Hucurât Sûresi 12. Ayet

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ رَح۪يمٌ  ...

Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.
 
Sıra Kelime Anlamı Kökü
1 يَا أَيُّهَا ey
2 الَّذِينَ kimseler
3 امَنُوا inanan(lar) ا م ن
4 اجْتَنِبُوا sakının ج ن ب
5 كَثِيرًا çok ك ث ر
6 مِنَ -dan
7 الظَّنِّ zan- ظ ن ن
8 إِنَّ zira
9 بَعْضَ bir kısmı ب ع ض
10 الظَّنِّ zannın ظ ن ن
11 إِثْمٌ günahtır ا ث م
12 وَلَا ve
13 تَجَسَّسُوا merak etmeyin ج س س
14 وَلَا ve
15 يَغْتَبْ arkasından çekiştirmesin غ ي ب
16 بَعْضُكُمْ biriniz ب ع ض
17 بَعْضًا diğerinizi ب ع ض
18 أَيُحِبُّ sever mi? ح ب ب
19 أَحَدُكُمْ biriniz ا ح د
20 أَنْ
21 يَأْكُلَ yemeği ا ك ل
22 لَحْمَ etini ل ح م
23 أَخِيهِ kardeşinin ا خ و
24 مَيْتًا ölmüş م و ت
25 فَكَرِهْتُمُوهُ işte bundan iğrendiniz ك ر ه
26 وَاتَّقُوا o halde korkun و ق ي
27 اللَّهَ Allah’tan
28 إِنَّ şüphesiz
29 اللَّهَ Allah
30 تَوَّابٌ tevbeyi çok kabul edendir ت و ب
31 رَحِيمٌ çok esirgeyendir ر ح م
 

Bu âyette üç kötü huy ve alışkanlık ele alınmış, etkili bir üslûpla yasaklanmıştır: Gerçek bilgi ve kanıta değil, tahmine dayalı hüküm (zan), insanların gizliliklerini araştırmak (tecessüs) ve insanları arkalarından çekiştirmek (gıybet). 

Gerçeklik ihtimali yüzde ellinin üzerinde bulunmakla beraber kesin olmayan bilgi ve hükme zan denir. Başkalarını suçlamak, aleyhlerinde olacak bir karar almak ve davranışta bulunmak söz konusu olduğunda zanna dayanılamaz, zan şeklindeki bilgi dayanak ve delil kılınamaz. Çünkü insanlar hakkında sahip olunan zan ve tahminlerin birçoğu isabetsiz olmakta, beklendiğinin, sanıldığının aksi gerçekleşmektedir. Şu var ki, kimsenin aleyhinde olmayan, hakların zayi edilmesi ihtimali bulunmayan alanlarda, kesin bilgi bulunmadığında kuvvetli zana (zann-ı galip) dayalı hükümler ve uygulamalar yasak kapsamına dahil değildir. Sosyal bilimlerin önemli bir kısmı kesinliğe değil, kuvvetli zan ve ihtimale dayanmaktadır.

Sâbıkalı olmayan, suç işleme bakımından ciddi şüpheye sebep olacak davranışları bulunmayan bir kimsenin gizlediği bir işini, davranışını, halini araştırmak ve açıklamak ise âyette yasaklanan tecessüs kapsamına girmekte olup İslâm ahlâkçılarına göre ayıptır, dine göre de câiz değildir, günahtır. Ancak düşmanların müslümanlar hakkındaki plan, program ve niyetlerini anlamak, zamanında tedbir almayı sağlamak gibi amaçlara yönelik casusluk faaliyeti, bunda zaruret bulunduğu için yasak kapsamına dahil edilmemiştir.

Bir kimsenin gıyabında, arkasından hoşuna gitmeyeceği bilinen bir şeyini konuşmak, başkalarına aktarmak gıybettir ve câiz değildir. Peygamber efendimize, “Birisinin arkasından söylediklerimiz doğru ise, onda bu kötü nitelik varsa yine de yasak olan gıybet gerçekleşir mi?” diye soranlar şu cevabı almışlardır: “Söylediğiniz onda varsa gıybet etmiş olursunuz, yoksa yaptığınız iftira olur” (Müslim, “Birr”, 70). Şu hadis de bu kötü huylar ve alışkanlıklarla ilgilidir: “Zanna kapılmaktan sakınınız, zan en fazla asılsız olabilen haber ve bilgi türüdür. Kulak kabartmayınız, gizlilikleri araştırmayınız, başkalarını kıskanmayınız, öfkenize kapılmayınız, birbirinize sırtınızı dönmeyiniz. Ey Allah’ın kulları! Kardeşler olunuz” (Müslim, “Birr”, 28).


