Elçisinin |
|
5 | الرُّؤْيَا | rüyasını |
|
6 | بِالْحَقِّ | hak ile |
|
7 | لَتَدْخُلُنَّ | gireceksiniz |
|
8 | الْمَسْجِدَ | Mescid-i |
|
9 | الْحَرَامَ | Haram’a |
|
10 | إِنْ | eğer |
|
11 | شَاءَ | dilerse |
|
12 | اللَّهُ | Allah |
|
13 | امِنِينَ | güven içinde |
|
14 | مُحَلِّقِينَ | traş ederek |
|
15 | رُءُوسَكُمْ | başlarınızı |
|
16 | وَمُقَصِّرِينَ | ve(ya) kısaltarak |
|
17 | لَا |
|
|
18 | تَخَافُونَ | korkmadan |
|
19 | فَعَلِمَ | böylece bildi |
|
20 | مَا | şeyi |
|
21 | لَمْ |
|
|
22 | تَعْلَمُوا | sizin bilmediğiniz |
|
23 | فَجَعَلَ | ve verdi |
|
24 | مِنْ |
|
|
25 | دُونِ | başka |
|
26 | ذَٰلِكَ | bundan |
|
27 | فَتْحًا | bir fetih |
|
28 | قَرِيبًا | yakın |
|
Hudeybiye Mekke’ye 17 kilometredir, –günümüzde de Mekke’de oturanların umre için mîkat yeri olan– Ten‘îm ise 8 kilometredir. Mekke şehir sınırının yakınlarında, Ten‘îm ve Hudeybiye’de, yani Mekke’nin neredeyse içinde veya –bir başka açıklamaya göre Hudeybiye aşağıda, vadide olduğu için– Mekke’nin aşağısında birkaç defa düşmanın özel harekat ve baskın güçleri yakalanmış, fakat barışı olumsuz etkilememesi için serbest bırakılmışlardır. O zamanlar müşrik olan Hâlid b. Velîd komutasında 200 kişilik bir güç, Usfân önünde bulunan Gamîm isimli bir tepeyi siper alarak mevzilenmiş ve müslümanlar namazda iken ansızın hücum etmeyi planlamışlardı. Müslümanlar öğle namazına niyetlendiler, sonra vazgeçip ikindiye bıraktılar. Hz. Peygamber ikindi namazını salâtü’l-havf (tehlike halinde namaz) usulü ile kıldırdığı ve böylece yüzleri düşman tarafına dönük bulunduğu için Hâlid, “Bu adam korunmaktadır” diyerek kararını gerçekleştiremedi (Mustafa Fayda, “Hâlid b. Velîd” , DİA, XV, 289-292).
Müşrikler, Kâbe’yi ziyarete gelenleri engellemek şöyle dursun onlara hizmet vermek şeklinde yerleşmiş bulunan geleneklerine aykırı olmasına rağmen, Câhiliye psikolojisinin, büyüklük kompleksinin, müslümanlara karşı kalplerinde besledikleri kin ve düşmanlık duygusunun etkisinde kalarak Medine’den gelen müminlerin Mescid-i Haram’ı ziyaretlerini engellediler; yanlarında getirdikleri yetmiş kadar kurbanlık devenin kesim yerine ulaştırılıp kurban edilmesine de mâni oldular. Peygamber efendimiz bulundukları yerde kurbanlarını kesip ihramdan çıkabileceklerini söyledi ise de, müslümanlar bir müddet şaşkınlık ve tereddüt geçirerek bunu yapmadılar ve onu üzdüler. Eşi Ümmü Seleme’nin tavsiyesine uyarak Hz. Peygamber kurbanını kesince işin ciddiyetini anlayan sahâbe bu defa acele ve heyecanla emri yerine getirmeye koyuldular (Müsned, IV, 323-326; Kurtubî, XVI, 270). Sahâbenin ahlâkı, edebi, Hz. Peygamber’den aldıkları eğitimi, Allah ve resulünün emirlerine tereddütsüz ve ertelemesiz teslim olmayı kaçınılmaz kılıyordu ve genellikle de böyle yaparlardı. Hudeybiye’de olup biten gerilime iki şey sebep olmuştu: a) Peygamber efendimizin gördüğü rüyaya dayanarak –o yıl gerçekleşeceği açıklanmadığı halde– ziyaretin hemen gerçekleşeceğine inanmaları, rüyayı eksik yorumlamaları, b) Mekke’yi ve Kâbe’yi özlemiş oldukları ve ona çok yaklaştıkları halde haksız olarak engellenmeleri karşısında öfke ve heyecanlarını kontrol edememeleri. Ama Allah’ın mânevî yardımı, Hz. Peygamber’in de kararlı tutumu sayesinde bu heyecan fırtınası yatıştı, sahâbe asıl çizgilerinin gerektirdiği davranışa döndüler ve her şey yoluna girdi.