Kaynak :  Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 96
 
Riyazus Salihin, 1574 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
"Zandan sakınınız. Çünkü zan (yersiz itham), sözlerin en yalan olanıdır. Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allah'ın kulları! Allah'ın size emrettiği gibi kardeş olun.
Müslüman müslümanın kardeşidir: Ona haksızlık etmez, onu yardımsız bırakmaz, küçük görmez. (Göğsüne işâret ederek) Takvâ buradadır, takvâ buradadır!”
"Kişiye, müslüman kardeşini hor görmesi kötülük olarak yeter. Müslümanın her şeyi, kanı, namusu ve malı müslümana haramdır.”
"Şüphesiz ki Allah, sizin bedenlerinize, görünüşünüze ve mallarınıza değil, kalblerinize kıymet verir."
Bir rivâyette (Müslim, Birr 30), şöyle buyurulur: "Birbirinize haset etmeyin, kin tutmayın. Başkalarının ayıplarını araştırmayın, konuştuklarını dinlemeyin, müşteri kızıştırmayın. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun."
Bir rivayette (Müslim, Birr 30' un ikinci rivayetinde), şöyle buyurulur:
"Birbirinizle alâkayı kesmeyin! Birbirinize sırt dönmeyin! Birbirinize kin tutmayın! Haset etmeyin. Ey Allah'ın kulları! Kardeş olun!”
Bir rivayette de (Müslim, Birr 32) şöyle buyurulur: "Birbirinizle alâkayı kesmeyin! Biriniz bir başkasının satış pazarlığı üzerine satış yapmasın!"
Müslim, bu rivâyetlerin tamamını (Birr 28-34), (Buhârî de büyük bir kısmını) rivayet etmiştir.

Riyazus Salihin, 1526 Nolu Hadis
Ebû Hureyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
- "Gıybet nedir, bilir misiniz?"
- Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dediler. Hz. Peygamber:
- "Gıybet, din kardeşini hoşlanmadığı bir şey ile anmandır" buyurdu.
- Söylenen ayıp eğer o kardeşimde varsa, ne dersiniz?" diye soruldu.
- "Eğer söylediğin şey onda varsa gıybet ettin;  yoksa, o zaman  ona iftira ettin demektir," buyurdu.
Müslim, Birr 70.  Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 35; Tirmizî, Birr 23
 

  Cesse جسّ :

  جَسٌّ sözcüğü temelde bir kimsenin hasta ya da sağlıklı olup olmadığına dair bir hükme varmak için onun damarına dokunarak nabzının tutmak anlamına gelir. حَسٌّ sözcüğünden daha özel anlamlıdır. Çünkü حَسٌّ sözcüğü duyunun algılayacağı şeyin durumunu öğrenmek veya öğrenmeye çalışmak iken جَسٌّ, yukarıda ifade edilen türden bir şeyin durumunu öğrenmek/öğrenmeye çalışmak hakkında kullanılır. (Müfredat) 

  Kuran’ı Kerim’de tefe'ul babı formunda fiil olarak yalnızca bir defa geçmiştir. (Mu'cemu-l Mufehres)

  Türkçede kullanılan şekilleri casus ve tecessüstür. (Kuranı Anlayarak Okuma Rehberi) 

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّۚ

 

يَٓا  nida harfidir.  اَيُّ  münada, nekre-i maksude olup damme üzere mebnidir. Nasb mahallindedir.  هَا  tenbih harfidir. 

Münada; kendisine seslenilen ve seslenen kişiye yönelmesi istenilen kişidir. Münada, fiili hazf edilmiş mef’ûlün bihtir. Münadaya “ey, hey” anlamlarına gelen nida harfleri ile seslenilir. En yaygın kullanılan nida edatı  يَا ’dır.

Münada îrab yönünden mureb münada ve mebni münada olmak üzere 2 kısma ayrılır. 

Mureb münada lafzen mansub olur ve 3 şekilde gelir: 1) Muzâf, 2) Şibh-i muzâf, 3) Nekre-i gayrı maksude. 

Mebni münada merfû üzere mebni, mahallen mansub olur. 3 şekilde gelir: 1) Müfred alem, 2) Nekre-i maksude, 3) Harf-i tarifli isim. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

Cemi müzekker has ism-i mevsûl  الَّذ۪ينَ ,  münadadan bedel veya atf-ı beyan olarak mahallen merfûdur. İsm-i mevsûlun sılası اٰمَنُٓوا ‘dir. Îrabdan mahalli yoktur. 

Bedel: Metbuundaki kapalılığı açıklamak ve pekiştirmek gibi sebeplerle getirilen ve îrab bakımından metbuuna uyan tabidir. Bedelden önce gelen ve bedelin irabını almış olduğu kelimeye “mübdelün minh” denir. Bedel 3 gruba ayrılır: 1. Bedel-i kül, 2. Bedel-i ba’z, 3. Bedel-i iştimâl. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

اٰمَنُٓوا  damme üzere mebni mazi fiildir. Zamir olan çoğul و ’ı fail olup mahallen merfûdur.

Nidanın cevabı  اجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّۚ ‘dır. 

اجْتَنِبُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

كَث۪يراً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  مِنَ الظَّنِّۚ  car mecruru  كَث۪يراً ‘ın mahzuf sıfatına mütealliktir.

اٰمَنُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  امن ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar. 

اجْتَنِبُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  جنب ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ 

 

اِنَّ  tekid harfidir. İsim cümlesinin önüne gelir. İsmini nasb haberini ref eder.  بَعْضَ  kelimesi  اِنّ ‘nin ismi olup lafzen mansubdur.  الظَّنِّ  muzâfun ileyh olup kesra ile mecrurdur.  اِثْمٌ  kelimesi  اِنّ ‘nin haberi olup lafzen merfûdur. 


وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۜ 

 

Fiil cümlesidir. لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  تَجَسَّسُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla meczum muzari fiildir. Zamir olan çoğul و ‘ı fail olarak mahallen merfûdur. 