Peygamberimizin ve ashabının kestikleri kurbanlar nâfile kurbanlar idi; çünkü tek başına umre ibadetinde kurban gerekli (vâcip) değildir. Hudeybiye’nin Harem bölgesi mi, serbestlik (Hill) bölgesi mi olduğu tartışılmıştır; Hanefîler’e göre bir bölümü Harem bölgesine dahildir. Hac ve umre kurbanı Harem bölgesinin her yerinde kesilebilir. Ancak hac kurbanının Mina’da, umre kurbanının ise Merve’de kesilmesi müstehaptır. Günümüzde Merve’de kurban kesme imkânı ortadan kalkmıştır.
Hudeybiye’de engellenen müminlerin, Mekke’de ya kendilerini henüz tanımadıkları veya bulundukları yerleri bilmedikleri müslümanlar vardı. Eğer savaşa karar verip Mekke’ye hücum etselerdi, kurunun yanında yaş da yanacak, bilmeden birçok müslümanın kanına girilecekti. Allah buna razı değildi, Mekke’nin daha uygun şartlarda ve kutsallığına yaraşır şekilde kan dökülmeden fethedilmesini takdir buyurmuştu, nitekim iki yıl sonra fetih böyle gerçekleşti.
Mekke’de müşriklerin içinde yaşayan müminler de bulunduğu için savaşın Allah tarafından engellenmiş olması fıkıhçıları, gerektiğinde düşmanı yenmek, tehlikeyi ortadan kaldırmak için böyle bir durumda savaşa girmenin câiz olup olmadığı konusunu tartışmaya yöneltmiştir. Ebû Hanîfe ve Süfyân es-Sevrî’ye göre başka çare bulunmaması halinde büyük zararı küçük zarar karşılığında önlemek için taarruz yapılır, bu arada müslümanlar da isabet alabilir. Mâlik ve Şâfiî’ye göre ise haram olan bir şeyi araç yaparak mubah olan bir sonuca ulaşmak câiz değildir. Meselâ müslüman esirlerin ölmesi pahasına bir kaleye hücum etmektense bundan vazgeçmek gerekir. Kurtubî iki grubun ittifak etmeleri gereken bir durumu şöyle dile getirmektedir: Ortada bütün müslümanları veya o bölgedeki müslümanların tamamını ilgilendiren küllî (genel) ve kesin bir zorunluluk varsa az sayıda müslümanın ölmesi ihtimali göze alınarak tehlike defedilmelidir; buna kimsenin itirazı olamaz. Müslüman esirleri siper yaparak müslümanların kalelerine veya mevzilerine doğru ilerleyen düşmana atış yapılma zarureti konumuza bir örnektir (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, IV, 1708; Kurtubî, XVI, 274).