لَا يَغْتَبْ  atıf harfi و ‘la makabline matuftur. Matuf ve matufun aleyhin hükümde ortak olduğunu belirtir. İkisi arasında tertip (sıra) olduğunu göstermez. Vav ile yapılan atıfta matuf ve matufun aleyh yer değiştirebilir. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

لَا  nehiy harfi olup olumsuz emir manasındadır.  يَغْتَبْ  sükun üzere meczum muzari fiildir. بَعْضُكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir  كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  بَعْضاً  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur. 

تَجَسَّسُواَ  fiili sülâsî mücerrede iki harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir.  تَفَعَّلَ babındadır. Sülâsîsi جسس ’dir.

Bu bab fiile mutavaat, tekellüf, ittihaz, sayruret, tecennüp (sakınma) ve talep anlamları katar. 

يَغْتَبْ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. 

İftiâl babındadır. Sülâsîsi  غيب ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتاً فَكَرِهْتُمُوهُۜ 

 

Fiil cümlesidir. Hemze istifham harfidir.  يُحِبُّ  damme ile merfû muzari fiildir.  اَحَدُكُمْ  fail olup lafzen merfûdur. Muttasıl zamir   كُمْ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur. 

اَنْ  muzariyi nasb ederek manasını masdara çeviren harftir.  اَنْ  ve masdar-ı müevvel  يُحِبُّ fiilinin mef’ûlun bihi olarak mahallen mansubdur. 

يَأْكُلَ  fetha ile mansub muzari fiildir. Faili müstetir olup takdiri هو ‘dir.  لَحْمَ  mef’ûlun bih olup fetha ile mansubdur.  اَخ۪يهِ  muzâfun ileyh olup harfle îrab olan beş isimden biri olup cer alameti  ي ’dır. Aynı zamanda  هِ  zamirine muzâftır. Muttasıl zamir  هِ  muzâfun ileyh olarak mahallen mecrurdur.  مَيْتاً  kelimesi  اَخ۪يهِ ‘den hal olup fetha ile mansubdur. 

فَ  mukadder şartın cevabının başına gelen rabıta veya fasiha harfidir. Takdiri, إن لم تحبّوا ذلك فهذا كرهتموه (Bunu sevmezseniz, Kerih gördüğünüz o..) şeklindedir.

كَرِهْتُمُوهُ  fiil cümlesi mahzuf mübtedanın haberi olarak mahallen merfûdur. Takdiri  هذا (Bu)  şeklindedir.

كَرِهْتُمُوهُ  sükun üzere mebni mazi fiildir. Muttasıl zamir  تُمُ  fail olarak mahallen merfûdur. 

Cemi müzekker muhatap mazi fiillere mansub muttasıl zamirler doğrudan doğruya gelmez. Bu fiillerle söz edilen zamir arasına bir  و  harfi getirilir.  كَرِهْتُمُوهُ  fiilinde olduğu gibi. Buna işbâ vavı - işbâ edatı denilir. Muttasıl zamir  هُ  mef’ûlun bih olarak mahallen mansubdur. 

يُحِبُّ  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İf’al babındadır. Sülâsîsi  حبب ’dir.

İf’al babı fiille tadiye (geçişlilik) kesret, haynunet (zamanı gelmesi), sayruret, izale, zamana ve mekâna duhul, temkin (imkân sağlamak), vicdan (bir vasıf üzere bulmak) mutavaat (tef’il babının dönüşlülüğü), tariz (arz etmek, maruz bırakmak) manaları katar.


وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ 

 

Fiil cümlesidir. Mukadder isti’naf cümlesine matuftur. Takdiri, فاكرهوا الظنّ والتجسّس والغيبة  (Zandan, casusluktan ve gıybetten nefret edin) şeklindedir. اتَّقُوا  fiili  نَ ‘un hazfıyla mebni emir fiildir. Zamir olan çoğul و 'ı fail olarak mahallen merfûdur.  اللّٰهَ  lafza-i  celâl mef’ûlün bih olup fetha ile mansubdur. 

اتَّقُوا  fiili, sülâsî mücerrede bir harf ilave edilerek mezid yapılan fiillerdendir. İftiâl babındadır. Sülâsîsi  وقى ’dir.

İftiâl babı fiile mutavaat (dönüşlülük), ittihaz (edinmek, bir şeyi kendisi için yapmak), müşâreket (ortaklık), izhar (göstermek), ihtiyar (seçmek), talep ve çaba göstermek manaları katar. İfteale kalıbı hem soyut hem somut anlamlı fiiller için kullanılır.


اِنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ رَح۪يمٌ

 

İsim cümlesidir.  اِنَّ  masdar harfidir. İsim cümlesine dahil olur. İsmini nasb haberini ref yapar, cümleye masdar anlamı verir.  اللّٰهَ  lafza-i celâli,  اِنَّ ’nin ismi olup fetha ile mansubdur.  تَـوَّابٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin haberi olup lafzen merfûdur.  حَك۪يمٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin ikinci haberi olup lafzen merfûdur.

تَـوَّابٌ - رَح۪يمٌ  kelimeleri, mübalağalı ism-i fail kalıbındandır. Bu kalıp bu vasfın mevsûfta surekli varlığına, sıfatın, mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Mübalağalı ism-i fail: Bir varlıkta bir niteliğin aşırı derecede bulunduğunu gösteren, fiilden türeyen, sıfat cinsinden isimlerdir. Mübalağalı ism-i failler Allah için kullanılırsa sıfat, insanlar için kullanılırsa mübalağa ya da lakap olurlar. (Arapça Dilbilgisi Ayetlerle Nahiv Bilgisi)

 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّۚ 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelmiştir. Ayetin ilk cümlesi nida üslubunda talebî inşâî isnaddır.  يَٓا  nida,  اَيُّهَا  münadadır. Surede konunun önemine dikkat çekmek için 5 kez tekrarlanan يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  şeklindeki hitaplar arasında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

الَّذ۪ينَ  münadadan bedeldir. Bedel ıtnâb sanatı babındandır. Mevsûlün sılası olan  اٰمَنُوا , müspet mazi fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mazi fiil sebata, temekkün ve istikrara işaret eder. (Hâlidî, Vakafât, s. 107)

Nidanın cevabı olan müstenefe cümlesi  اجْتَنِبُوا كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّۚ , emir üslubunda talebî inşâî isnaddır. Mef’ûl olan  كَث۪يراً ‘in nekre gelişi, kesret ifade edebilir.

مِنَ الظَّنِّۚ  car mecruru  كَث۪يراً ’in mahzuf sıfatına mütealliktir. 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  nidasında, müennesin müzekkere katılması yoluyla tağlîb sanatı vardır. 

“Ey insanlar” ve “Ey iman edenler” hitaplarıyla başlayan ayetler, taşıdıkları mesajlar bakımından benzerlik taşıdıkları gibi ayrıştıkları noktalar da vardır. Her iki hitap da kendinden sonra itikat, ibadet, helal ve haram, cezalar, sosyal hayat gibi konulara yer vermektedir. Ancak “Ey iman edenler” hitabıyla verilen mesajlar Medenî sureler çerçevesinden verildiğinden dolayı hüküm ayetleri ağır basmaktadır. Aile hukuku, cihat, gibi konular “Ey iman edenler” hitabından sonra işlenmektedir. (Enver Bayram, Kur’an’da Geçen “Ey İnsanlar” ve “Ey İman Edenler” Hitaplarıyla Başlayan Ayetler Arasında Bir Mukayese)  

Kur’an’da bu tip  يَٓا اَيُّهَا  formunda nida çoktur. İçinde tekid türlerini barındırmaktadır. İlk olarak tekid unsurlarından oluşmuş bir nida harfi göze çarpar. Uzaktaki bir şahıs için kullanılan nida harfi gelmiştir, oysa Allah Teâlâ nida ettiği her varlığa çok yakındır. Bu nida harfinin gelmesi söylenecek şeylerin Allah katında bir mekânı olduğu konusunda uyarmak içindir. Sonra  اَيُّ  harfi gelmiştir. Bu harf nida ile akabindeki elif-lamlı kelimeyi birbirine bağlar. Müphem bir harftir, takip eden kelimeyle açıklanır. Böylece ibhamdan sonra beyan gelir. Arkadan gelecek olan emri uyanık ve dikkatli bir şekilde almak için kişiyi hazırlar ve uyarır. Sonra yine bir tenbih harfi olan  هَا  gelir. (Muhammed Ebu Musa, Min Esrâri't T'abîri'l Kur'ânî, Dirâsetu Tahlîliyye li Sûreti'l Ahzâb, s. 43)

Yüce Allah,  يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا  hitabıyla Kur'an'ın 88 yerinde müminlere hitap etmiştir. Ey iman edenler ifadesi hep Medeni surelerde geçmiştir. Bu hitap bir teşriftir. Mekki surelerde “ey insanlar” ifadesi vardır. Medine’de emir ve yasaklar fazlalaşmıştır. Mekke'de fazla emir ve yasak yoktur.

Muhataplara "Ey müminler!" diye seslenilmesi, onlara, bu iman sahibinin, Allah'ın emirlerine güzel bir şekilde sarılması ve itaat etmesi, yasaklarından da sakınması gerektiğini hatırlatır. (Sâbûnî, Safvetü't Tefasir) 

الِاجْتِنابُ , iftial veznindedir.  جَنَّبَهُ وأجْنَبَهُ  şeklinden gelir, iki mef’ûl alır. Bu fiilin emir fiili de sadece bu babdan gelir. (Âşûr)

Fiilin mutavaatı, اجتنب الشر (şerden kaçındı) şeklinde olup mutavaat iki mef‘ûlden birini eksiltmiştir. Kaçınılması emredilen, zannın bir kısmıdır; ama bu kısım çoklukla vasfedilmiştir. Dikkat edilirse, zannın bir kısmı günahtır buyrulmaktadır.  كَث۪يراً  kelimesinin nekre gelmesi kısmîlik anlamı ifade eder. (Keşşâf)

Bu kelâmın ifade tarzından anlaşılıyor ki, her zan karşısında sağduyu ile hareket etmek ve zannın hangi kabilden olduğunu anlayıncaya kadar ihtiyatı elden bırakmamak gerekir.

Zira zannın bir kısmına uymak zorunludur. Mesela: Hakkında kesin delil bulunmayan hususlarla ilgili zan ile Allah hakkında hüsnü zanda bulunmak gibi.

Zannın bir kısmı da haramdır. Mesela: İlahiyat ve peygamberlik konularındaki zanlar ile kesin bir delile aykırı olan zan ve müminler hakkında su-i zanda bulunmak gibi.