Rivayet tefsirlerinin ve siyer kitaplarının ortaklaşa verdikleri bilgiye göre Hz. Peygamber Hudeybiye’ye gelmeden önce veya burada iken rüyasında Mekke’ye girdiklerini ve burada tıraş olduklarını görmüş, bunu da ashabına anlatmıştı. Rüyayı işitenler hemen bu seferde Mekke’ye gireceklerini ve umre yapıp tıraş olacaklarını zannettiler, rüyayı böyle yorumladılar. Olaylar farklı gelişip barış ve antlaşma yaparak geri dönme kararı verilince münafıklar rüya olayını kullanarak kafaları karıştırmak üzere harekete geçtiler, bazı müminlerin de kafalarında tereddütler oluştu. Hz. Peygamber’e gelip durumu sordular; o da “Ben bu yıl olacak demedim, rüyada da bu yıl olacağını görmedim” dedi. Hz. Ebû Bekir de aynı şeyi söyledi. Heyecan yatıştıktan sonra gelen bu âyet bir yandan Hz. Peygamber’i tasdik etmekte, diğer yandan da yakında gerçekleşecek bir fethin müjdesini vermektedir. Bu fetih için Hayber fethi diyenler çoğunlukta olmakla beraber, Hudeybiye veya Mekke’nin fethi şeklinde açıklayanlar da olmuştur (Müsned, IV, 328-331; İbn Kesîr, VI, 337 vd.; Kurtubî, XVI, 276 vd.).
لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ
لَ harfi, mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. قَدْ tahkik harfidir. Tekid ifade eder. Fiil cümlesidir.
صَدَقَ fetha üzere mebni mazi fiildir. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. رَسُولَهُ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir هُ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
الرُّءْيَا ikinci mef’ûlün bih olup elif üzere mukadder fetha ile mansubdur. بِالْحَقِّۚ car mecruru الرُّءْيَا ‘nın mahzuf haline mütealliktir.
لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ
لَ harfi, ikinci mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. الرُّءْيَا ‘yı tefsir eder. تَدْخُلُنَّ fiili mahzuf نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan cemi و ‘ı fail olup iki sakin bir araya geldiği için mahzuftur. Fiilinin sonundaki نَّ , tekid ifade eden nûn-u sakiledir.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu نَّ , fiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
الْمَسْجِدَ mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. الْحَرَامَ kelimesi الْمَسْجِدَ ‘nin sıfatı olup fetha ile mansubdur.
Varlıkları niteleyen kelimelere sıfat denir. Arapça’da sıfatın asıl adı na’t ( النَّعَتُ )dır. Sıfatın nitelediği isme de men’ut ( المَنْعُوتُ ) denir. Bir ismi doğrudan niteleyen sıfata hakiki sıfat, dolaylı olarak niteleyen sıfata da sebebi sıfat denir.
Sıfat ile mevsuftan oluşan tamlamaya sıfat tamlaması denir. Sıfat tek kelime (isim), cümle ve şibh-i cümle olabilir. Ve sıfat birden fazla gelebilir.
Sıfat mevsûfuna: cinsiyet, adet, marifelik - nekrelik ve îrab bakımından uyar.
Sıfat iki kısma ayrılır: 1. Hakiki sıfat 2. Sebebi sıfat. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
اِنْ iki muzari fiili cezm eden şart harfidir. Şart ve cevap cümlesinde şartın vuku bulma ihtimali şüpheli veya zayıfsa kullanılır. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi) Şartın cevabı öncesinin delaletiyle mahzuftur.
شَٓاءَ şart fiili olup fetha üzere mebni mazi fiildir. Mahallen meczumdur. اللّٰهُ lafza-i celâl fail olup lafzen merfûdur. اٰمِن۪ينَ kelimesi تَدْخُلُنَّ ‘deki failin hali olup nasb alameti ي ‘dir. مُحَلِّق۪ينَ ikinci hal olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
Hal, cümlede failin, mef’ûlun veya her ikisinin durumunu bildiren lafızlardır (kelime veya cümle). Hal, “nasıl?” sorusunun cevabıdır. Halin durumunu açıkladığı kelimeye “zül-hal” veya “sahibu’l-hal” denir. Umumiyetle hal nekre, sahibu’l hal marife olur. Hal mansubdur. Türkçeye “…rek, …rak, …dığı, halde iken, olduğu halde” gibi ifadelerle tercüme edilir. Sahibu’l hal açık isim veya zamir olduğu gibi müstetir (gizli) zamir de olabilir. Hali sahibu’l hale bağlayan zamire rabıt zamiri denir. Bu zamir bariz (açık), müstetir (gizli) veya mahzuf (hazf edilmiş) olarak gelir.