Zannın bir kısmı da mubahtır. Mesela: geçim ve yaşam konularıyla ilgili zan gibi. (Ebüssuûd)

كَث۪يراً مِنَ الظَّنِّۚ  ifadesinde marife değil de nekre olarak belirsiz şekilde buyurulmasının nüktesinde de Keşşâf gibi belâgat ehli olan tefsirciler diyorlar ki: Bunun nekre gelmesi ‘bazılık’ manasını ifade etmek ve zanların içinde meydana çıkarma ve belirleme olmaksızın genellikle sakınılması vâcip olanlar bulunduğunu işaret etmek içindir ki, herkes hak ve batılı açık belirtileriyle seçmeden ve iyi araştırmadan ve düşünmeden zanna cüret etmesin. Allah'tan korksun. Eğer nekre değil marife getirilseydi zandan sakınma emri az bir zanna değil, çok olan zanna ait imiş ve sakınılması gereken zann çoklukla sıfatlanmış olan zann olup az olan zanna ruhsat varmış gibi kabul olunabilirdi. (Elmalılı, Âşûr)


 اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ 

 

Ta’liliyye olarak gelen cümlenin fasıl sebebi şibh-i kemâli ittisâldir. Ta’lil cümleleri ıtnâb babındandır.

اِنَّ  ile tekid edilmiş, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi faide-i haber inkâri kelamdır.

اِنَّ ’nin ismi olan  بَعْضَ الظَّنِّ , veciz ifade kastına binaen izafet formunda gelmiştir.

الظَّنِّ  kelimesinin tekrarında ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

İsim cümleleri zamandan bağımsız sübut ifade ederler. Asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa  asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

اِثْمٌ , yapanın cezaya müstehak olacağı günah demektir. Bu sebeple, onun cezasına aynı kökten  فعال  vezninde  اثام  denmiştir. (Keşşâf) 

اِثْمٌ , sonunda üzerine ceza gerektiren günahtır. Çünkü zan, ihtimal üzere bir hüküm olduğundan bir kısmı hakka hiç isabet etmez, etmeyince de başkasının hakkına ait hususta o şekilde aleyhine hüküm bühtan ve iftira ve bundan dolayı bir vebal olur. Özellikle zannın kaynağı yalnız nefsi işler olduğu zaman hata daha büyük olur. Zannın bazısı günah ve vebal olunca da böyle bir vebal ve zarara düşmemek için tedbirli davranmak ve hangi çeşit zandan olduğunu düşünebilmek üzere onun bir çoğundan sakınmak gerekir. Yasaklanan çirkinliklerden bir çoğu da böyle zanlardan ortaya çıkar. Gerçi zannın hepsi günah ve vebal değildir. Allah'a ve müminlere güzel zan gibi vacip olan zan da vardır. Nitekim Nur Sûresi'nde: "Erkek ve kadın müminlerin bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile iyi zanda bulunup da..." (Nur, 12) buyurulmuş ve Kudsi Hadiste "Ben kulumun bana zannı yanındayımdır." diye rivayet olunmuştur. Hz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştur ki: "Her biriniz ancak Allah'a iyi zanda bulunarak ölsün." ve: "İyi ve güzel zan imandandır." buyurulmuştur. Uygulamada kati olmayan hususlarda zanni delil ile amelin vacip olduğu yerler de vardır. Sonra geçime ait hususlarda olduğu gibi mübah olan zanlar da vardır. Lâkin zannın bir kısmı da haramdır. Yakîn vacip olan ilâhî hususlarda ve peygamberlik konusunda zan haram olduğu gibi Allah'a ve iyi kimselere karşı kötü zan da haramdır. Peygamber (sav) buyurmuştur ki: "Allah Teâlâ müslümandan kanını ve ırzını ve kendisine kötü zanda bulunulmasını haram kılmıştır." İşte bu ayet de bu manada indirilmiştir. Ve hepsinin değil, bazı zannın günah olduğu açıkça ortaya konulmuştur. (Elmalılı)


وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضاًۜ 

 

Cümle atıf harfi  وَ ‘la nidanın cevabına atfedilmiştir. Atıf sebebi hükümde ortaklıktır. Cümleler arasında manen ve lafzen mutabakat mevcuttur.

Nehiy üslubunda talebî inşâî isnaddır. 

Aynı üslupta gelen  وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضاً  cümlesi hükümde ortaklık sebebiyle  وَلَا تَجَسَّسُوا cümlesine atfedilmiştir.

بَعْضُ  kelimesi ayette üç kez geçmiştir. Bu tekrarda ıtnâb ve reddü’l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır.

Nefy harfi  لَا ’nın tekrarı olumsuz emri tekid etmiştir.

Ayette iman edenlerin yapmaması gereken emirlerin sayılması taksim sanatıdır.

تَجَسَّسُو  fiili  الجس 'ten tefe'ul babındandır. الجس  aslında hastalığı, sağlığı anlamak için nabız yoklamaktır ki el ile yoklamak ve haber araştırmak manalarına gelir. Tecessüs de bundan tekellüftür ki dikkat ve gayretle araştırmak demektir. 

Casus da bu kelimeden türemiştir. Bu kelimenin ifade ettiği mana, ”his" kelimesinin ifade ettiğinden daha özeldir. Çünkü ”his" duyuların anladığı şeyi bilmek,  الجس  ise ondaki hali bilmektir. Bir hadisi şerifte şöyle buyurulmaktadır: ”Müslümanların kusurlarını araştırmayın. Kim Müslümanların kusurlarını araştırırsa, Allah da onun kusurlarım araştırır. Öyle ki, evinin ortasında bile olsa onu rüsvay eder.” Ahmed b. Hanbel: 4/421, 424 (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Gıybet  الِاغْتِيابُ  yani arkadan çekiştirmek, çekiştirilenin ırzını yemeyi içerdiği için, teşbihi temsili kabilinden olmak üzere, ölü insanın etini yemeye benzetilmiştir. Çünkü bir kimse nasıl eti kesildiğinde bedenen acı çekerse, namusuna dil uzatıldığında da kalben acı çeker. Hatta ırzı, kanından ve etinden daha şereflidir. Aklı başında birisine insan eti yemek nasıl hoş görünmezse, ırzlarını yaralamak da o derece hatta daha öncelikli olarak hoş görünmez.

Ayette gıybetin, tiksintinin doruğundaki ölü eti yemeye benzetilmesi onun Allah katında ne derece büyük bir günah olduğunu gösterir.

Ayette Müslümanın ”ölü" olarak belirtilmesi akla gelebilecek şöyle bir şüpheyi yok etmek içindir: ”Birisinin yüzüne karşı küfretmek ona acı verir, dolayısıyla haramdır. Gıybet edilen kişi ise, hakkında konuşulanı bilmez, dolayısıyla acı duymaz. Öyleyse niye haram olsun ki?" Bu itiraza şöyle cevap verilmiştir: ”Ölen birinin etini yemek, bütün çirkinliğine rağmen o ölüye acı vermez. Buna rağmen haramdır. İşte gıybet de öyledir."

İşte bundan tiksindiniz. Yani ölü eti yemekteki tiksintiniz nasıl gerçekleşti ise, onun benzeri olan gıybetten tiksintiniz de öyle gerçekleşsin.Şu noktaya da dikkat edilmesi gerekir: Gıybeti dinleyen de, konuşan gibidir. O halde dinleyenin gıybete engel olması gerekir. Hazret-i Peygamber (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur: ”Bir kimse bir Müslüman kardeşinin ırzını korursa, Allah da kıyamet günü, ateşi onun yüzünden uzaklaştırır. ” (20)

Bilginler: ”Gıybet edenle, dinleyen günaha ortaktırlar," demişlerdir.  (Rûhu’l Beyân, Âşûr)

Gıybet üç çeşittir. Birincisi, gıybet edip de, ben gıybet etmiyorum, onda olanı söylüyorum, demektir. Bu, fakih Ebulleys'in Tenbih'te dediği gibi kesin olan haramı, helal saymak olduğu için küfürdür. İkincisi, gıybet edip gıybeti, gıybet edilen kimseye ulaşmasıdır, bu günahtır, helalleşmedikçe tövbe de tamam olmaz, çünkü eziyet etmiş, kul hakkı oluşmuştur. İbnü Ebiddünya ve Taberânî'nin Câbir'den rivayet ettikleri şu hadisin manası da budur: "Gıybet, zinadan daha kötüdür." buyurulmuş; nasıl olur? denilmiş, Peygamber (sav) buyurmuştur ki: Adam zina eder sonra tevbe eder. Allah mağfiret buyurur, gıybet eden ise gıybet edilen affetmedikçe, mağfiret olunmaz. Üçüncüsü, gıybet edilene ulaşmaz. Bu hem kendisine ve hem gıybet ettiği kimseye istiğfar ederek tövbe etmekle affolunabilir. Bazıları mutlaka helalleşmeye muhtaçtır demişler, bazıları da mutlaka tevbe ve istiğfar yeterlidir, demişlerdir…(Elmalılı)

وَلَا يَغْتَبْ   Burada atıf vâvı, bir matufun aleyhin hazfine delalet eder. "Öyle yapmayın, Allah'tan korunun." demektir. Yani madem ki, onu yemekten tiksindiniz o halde gıybet etmeyin de Allah'ın kaçınmayı emrettiğinden sakınarak ve yaptıklarınızdan pişmanlıkla tövbe ederek korumasına girin korunun. Çünkü Allah Rahîm ve Tevvâb'dır, tövbeyi kabulde ve rahmetini bereketlendirmede çok lütfedicidir. (Elmalılı)


 اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتاً 

 

İstînâfiyye olarak fasılla gelen cümle, istifham üslubunda talebî inşâî isnaddır. Istifham  harfi olan hemze takrirî manadadır. 

İstifham üslubunda olmasına rağmen terkip, soru anlamında değildir. Cümle vaz edildiği anlamdan çıkarak takrir ve uyarı anlamına geldiği için mecazı mürsel mürekkebdir. Ayrıca tecâhül-i ârif sanatı söz konusudur.

Masdar harfi  اَنْ  ve akabindeki  يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتاً   cümlesi, masdar tevili ile  يُحِبُّ  fiilinin mef’ûlü konumundadır. Masdar-ı müevvel cümlesi, müspet muzari fiil sıygasında faide-i haber ibtidaî kelamdır.

مَيْتاً  kelimesi  اَخ۪يهِ ‘nin halidir. Hal, anlamı zenginleştiren ıtnâb sanatıdır.