Hal sahibu’l-hale ya و (vav-ı haliye) ya zamirle veya her ikisi ile bağlanır. Hal üçe ayrılır: 1. Müfred olan hal (Müştak veya camid), 2. Cümle olan hal (İsim veya fiil), 3. Şibh-i cümle olan hal (Harf-i cerli veya zarflı isim). (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
رُؤُ۫سَكُمْ ism-i fail olan مُحَلِّق۪ينَ ‘nin mef’ûlun bihi olup fetha ile mansubdur. Muttasıl zamir كُمْ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
İsm-i mef’ûlün fiil gibi amel şartları şunlardır:
1. Harf-i tarifli (ال) olmalıdır. 2. Haber olmalıdır. 3. Sıfat olmalıdır. 4. Hal olmalıdır.
5. Kendisinden önce nefy (olumsuzluk) edatı bulunmalıdır. 6. Kendisinden önce istifham (soru) edatı bulunmalıdır. Şartlardan birinin bulunması amel etmesi için yeterlidir.
İsm-i mefûl, türediği fiilin meçhulü gibi amel eder. Yani kendisinden sonra naib-i fail alır. Ondan sonra gelenler de mef’ûl olur. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
مُقَصِّر۪ينَ atıf harfi وَ ‘la مُحَلِّق۪ينَ ‘e matuftur. لَا تَخَافُونَ cümlesi مُقَصِّر۪ينَ ‘deki zamirin hali olup nasb alameti ي ‘dir. Cemi müzekker salim kelimeler harfle îrablanır.
لَا nefy harfi olup olumsuzluk manasındadır. تَخَافُونَ fiili نَ ‘un sübutuyla merfû muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
اٰمِن۪ينَ kelimesi, sülasi mücerredi أمن olan fiilin ism-i failidir.
مُحَلِّق۪ينَ ve مُقَصِّر۪ينَ kelimesi; sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan tef’il babının ism-i failidir.
İsm-i fail; eylemi yapan ve gerçekleştiren demektir. Geçici olarak o sıfatı yüklenen isimdir. İsm-i fail; hem varlığa (zata) hem de onun sıfatına delalet eden kelimelerdir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحاً قَر۪يباً
فَ atıf harfidir. Matuf ve matufun aleyh arasında hiç zaman geçmediğini, işin hemen yapıldığını ifade eder. فَ ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştiremez. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)
Fiil cümlesidir. عَلِمَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. Müşterek ism-i mevsûl مَا mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. İsm-i mevsûlun sılası لَمْ تَعْلَمُوا ‘dur. Îrabdan mahalli yoktur.
لَمْ muzariyi cezm ederek manasını olumsuz maziye çeviren harftir. تَعْلَمُوا fiili نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur.
جَعَلَ atıf harfi فَ ile عَلِمَ ‘ye matuftur.
جَعَلَ fetha üzere mebni mazi fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir. مِنْ دُونِ car mecruru mahzuf ikinci mef’ûlün bihe mütealliktir. İşaret ismi ذٰلِكَ muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.
فَتْحاً mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. قَر۪يباً kelimesi فَتْحاً ‘nın sıfatı olup fetha ile mansubdur.
لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzufla birlikte cümle kasem üslubunda gayr-ı talebî inşâî isnaddır. Mahzuf kasem ve قَدْ ile tekid edilmiş cevap olan لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ cümlesi, müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber inkârî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde اللّٰهِ isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.