Burada hem leş eti yemek, hem de bu leşin kardeş leşi olması söz konusudur. Dolayısıyla insan nefsinin kabul edemeyeceği iki şey zikredilmiştir. Böylece de gıybetin ne kadar iğrenç bir şey olduğu kinaye yoluyla en güzel şekilde ifade edilmiştir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur’an Işığında Belâgat Dersleri Beyân İlmi)

Bu cümlede teşbîh-i temsilî vardır. Yüce Allah, gıybet yapanı, ölü kimsenin etini yiyen kimseye benzetti. Bunda, gıybet et­meyi zihinlerde en çirkin ve en kötü surette tasvir etmek için birçok müba­lağa vardır. (Sâbûnî, Safvetü’t Tefâsir)

“Herhangi biriniz … hoşlanır mı!?” diye başlayan ifade, gıybet eden kişinin gıybet ettiği şahsın manevi şahsiyetine tecavüz ettiğini en çirkin ve en korkunç bir şekilde temsil ve tasvir etmektedir; burada birtakım mübalağalar bulunmaktadır: 

• Soru hemzesinin takrir için olması. 

• Son derece nahoş, son derece berbat bir şeyin “sevmek/hoşlanmak” fiiliyle birlikte kullanılması. 

• Hoşlanma fiili  اَحَدُكُمْ ’a (herhangi biriniz) isnad edilerek, böyle bir şeyden hiç kimsenin hoşlanmayacağının hissettirilmesi. 

• Gıybetin temsilinin sıradan bir insanın etini yemekle sınırlandırılmayıp söz konusu insanın kişinin öz kardeşi kılınması.

• Gıybetin temsilinin kişinin kardeşinin etini yemesiyle de sınırlandırılmayıp onun aynı zamanda ölü kılınması. مَيْتاً  kelimesi  لَحْمَ ’in hali olarak mansubdur; ancak  اَخ۪يهِ ’in hali olarak mansub olması da caizdir. Kelime, ميِّتا  şeklinde de okunmuştur. (Keşşâf)

Keşşâf sahibi gibi Ebû's-Suud ve bazıları soruyu takrirî gibi göstermiş bulunuyorlar. Buna göre mana şu olur: Biriniz kardeşinin ölü olarak etini yemeyi sevecek öyle mi? Fakat biz Fahrü'r-Razî'nin dediği gibi inkârî olmasında ısrar etmek istiyoruz. O'nun için şu manayı gösteriyoruz: Hiç biriniz kardeşinin ölü olarak etini yemeyi sever mi? Elbette sevmez değil mi? Demek ki ondan, o eti yemekten tiksindiniz çünkü insan fıtratı bundan tiksinmeyi gerektirir. Öyle ise yapmayın ve Allah'tan korunun. (Elmalılı, Âşûr)


 فَكَرِهْتُمُوهُۜ 

 

فَ , takdiri  إن لم تحبّوا ذلك  (Bundan hoşlanmadıysanız)  olan mahzuf şartın cevabının başına gelmiş rabıta harfidir. Şart cümlesinin hazfi îcâz-ı hazif sanatıdır.

Cevap cümlesi  فَكَرِهْتُمُوهُ , takdiri  هذا (Bu) olan mahzuf mübteda için haberdir. Bu takdire göre cümle, sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber ibtidaî kelamdır.

Mukadder şart ve mezkûr cevap cümlelerinden müteşekkil terkip, müstenefe cümlesi olarak, şart üslubunda faide-i haber ibtidaî kelamdır. Haber cümlesi yerine şart üslubunun tercih edilmesi, şart üslubunun daha beliğ ve etkili olmasındandır.

كَرِهْتُمُوهُۜ - يُحِبُّ  kelimeleri arasında tıbâk-ı hafî sanatı vardır.


 وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ 

Emir üslubunda talebî inşâî isnad olan cümle, mukadder istînâfa matuftur. Takdiri …فاكرهوا الظنّ والتجسّس والغيبة (Zandan, tecessüsten ve gıybetten nefret edin…) şeklindedir. 

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde  اللّٰهِ  isminin zikredilmesi tecrîd sanatıdır.

Müttaki olmak için tedebbür etmek, düşünmek, aklı deliller üzerinde çalıştırmak gerekir; ta ki Allah korkusu kalbe yerleşsin ve böylece bu korku kişiyi Allah'ın gazabından korumaya bir kalkan olsun. Bu ittika/korunmak, Allah'tan korkmak, endişe etmek ya da hazırlıklı olmak ve nâr (ateş), hesap, cennet ve ba‘s konusunda kesin inançlı olmak demektir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâgî Tefsiri, C. 5, s.169)

 

اِنَّ اللّٰهَ تَـوَّابٌ رَح۪يمٌ

 

Ayet, istînâfiyye olarak fasılla gelmiştir.  اِنَّ  ile tekid edilmiş sübut ve istimrar ifade eden isim cümlesi, faide-i haber inkârî kelamdır.

İsim cümlelerinin asıl kuruluş sebebi; müsnedin, müsnedün ileyh için sabit olduğunu ifade etmektir. İsim cümlesinin haberi müfred ya da isim cümlesi olursa asıl konulduğu mana olan sübutu veya bazı karinelerle istimrarı (devamlılığı) ifade eder. İstimrar ifadesi daha çok medh ve zem durumlarında olur. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

Müsnedün ileyhin bütün esma-i hüsnayı ve kemâl sıfatları bünyesinde toplayan lafza-i celâlle marife olması tazim, teberrük ve telezzüz içindir.

Ayette mütekellim Allah Teâlâ olduğu halde cümlede lafza-i celâlin zikri tecrîd sanatıdır.

تَـوَّابٌ  kelimesi  اِنَّ ’nin birinci,  رَح۪يمٌ  ikinci haberidir.

Allah’ın تَـوَّابٌ  ve  رَح۪يمٌ  sıfatlarının tenvinli gelişi, bu sıfatların Allah Teâlâ’da varlık derecesinin tasavvur edilemez olduğuna işaret eder. Haber olan iki vasfın aralarında  و  olmaması Allah Teâlâ’da ikisinin birden mevcudiyetini gösterir. (Fatma Serap Karamollaoğlu, Kur'an Işığında Belâgat Dersleri Meânî İlmi)

رَح۪يمٌ  - تَـوَّابٌ  kelimeleri arasında mürâât-ı nazîr sanatı vardır. Bu iki kelimenin ayetin anlamıyla olan mükemmel uyumu teşâbüh-i etrâf sanatıdır.

تَـوَّابٌ , mübalağalı ism-i fail  رَح۪يمٌ , sıfat-ı müşebbehe vezninde gelerek mübalağa ifade etmiştir. Bu kalıplar, bu vasıfların mevsûfta sürekli varlığına, sıfatın mevsûfun bir parçası gibi ondan ayrılmayan bir özelliği olduğuna işaret eder.

Ayetin fasılası, mesel tarikinde tezyîldir. Tezyîl cümleleri ıtnâb babındandır. Önceki cümleyi tekid için gelmiştir. Mesel tarikinde olanlar müstakil olarak da bir mana ifade eder. Yani müstakil olarak dillerde dolaşır, atasözü gibi halk arasında bilinir.

تَـوَّابٌ (tövbeleri çokça kabul eden) kelimesindeki mübalağa, Allah’ın tövbelerini kabul edeceği kullarının çok olduğunu veya günahkârların işleyeceği her bir günahın tövbe ederse mutlaka affolacağını yahut Allah’ın tövbeleri çokça kabul ettiğini ve günahından tövbe edenleri engin keremi sebebiyle ‘hiç günah işlememiş kimsenin konumuna yükselteceğini’ göstermektedir. (Keşşâf)

تَـوَّابٌ  ism-i şerifi, tövbesi pek çok manasına mübalağalı ism-i fail olup delalet ettiği mübalağada üç özellik vardır.

1- Kendisine tövbe eden ve yönelen kulları çok demektir.

2- Öyle çok tövbe kabul eder ki, tövbe ile her günahı affedebilir. Hiç bir günahkârın tövbe ile af olunamayacak bir günahı düşünülemez. Çünkü en büyük günah şirktir. Tövbe ve iman ile Allah onu da affeder. ["Kendisine şirk koşulmasını asla bağışlamaz."] (Nisâ, 4/48) ifadesi tövbe etmeyenler hakkındadır.

3- Tövbeyi kabulde çok fasihtir. Öyle ki tövbe eden bir günahkârı hiç günah yapmamış gibi edip, rahmetiyle mutlu kılar. Böyle tövbeyi kabul, rahmetinin eseri olduğu gibi gıybetten, kötü zandan kötü ahlaktan yasaklaması da rahmetinin eseridir. Rivayet olunur ki: Selmân-i Fârisî sahabeden iki kimseye hizmet eder, yemeklerini yapardı. Bir gün uyuya kalmıştı, bunun üzerine bir katık istemek için onu Peygamber'e gönderdiler. Peygamberin yemeğine de Üsâme bakıyordu, ‘’yanımda bir şey yok’’ dedi, Selman da gidip haber verdi. O iki zat aralarında Selman hakkında: "Biz onu taşkın bir kuyuya göndersek suyu çekilir." demişlerdi. Sonra bu iki zat Resulullah'ın huzuruna vardıklarında Resulullah "Niye ben sizin ağızlarınızda et yeşilliği görüyorum?" buyurdu, et yemedik dediler, "Her halde siz gıybet etmişsiniz." buyurdu ki bu ayet inmişti. (Elmalılı)

Ayetin son iki cümlesi, Kur’an-ı Kerim’in  birçok suresinde tekrarlanmıştır. Tekrarlanan cümleler arasında tekrir, ıtnâb ve reddü'l-acüz ale’s-sadr sanatları vardır Bunlar çok tekrarlanır ki iman ve yakîn sabitleşsin. Eğer murad sadece bilmek olsaydı, bir kere söylenmesi yeterli olurdu.

Tekrarlanan cümlelerin manasının nefiste yerleşmesi arzu edilir, hatta zatın bir cüzü haline gelinceye kadar tekit edilir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm Sureleri Belâğî Tefsiri, Ahkaf/28, C. 7, S. 314)

Böyle tekrarlanan ifadeler, kelamdaki cüzleri birbirine bağlar, aralarında bir ilişki kurar ve dokuyu bütünleştirir. (Muhammed Ebu Musa, Hâ-Mîm  Sureleri Belâgî Tefsiri, Fussilet  Suresi 44, s. 189)