اللّٰهُ - رَسُولَهُ kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
رَسُولَهُ izafetinde Allah’a ait zamire muzâf olması Resul için tazim ve teşrif ifade eder.
Allah, bu rüyayı doğru bir amaç ve üstün bir hikmet için, yani imanı sarsılmaz olanlar ile sarsılanları birbirinden ayırt etmek için bu şekilde tasdik buyurdu.
حَقّ kelimesi, Allah'ın isimlerinden olan hak veya batılın karşıtı olan hak anlamında olup ona yemin edilmiş de olabilir. (Ebüssuûd)
İlâhi vaadin, Allah'ın dilemesi şartına bağlanması, bazı müminlerin ölüm sebebiyle veya hazır bulunmamaları sebebiyle veya da başka bir sebeple Mekke'ye giremeyeceklerini zımnen bildirmek içindir. (Ebüssuûd)
Kasem yani yemin, tekiddir. Yani siz müminler vallahi, o Mescid-i Haram'a kati olarak gireceksiniz inşaallah. اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ kaydında da bir kaç incelik vardır:
Birincisi; bu gibi vaat yerlerinde talim içindir. İkincisi; o giriş kendi güçleriyle değil, Allah'ın dilemesiyle olduğuna dikkat çekmek içindir. Üçüncüsü; muhataplar içinde o zamana kadar vefat edecekler bulunabileceğine işaret olmak üzere cemaatin mevcut fertlerine göre bir ihtimale işaret içindir. İnşallah öyle gireceksiniz ki güvenlikler içinde, rahat rahat başlarınızı kazıtmış ve kırktırmış olarak yani kiminiz kazıtmış kiminiz kırktırmış bir halde, ihramdan çıkarken tıraş olmak hac ve umrenin menâsikindendir. (Elmalılı)
Bu rüya mücmel, kapalı ve kısa bir rüya idi. Hac veya umrenin yapılacağı ve bunlarla alakalı olan saç kesme veya traşın gerçekleşeceği hakkında değildi. (Âşûr)
"Rüyaya ne oldu?" diyen münafıkların şüphelerini ortadan kaldırmak için verilen haber قَدْ harfiyle tekid edilmiştir. (Âşûr)
صَدَقَ fiili ikinci mefulunu harfi cerle alması gerekirken burada harfsiz olarak almıştır. Buna نَزْعِ الخافِضِ denir. Yani cümlenin aslı şöyledir: صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ في الرُّؤْيا . Harfi cer hazfolmuş, fiil direk mefule bağlanarak onu nasb etmiştir. (Âşûr)
بِالحَقِّ kelimesindeki بِ mülabese içindir. Mahzuf bir masdarın sıfatı olarak gelmiş bir zarf-ı müstekardır. Yani صِدْقًا مُلابِسًا الحَقَّ şeklindedir. (Âşûr)
لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ
İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. الرُّءْيَا için tefsiriyye hükmündeki cümlenin fasıl sebebi, kemâl-i ittisâldir.
لَتَدْخُلُنَّ المَسْجِدَ الحَرامَ cümlesinin صَدَقَ اللَّهُ رَسُولَهُ cümlesinden İstînâfi beyaniyye olması daha iyidir. (Âşûr)
لَ , mahzuf kasemin cevabının başına gelen muvattiedir. Kasem fiilinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır. Mahzuf kasem ve cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, gayri talebî inşâî isnaddır.
Mukadder kasemin cevabı olan لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ cümlesi, muvattie lamı ve nûn-u sakîle ile tekid edilmiştir. Müspet muzari fiil sıygasında, faide-i haber inkârî kelamdır.
Tekid nunları, bitiştikleri fiile istikbal manası kazandıran bir edatın veya durumun bulunması halinde muzari fiilin sonuna gelirler. (Soru, arz, tekid lamı, ummak, teşvik, nehiy, temenni ve yemin gibi.)
Tekid nûnu çoğu zaman sarih kasem, gizli kasem ve nehiyden sonra gelir. Hal ve istikbal ifade eden muzari fiilin manasını sadece istikbal anlamına hamleder ve bu ن , َّfiilin üç defa tekidini sağlar. (Kur’an’da Tekid Üslupları ve Çeşitleri Mehmet Altın Şırnak Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2017/3)
الْحَرَامَ kelimesi, تَدْخُلُنَّ fiilinin mef’ûlü olan الْمَسْجِدَ için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ
Şart üslubunda gelmiş itiraziyyedir. İtiraz cümleleri tetmim ıtnâbı babındandır.
Çeşitli gayelere binaen araya girmiş saplama bir cümle olan itiraziyye cümlesinin, ana cümlenin anlamına tesiri yoktur. (Rıfat Resul Sevinç, Belâgatta Fasıl-Vaslın Genel Kuralları Ve “Vâv”ın Kullanımı)
Bu ayette anlamca devam eden bir sözün arasına gelmiş olan اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ ifadesi müminlerin gelecekle ilgili olmasını istedikleri veya diledikleri şeyleri ifade ettiklerinde o esnada bu ibareyi söylemelerinde acele etmeleri gerektiğinin bir nevi talimidir. Aynı zamanda Allah'ın iradesinin sözlere de yansıması gerektiğinin bir göstergesidir. (Ömer Özbek, Arap Dili Ve Belâgatı’nda Itnâb Üslubu)
Şart cümlesi olan اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafat, S.107)
اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ /inşallah ifadesi, rüya meleğinin Resulullah'a söylediğinin yahut Resulullah'ın ashabına söylediğinin aynen hikaye edilmesidir. (Ebüssuûd)
Bu, إنْ شاءَ اللَّهُ sözünün karinesiyle onlara ayetin nazil olduğu sırada bahsedilen olayların, kaçınılmaz olarak gerçekleşeceğine dair bir güvencedir. (Âşûr)
إنْ شاءَ اللَّهُ sözü zayıf gibi görünse bile gelecek haber için tezyildir. (Âşûr)
Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnaya ve kemâl sıfatlara şamil olan lafza-i celâlle marife olması telezzüz, teberrük ve haşyet duyguları uyandırmak içindir.
Hükmün illetini bildirmek ve ikazı artırmak için zamir makamında zahir ismin tekrarlanmasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
اٰمِن۪ينَ kelimesi تَدْخُلُنَّ ‘deki failin haldir. Hal anlamı açıklayan ıtnâb sanatıdır.
Cümlede îcâz-ı hazif sanatı vardır. Cevap cümlesi öncesinin delaletiyle hazf edilmiştir. Takdiri; لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ (Mescid-i Haram'a gireceksiniz) şeklindedir.
Mahzuf cevap ve mezkûr şart cümlelerinden müteşekkil terkip, şart üslubunda faide-i haber inkârî kelamdır.
Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.
Bilinen ve tahmini kolay olan hususları zikrederek ibareyi uzatmamak, dikkati asıl önemli yere yönlendirmek, karineye dayanarak terk edilen şeyleri muhatabın düşünce ve hayal gücüne bırakarak anlam zenginliği kazanmak gibi sebeplerle hazfe başvurulur. (TDV İslam Ansiklopedisi Îcâz Bah.)
Nahivcilere göre şart fiili olarak kullanılan mazi fiil gelecek zaman ifade eder. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 88.)
اِنْ şart harfi, maziyi muzariye çevirir. (Fâdıl Sâlih Samerrâî Tefsir, c. 2, s. 106.)
Cevap cümlesinin, öncesinin delaletiyle hazf edilmesi, îcâz-ı hazif sanatıdır.
Mezkûr şart ve mukadder cevap cümlelerinden oluşan terkip şart üslubunda haberî isnaddır.
Kur’an’da çoğu yerde bu ayette olduğu gibi şartın cevabı mahzuftur.
Ayette cevabın mahzuf olması farklı yönlerden düşünmeyi gerektirdiği, ayrıca dinleyici ve okuyucuyu düşünce ve hayal ufkuna yönlendirdiği için mübalağa içermektedir. Îcâz metoduyla cümle daha yoğun anlamlar yüklenmiştir. (Hasan Uçar, Kur’an-ı Kerîm’deki Anlamsal Bedî‘ Sanatları Doktora Tezi)
Genel olarak شَٓاءُ fiilinin mef'ûlü bu cümlede olduğu gibi hazf edilir. Çünkü ibham; ilgi uyandırır, muhatabı dinlemeye teşvik eder. Ancak mef'ûl alışılmadık, garîp bir şey olursa bu kuralın dışına çıkılarak zikredilir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)
لَتَدْخُلُنَّ ‘deki failin ikinci hali olan مُحَلِّق۪ينَ , ism-i fail vezninde gelmiştir. رُؤُ۫سَكُمْ ise bu kelimenin mef'ûlun bihtir. مُقَصِّر۪ينَۙ , tezâyüf nedeniyle مُحَلِّق۪ينَ ‘ye atfedilmiştir.
لَا تَخَافُونَ cümlesi تَدْخُلُنَّ veya مُحَلِّق۪ينَ ’nin failinden haldir. Menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
مُحَلِّق۪ينَ (tıraş olanlar) - مُقَصِّر۪ينَ (kısaltanlar) kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır.
فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحاً قَر۪يباً
Cümle atıf harfi فَ ile صَدَقَ cümlesine atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.
Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, S.107)
Mef’ûl konumundaki müşterek ism-i mevsul مَٓا ’nın sılası olan لَمْ تَعْلَمُوا , menfi muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. Muzari sıygada gelerek hudûs, teceddüt ve istimrar ifade etmiştir.
عَلِمَ - لَمْ تَعْلَمُوا kelimeleri arasında tıbâk-ı selb, cinas-ı iştikak ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.
فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحاً قَر۪يباً cümlesi atıf harfi فَ ile makabline atfedilmiştir. Müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır. فَتْحاً kelimesi جَعَلَ fiilinin mef’ûludur. قَر۪يباً kelimesi ise فَتْحاً için sıfattır. Sıfat, mevsûfunun sahip olduğu bir özelliğe işaret etmek için yapılan tetmim ıtnâbı sanatıdır.
ذٰلِكَ ism-i işaretiyle önceki fethe işaret edilmiştir. Tazim ifade eden ذٰلِكَ ‘de istiare vardır.
Bilindiği gibi işaret ismi, mahsus şeyler için kullanılır. Ama burada olduğu gibi aklî şeyler için kullanıldığında istiare olur. Câmi’; her ikisinde de “vücudun tahakkuku”dur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Beyan İlmi)
مِنْ دُونِ ذٰلِكَ ‘deki مِنْ , beyaniyye veya ibtidaiyyedir. (Âşûr)
Burada Allah'ın bilmesinden murad, fiili olarak bilmesidir. Yani Allah, sizin bilmediğiniz, o doğru rüyayı resulüne gösterdikten sonra onun doğru olduğunu kanıtlayan şeylerin önce gösterilmesini gerektiren hikmeti fiili olarak bilmiştir ve Mescid-i Haram'a gireceğinizi kanıtlayan delilin (Hudeybiye Antlaşmasının) tahakkukundan başka size Hayber fethinde bahşedecektir. (Ebüssuûd)
فَعَلِمَ ما لَمْ تَعْلَمُوا sözündeki فَ harfi hakkında haber verilen şeyi değil, haberi detayllandırmak (tefrî) içindir. (Âşûr)
جَعَلَ 'deki mazi sıyga gelecek zamanı mazi menzilesine indirerek kesinlik kazandırmak içindir. (Âşûr)
جَعَلَ kelimesi قَدَّرَ , buradaki دُونِ ise غَيْرِ manasındadır ve مِنْ ibtidâiyye veya beyâniyyedir. (Âşûr)